Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

17 Eylül '10

 
Kategori
Resim
 

Nevbahar Aksoy İle Söyleşi

Nevbahar Aksoy İle Söyleşi
 

Nevbahar Aksoy - Zeliha Demirel


Nevbahar Aksoy ile kendi kurduğu galerisi Yetenek Sanat Merkezi’nde söyleştik, Acıpayam’lı olduğunu söyleşi esnasında öğrendim. Karşımda 50 yıla adanmış sanat birikimiyle kocaman bir yürek oturuyordu. Samimiyetini hiç esirgemedi,
Paris – Türkiye ekseninde süren sanat yolculuğunu uzun uzun kibirsiz bir sıcaklıkla anlattı, söyleşiden sonra benim sokağa bakışım daha bir görmek algısına doğru yoğruldu. Çok beslendiğim bir söyleşiydi.
Paylaşıyorum.
1952’de doğan Nevbahar Aksoy, 1962-1972 yılları arasında “Üstün Yetenekli Çocuklar” bursundan yararlandı. Cevat Dereli ve Zeki Faik İzer’den özel dersler aldı. Liseyi bitirince aynı bursla 1969’da Paris’e gönderildi. 1970’de girdiği Devlet Güzel Sanatlar Yüksek Okulu’ndan iki yıl sonra mezun oldu. Okulun kesin bir eğitim süresi yoktu. Normal süresi 3 ile 5 yıl olan bu okulu iki yılda bitirdi. Türkiye’ye dönünce 1975’te İstanbul Devlet Tatbiki Güzel Sanatlar Yüksek Okulu’ndan mezun oldu. 1987’de Paris Sorbonne Üniversitesi’nde Plastik Sanatlar Doktora tezi verdi. 8 yaşında açtığı ilk sergisinden bugüne 40 kişisel sergi gerçekleştiren Nevbahar Aksoy ile Beyoğlu’nda 2007’de kurduğu Yetenek Sanat Merkezi’nde söyleştik. Samimiyetini bizden esirgemedi…
Zeliha Demirel : Sevgili Nevbahar Aksoy, Paris’teki doktora tezinizi bizde pek bilinmeyen bir bilim dalı olan Poietik araştırma kapsamında yaptınız. Poietik’ten başlasak söyleşiye…
Nevbahar Aksoy : O dönemde Sorbonne Üniversitesi'nde plastik sanatlar alanındaki tez çalışmaları yeni bir bilim dalı olan Poietik araştırma kapsamında yapılmaya başlamıştı. Yapıtın, özellikle sanat yapıtının oluşum sürecindeki çeşitli etkenlerin araştırılmasına poietik deniyor. Poietik, psikolojik ve sosyolojik etkilerin incelenmesinin yanı sıra, yapıtların yaratılmasında kompozisyon ve keşif araştırmasını, düşünce, tesadüf, kültür ve çevrenin etkisini, bir yandan da çalışmanın dayanak ve araçlarını, malzemelerini, aletlerini, yöntemlerini, tekniklerinin tahlil ve incelemesini kapsıyor. “Plastik konu olarak sokak üzerine araştırma” konulu doktora tezimde ana konum olan sokağı neden, nasıl ele aldığımı diğer ressamlarla kıyaslayarak resimlerimi kronolojik olarak poietik yaklaşımla inceledim.
Zeliha Demirel : Resimlerinizde kent sokaklarındaki yaşamı yorumluyorsunuz. Sizi kent içinde sürekli fotoğraf çekerken gördüğüm izlekten yola çıkarak soruyorum, resim ve fotoğraf ilişkisini hangi süzgeçlerden geçirerek kurdunuz?
Nevbahar Aksoy : Fotoğraf 19. yüzyılda ressamlar için ressamlar tarafından icat edildiğinden bu yana ressamların hazırlık çalışmaları sırasında değişik şekillerde kullanılmıştır. Kullanılan metotlar arasında en tanınmışı betimleme resmi yapılacak eşyaları daha iyi algılamak ve niteliklerini verebilmek için fotoğraftan yararlanmaktan oluşur. Hatta gerçeği kaydetmek için optik aletlerden yararlanmak çok eski bir metottur. Fotoğrafın keşfinden önce, Rönesans’tan itibaren ressam­lar, düz bir yüzey üzerinde gerçek dünyanın betimlemesi ve perspek­tif sorunları için optik aletin keşfinden önce gelen "karanlık kutu"yu kullandılar. Leonardo da Vinci, manzaranın desenini çizmeye olanak veren karanlık odanın temel kural­larını anlatan ilk sanatçıdır. Modern sanat akımlarının üzerindeki etkisi de büyüktür ve bu etki sanat tarihinde ancak 70’li yıllarda vurgulanmıştır. Bende Sorbonne Üniversitesi’ndeki mastır tezimi 19. Yüzyıldaki resim fotoğraf ilişkisi üzerine yaptım.
Çocukluktan beri desenim iyi olduğu halde fotoğraf kullanmama ne gerek var diye düşünülebilir. Fotoğrafı insanların sokaklardaki günlük hayattaki doğal hareketlerini yakalamak ve incelemek için bir araç olarak kullanıyorum. Çünkü ben zaten doğadan esinleniyorum. Ama fotoğraflar doğa karşısında hissettiklerimi yansıtmıyor. Kompozisyon kurgusu için bazen birkaç fotoğraftan yararlandığım oluyor. Fotoğrafı kroki gibi kent sokaklarını ele almaya başladığım 1973 yılından beri kullanıyorum. Sokak yaşamı çok çekici ve değişik çehreler sunuyor. Fakat bu hareketli ve karmaşık mekân karşısında çalışmak, notlar almak gerçektende çok rahat bir şey değildir ve hatta bazen imkânsız bile olabiliyor. Çoğu zaman fotoğraf çekmek bile kolay değildir, özellikle insanların fotoğrafını çekmek.
Zeliha Demirel : Sokağa doğmak, sokakta olmak, sokağın akışına pencere açmak, …Biraz sokağı ve hatta mor sokağı konuşalım mı?
Nevbahar Aksoy : 1975’den beri resimlerimin konusu sokaklar. Çocukluğumdan beri doğadan çalışmayı sevdiğim için sokak resimleri daha öncede yapmıştım ama bunlar insansız görünümlerdi. 1975’te ise Eminönü Meydanı, Acıpayam, Denizli, İzmir ve Bodrum pazaryerleri ile İstanbul’un çeşitli semt pazarlarında gözlediğim güncel yaşamı çevre ilişkisi içinde daha gerçekçi bir tavırla yorumlamaya yöneldim.
Sokaklarımın rengine, mor sokaklarıma gelince. Renkler resimlerimde önemli yer tutuyor. Dokusal değerlerden arınmış saf mavi ve mor ağırlığındaki soğuk renk armonilerini, tuval üzerinde doğaya benzemeyen özerk bir alan oluşturmak ve izleyiciyi daha geniş boyutlu duygu ve düşünmeye yönlendirmek amacıyla kullanıyorum. Sokakların grisini mor olarak yansıtıyorum çünkü paletimde siyah renk yer almıyor.
Zeliha Demirel : Malevich “Kendimi biçimin sıfır noktasına dönüştürdüm ve akademik sanatın çöple dolu boya havuzundan dışarı çıktım” der. Akademik çalışma ortamının ya da biçiminin yaratma cesaretini ve gücünü daralttığını ve kısıtladığını düşünüyor musunuz?
Nevbahar Aksoy : Malevich'in bu sözüne katılıyorum. Modern sanatın öncüsü olan sanatçıların birçoğu akademik eğitimden geçmemişlerdir. Çağlar boyunca sanatçılar ustaların atölyelerinde yetişmişlerdir. Okul teknik ve sanat tarihi eğitimi verir, yeteneğinizi geliştirmek için çalışma ortamı sağlar. Özgünlük ve yetenek okulda öğrenilen şeyler değildir. Ama sadece yetenek de başarılı olmak için yeterli değil. Başarı çok çalışmayla ilgili aynı zamanda. Ben kendi tarzımı tüm eğitimi tamamladıktan sonra buldum.
Zeliha Demirel : Siz bir ayağı yurtdışında olan bir sanatçısınız, hem Türkiye’de hem de evrensel olarak resim ve cinsiyet üzerine neler söylersiniz? Dünyayı değiştiren dönüştüren resimler yapmanın maskulen bir eylem, lirik resimler yapmanın da feminen bir eylem olduğu düşüncesi hâkim.
Nevbahar Aksoy : Kadın ve erkek resmi diye bir anlayışın olduğuna ben 22 yaşımda Paris’teki ilk sergimde yaşadım. İstanbul’un güvercinli ve camili görünümlerini soyutlayarak yorumladığım bir sergiydi. Sergimi ilgiyle gezen birinin yanına gittim ve sanatçı benim dediğimde, resimlerimin kadın resmine benzemediğini söylemesi beni çok şaşırtmıştı. Aynı zamanda bir kompliman olarak algıladım. Paradoksal duygu karmaşası yaşadım. Kadın resmi diye bir olgu mu var nasıl oluyor acaba diye düşünmeye başladım bir yandan da… Yıllar sonra da Paris’e gidip geldikçe karşılaştığım atölye arkadaşlarımdan biri, dosya sunduğu galerilerden daha resimlerini görmeden “biz kadın sanatçıyla çalışmıyoruz” diyerek reddedildiğini anlatmıştı. Neyse ki bizde kadın resmi diye bir anlayış yok diye düşünürken, bazı eleştirmenlerin resimlerimde kadınca duyarlılık arayışı içinde olması da dikkatimi çekti. Gençken çalıştığım bir galerici de bana “evlenince resim yapmayı bırakacak mısın?” diye sormuştu. Bazı koleksiyoncu ve galericilerde öncelikle erkek sanatçıyı desteklemeyi tercih ediyorlar, çünkü ev geçindirecek olan erkek diye bakıyorlar ve duygusal davranıyorlar bu konuda. Kadına nasıl olsa kocası ya da ailesi bakar düşüncesi var.
Zeliha Demirel : Paris’te yaşama ve üretme imkanınız varken, sanatın her geçen gün tırpanlandığı ve hiç değer görmediği Türkiye’yi tercih ettiniz…Paris mi? Türkiye mi?
Nevbahar Aksoy : Sanat eğitimi için Paris çok iyi, kütüphaneler ve müzeler çok zengin… Sanatsal etkinlikler çok yoğun. Bütün bunları kaçırmamak istiyor insan, öte yandan da çalışmak lazım, atölyeye kapanmak ve üretmek. Ama Paris’teki atölye sorunu yüzünden Türkiye’de yaşamayı seçtim. Yurt dışıyla ilişkilerimi de koparmayıp, İstanbul’dayken Fransa, Japonya, İsviçre, Hollanda ve İngiltere’de birçok kişisel sergiler açtım, uluslar arası fuar ve karma sergilere katıldım. Ayrıca birçok ülkede inceleme gezileri yaptım.
Zeliha Demirel : Resim yapmak sizin için bir çatışma unsuru mu, uzlaşma arayışı mı, kendini bir biçimde çoğaltma isteği mi, kimlere sesleniyor ve ne söylüyorsunuz?
Nevbahar Aksoy : Belli bir kesimi hedeflemiyorum yani büyük koleksiyonlar, müzeler gibi. Bu nedenle daha fazla kişinin resimlerime ulaşabilmesi için resimlerimin boyutlarını hep büyük tutmayıp, baskı tekniğinde de çalışmalar yapıyorum. Her sergimde izleyicilere en tercih ettiğiniz resim hangisi diye sorarım; bazıları daha fazla kişi tarafından beğenilse de her resim aşağı yukarı birisi tarafından tercih ediliyor. Ve bunları merak ediyorum. Çünkü resimlerim benim iletişim aracım. Ama izleyicinin beğenisi veya eleştirileri beni yönlendirmez. Bazı izleyiciler benim sergilerimden sonra sokağa farklı baktıklarını belirttiler. Hatta bazen sadece izleyicilerin değil, sanatçıların da bakış açısını değiştiriyorsunuz. Ben Taksim Sanat Galerisi'nde sergi açtığım zaman (70’li yıllarda) sürrealist çalışan yaşlı bir sanatçı da benim sergimden sonra gerçekçi stilde Eminönü resimleri çalışmaya başladı. Başka sanatçılarda yemcileri ve güvercinleri resimlerinde ele almaya başladılar. Resimlerimde yeni konuların yanı sıra özgün bir yorum arayışı içindeyim.
Zeliha Demirel : Resimlerinizde figürler hem içinde bulundukları zamana aitler hem de o zamandan çıkıvereceklermiş gibi…Anlık zaman bloğundan sonsuzluğa kurulan alegori var... Zaman kavramına nasıl bakıyorsunuz?
Nevbahar Aksoy : Eleştirmen Sema Olgaç’ta sokaklarımın zamansızlığı nedeniyle resimlerime kolay girilmediğini, ama girilince de çıkılmadığını yazmıştı. Kompozisyonlarım, fotoğraf gibi bir anı değil de yeniden kurulmuş bir alanı gösterirler. Sokaklar süreci olmayan sonsuz­luğa uzanan zaman dilimindeymiş gibidir. Güncel sokağın her zaman var olan elemanları­nı, kaosunu geçmişten gelece­ğe uzantısıymışçasına düşlediğim dinginlik arayışıyla yorumluyorum.
Zeliha Demirel : Geçtiğimiz ay “Hayır Ben Öldürdüm” adlı bir karma sergi düzenlediniz. Sergi yerli ve yabancı gençlerden oluşuyordu. Sizi bu sergiye götüren göçmeye uğradığını düşündüğünüz değerler nelerdi? Öldürdüğümüz her şeyle birlikte umutlarımızı da mı öldürdük?
Nevbahar Aksoy : Bu sergide yer alan resim, fotoğraf, video ve yerleştirmeleri gerçekleştiren bu genç sanatçıların içinde Alman, Japon ve İranlı erasmus öğrencileri de vardı. Batıda devlet ve belediyeler sanatçıları desteklediği halde yeterli olmadığından genç sanatçılar gurup kurarak atölye sorunlarını gidermek için terk edilmiş binaları işgal ederek kullanırlar. Galerilerde sergi açmakta zor olduğundan, alternatif mekânları geçici sergi alanları olarak kullanırlar. Alman öğrencilerin öncülüğünde sergi için kullanabilecekleri boş bina arayışında dolaşırken, bu sokaktaki bir esnaf benim mekânımı önermiş sergi için. Ben de galerimde zaten gençlere yer vermek istiyordum. Bunların çalışmaları ve tutumları hoşuma gitti ve sergilerine yer vermek istedim, üstelik satışa kapalı bir sergi olduğu halde. Burayı açmamın amacı zaten sadece ticari değil. Böyle satışsız sergiler genelde sponsorlarla, kurum galerilerinde veya bienallerde oluyor.
Zeliha Demirel : Soyunuk olmak ile çıplaklık arasındaki farkı ayırt edemeyen bir erk ile yönetilirken sanatsal duyarlılığın artması konusunda umudunuz var mı?
Nevbahar Aksoy : Umut olmasa sanatçılar ve galericiler her geçen gün daha yoğunlaşan sergiler açmazlar. Önemli yabancı sanatçıların sergileri de oluyor artık. Eskiden böyle değildi, 70’li yıllarda kimse cesaret edemiyordu, Türkiye piyasası nedir, nasıldır, satış olur mu gibi kaygılar vardı. Şimdi sanatçılar da, sanatseverler de şanslı. Sanat eğitimi veren okulların çoğalmasına rağmen galerilere olan ilgi artmış değil. Biraz da sanal ortamın da etkisi var. Etkinlikleri sanal olanaklarla izlemeyi yeterli görüyorlar. Sanal dünyanın sağladığı olanaklar çok güzel, ama eserlerin gerçeğini görmek çok daha farklı. 10 yaşımdan beri dünya sanatını kitaplardan tanımaya başladım, ama yapıtların karşısındaki etki bambaşka. Amsterdam’da röprodüksiyonlarından bildiğim Rembrant’ın büyük boyutlu “gece bekçisi” resmi karşısında çok etkilenerek ağlamaklı olmuştum.
Zeliha Demirel : Postmodernizme ve kavramsal sanata nasıl bakıyorsunuz? Modern dünya her alanda global bir prototip üretirken resim bundan nasıl etkilendi?
Nevbahar Aksoy : Kavramsal sanat 70’li yıllardaki foto-gerçekçi akımla aynı zamanda çıkmış akımlardan biridir. Aslında resim bir düşünce ürünüdür ve felsefesi vardır. Ben bunun plastik değerler taşıyor olması taraftarıyım. Kavramsal sanatta bu olgu çoğunlukla olmuyor. O açıdan benim sanat anlayışıma ters düşüyor. O kavramların da bazen çok fazla toplumu aydınlatmaya, değiştirip, dönüştürmeye katkısı da olmuyor. Kavramsal sanatın yeterince etkili olduğuna inanmıyorum. Günümüzde video art ve yerleştirme sanatı da çok yaygın. Fotoğraf gibi tabii ki sanatçılar videoyu da kullanabilirler. Resim gibi onunda iyisi kötüsü var, ama kimse eleştirmeye cesaret edemiyor, anlamıyor korkusuyla. Resimde global prototip anlayışı yok artık.
Zeliha Demirel : Son olarak güvercinlerin sizin için anlamı nedir?
Nevbahar Aksoy : Benim için kent dokusunun bir parçası. Güvercinler tüm dünyada hep insanlarla birlikte kentlerde vardır. Bizdeki gibi yurtdışında onları besleyen yemci yok, ama güvercinler çoğu zaman kalabalık meydanlarda ve parklardadır. Son zamanlarda yurtdışındaki ( Paris, New York, Milano) sokaklardan, meydanlardan değişik desenli güvercinleri de ele almaya başladım.
Zeliha Demirel : Sevgili Nevbahar Aksoy resim serüveninizde edindiğiniz bilgi ve birikimleri bizimle paylaştığınız için çok teşekkürler. Güvercinlerin kanatlarından dökülen imgeleminizde bol yıldızlı gökyüzü açsın…
 
Toplam blog
: 84
: 605
Kayıt tarihi
: 05.03.09
 
 

Konya Akşehir doğumluyum. Selçuk Üniversitesi, Mühendislik Mimarlık Fakültesi, İnşaat Mühendisliğ..