Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

16 Ağustos '09

 
Kategori
Yolculuk
 

Kabe kuşu/Karamık/Kuru ekmek

Kabe kuşu/Karamık/Kuru ekmek
 

Kırlangıç yuvası (Kabe Kuşu) Ustanın yıkmadığı yuva


İkindin sonraları gün akşama devrilirken, Yenice üzerine Kazdağları’ndan serin bir esinti gelir.
Gerçi bu yaz, iki gün çok sıcak oldu.
Diğer günler hep serin geçti, geçiyor.
“Yaz gelmedi” diyenler bile var.
Temmuz ayı içinde, akşam üzerleri hep yürüyüş yaptım.
Kendimi biraz fazla kaptırdım galiba.
Ağustosun ortası oldu. Ben hala, yürümeye devam ediyorum.
Bir gün hızımı alamadım. Saat 13’te, Güneş’in en tepede olduğu saatlerde düştüm yola.
Sırtımda, bir çanta.
Çantanın içine, (abartmıyorum) en kuru ekmekten ve de bir baş soğan koydum.
Su almadım. Yol boyu çeşme dolu.
Bir bıçak aldım.
Gerekli olabilecek, ufak tefek şeylerde koydum çantaya.
Gideceğim yer.
Doğduğum köy, “Sofular Köyü.”
13 km.
Yola çıktım.Yanımdan araçlar gelip geçiyor. Korna çalanlar, el edenler…
Durup “bin, ” diyenler.
“Yapma Hoca!” bu sıcakta olmaz böyle diyenler.
Elime çatamaklı bir sopa almışım. Musa’nın asası gibi.
Gerçekten insan “tek başına yürürken” çok düşünüyor. Çok “hayaller” kuruyor.

Yenice’den ayrıldıkta sonra, yol kenarında yeni yapılan bir çeşmenin önünde durdum.
Yeni yapılmış bir çeşme.
Çeşmenin arkasında küçük bir ev inşaatı var.
Ustalar çalışmakta.
Ben çeşmenin yapılış şekline bakarken, tavan kısmının sıvanmadığını, yan kenarlarının, “Kale Bodur” yapılmadığını fark ettim. Çeşmenin görünmeyen yan tarafında bir tangırtı oldu.
Bir işçi teneke içinde malasını temizliyor.
Kolay gelsin dediğimde…
Aaaa! Usta benim okuma-yazma kursunda ders verdiğim bir abimiz.
Oooo hocam! Hoş geldin.
Hoş beş.
“Bu çeşmenin tavanını sıvamamışsınız” dedim.
Bekliyoruz, dedi.
Neyi?
Kabe kuşunu
Kabe kuşu mu?
He kırlangıç kuşu, İç tarafta yuvası var. Yavruları büyüsün, uçsunlar.Yuvayı o zaman yıkıp sıva yapacağız.
!!??

Allahım! Şu güzelliğe bak. Şu ustaya bak. Bir kuşu bekliyor. Bu usta sadece bina yapmıyor. Bu usta, hâşâ “kâinatın ustası” sanki.
Elin oğlunun, “sofrada beklemeye” sabrı yok.
Bu yapılan güzel harekete ne demeli?
Siz koyun adını.

İnsanların, ”yan baktın” diye birbirini boğazladığı Dünya’da, şu örnek davranışa bakın.
Çeşmenin başından ayrıldım.
Vurdum kendimi yola.
Yol yokuş.
Motor su kaynatmazsa iyi.
Kaynatmaz herhalde. Antremanlı, ne de olsa.
Hep aklımda, “usta ve Kabe kuşu.”
Kuş yavrularının bir kusuru varmış. Kıçlarını yuvanın ağzından çıkarıp, duvarı kirletiyorlarmış. Ustada duvara çamur sürmüş, temizlemesi kolay oluyormuş.
Usta dedim;
”İki küçük kuş için işini yarım bırakıyorsun. Yık yuvayı kopar kafalarını gitsin!”
Hoca! Senin neye böyle dediğin biliyorum. Bu kuşlar var ya. Olmasınlar sinekler bizi yer bitirir. Kırlangıç kuşları havada sineklerle besleniyor. Hem biz yıkmaya değil, yapmaya geldik.
Tamam! Şaka yaptım şaka. Ne kadar doğru. ”Yıkmaya değil, yapmaya gelmek.”
Yokuşun bitmesine az kaldı.
Yol kenarlarında karamıklar (böğürtlen) olmuş.
Duruyorum, karamıkların önünde.
Ellerime diken batırmadan atıştırıyorum.
Taksiler geçiyor yanımdan.
Düt dütüüüt.
Size de düt düt!
Umurumda değil.

Yokuşu tüketiyorum.
Atmacaları, seyrediyorum.
Ağustos Böceklerinden keman resitalleri dinliyorum.
Bazen solo bazen de tam orkestra çalıyorlar.
Bu “Ağustos Böcekleri” hava sıcaklığına göre şiddetini artırıyorlar seslerinin.
Dikkat ettim. Ege sahillerindeki, Ağustos Böcekleri daha canlı keman çalıyorlar.
Gökova’da mesela.
Gökova’daki, Ağustos Böcekleri “daha entelektüel” demek ki.

Amcamın oğlu duruyor yanımda.
Bin amca!
Binmem.
Bir enişte geliyor. Hadi gel.
Gelmem.

Bir çeşme başında mola veriyorum.
Suyu güzel.
Su serpiyorum yüzüme, kollarıma.
Kuru ekmeği çentikliye çentikliye, soğanla yiyorum. Kuru ya ekmek!
Suyla yumuşatıyorum.
“Gönül hattini” bilsin.
Vuruyorum yine kendimi yola.
Köye yaklaşıyorum.
Bir tarlanda, açılmış çukurun içinde bir adam çalışıyor. Elinde balyoz taş kırıyor.
Adamı tanıyorum. Adam tam 78 yaşında. O sıcakta, çeşme yapıyor.
“Ben çalışmadan duramam, ” diyor.
“Yaşın 78 olmuş. Sana içecek su mu yok?” diyorum.
Gülüyor.
Bir borudan su akmakta, bir sopanın ucunda bir tas asılı.
Doldurup, içiyorum bir tas suyu.
Soğuk.
Sanki dolaptan çıkmış gibi.
Çok güzel.
Ayrılıyorum, köylümden.

Köyün girişindeki mezarlığın yanından geçiyorum.
Bakıyorum tanıdıklarımın ölüm tarihlerine.
Hüzünleniyorum.
Pehlivanların pehlivanı, ”Afacan Dayı”
Kurtuluş savaşı Gazisi, Altın Madalyalı “Emin Dayım.”
Bilgelerin bilgesi, ”Hanife Ninem”
Köye ilk gramafonu ve radyoyu getiren, “Rıza Dedem.”
Ölüm var, bu güzel Dünya’da ölüm.
“Kuş yuvasını bozmayan ustada var.”
“Seksen yaşında çeşme yapan yaşlı adamda var.”
“Hiç işe yaramadığı” halde yüz yaşına gelenler var.

Köyüme giriyorum.
Herkesin köyü gibi bir köy.
Hayvanlarla, insanların içi içe yaşadığı bir köy.
Her zaman kapıları açık.
Kilitsiz köy.
Açların ve açıkların olmadığı köy.
Zengini de yok. Fakiri de yok.
Ben geldim.
Hoş geldin.
Nasıl geldin?
Yayan geldim.
Okula da, çok yayan gelip gitmişti bu çocuk.
“O günler mi aklına geldi öğretmen?”
“Geldi be Memet Dayı geldi.”

Aklıma neler geldi.
Neler geldi.
Bu yollarda neler var?
Bir bilsen, “Memet Dayı.”
Bu “yollar” adamın aklını başına getiriyor.

 
Toplam blog
: 420
: 1641
Kayıt tarihi
: 19.12.08
 
 

1957 Çanakkale/Yenice doğumluyum. Öykü ,deneme, şiir yazarım. Yazdığım bir çok şiirin bestesini d..