Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

12 Ocak '10

 
Kategori
İnançlar
 

Kabe'ye Bakış-2: Bakış açısı önemli mi?

Kabe'ye Bakış-2: Bakış açısı önemli mi?
 

Çıkan bölümün özeti: Kendini yazar sanan zat yaşamış olduğu ulvi bir maceranın sonrasında aklında kalanları paylaşma gayesi güttüğünü söyleyerek hatıratını yazma girişiminde bulunmuştur. Bir evvelki risalede konuya zar zor girebilmesi hasebiyle özetleyecek fazla da bir şey yazmamıştır. İlla ki özet diyenler için Kabe’ye yolculuk öncesindeki çanta vesair hazırlıkları ile ilgili bir yazıdır diyebiliriz. Bundan sonrası daha mühim bizce. Bakalım neler olacak…

***

Kutsal beldelere yapılacak ziyarette lüzum hasıl olacak kimi eşyaların yavaş yavaş derlenmesi ve toparlanması gittikçe bir ritüele dönüşmekte ve başdöndürücü bir hızla da ilerlemekteydi. Kafamda yer alan soru işaretleri yeni gelenlerle birlikte neredeyse bir kabile edecek raddeye erişmişti. Bu soru işaretlerin ekseriyeti şahsi geleceğim ile ilgiliydi kuşkusuz. Çünkü böyle bir fırsat kolay kolay ele geçmeyeceğinden ele geçen bu fırsatı olabildiğince iyi değerlendirmek gerekiyordu.

Yıllar evvel alınan ve balayı haricinde de kullanılmayan kocaman bir valizimiz vardı. Eşya çok olur düşüncesi ile onu doldurmaya başlamıştım ki zaten başka bir çanta kifayet etmeyecekmiş. Tıka basa doldu. Lakin ufak bir sorunuz vardı. Bu tekerlekli valizin en öenmli özelliği olan tekerleklerinden bir tanesi yamulmuş ve kati surette dönmüyordu. Ölürüm de dönmem diye direten bu tekerleğe o an itibarı ile yapacak bir şey de bulamadım, zira artık yolculuğa çıkıyordum. Son dakikada çanta değiştirmek vasıtayı kaçırma riskini göze almak demek idi ki benim gibi evhamlı adamın edeceği iş değildi. Öylece çıkıldı evden…

Evvela kayınbiraderimde bir gece konaklayacağım Ankara’ya yolculuk başladığında iki arada bir derede kalan tipik insanoğlu örneği teşkil ediyordum. Evimden-eşimden ayrılmış yola koyulmuştum; ayrılmanın getirdiği hüzün gidilecek yerin ulviyeti ile maskeleniyor ve yürekte “maskeli balo”ya dönüşüyordu olanlar…

Uçağa binmek için gerekli evrakları almak ve sair işlemleri yapmak maksadı ile Ankara’da Diyanet İşleri Başkanlığı’nın merkezine gitmeye kalkışmıştım. Ancak yanlış otobüse binmenin cezasını dönmeyen tekerleğe sahip koca valizi sürüklemeye mahkum ettiğim ellerim çekecekti. Öyle ki elleriniz boşken yürümeye üşeneceğiniz bir mesafeyi elimde koca valiz ile yürümek zorunda kalışım ve mezkur valizin tekerleklerinden birisi dönmez iken ikincisinin de ona eşlik etmeye başlaması belli ki sabrımın ölçüldüğünün habercisiydi. O zaman isyan etmemek şarttı. Daha ilk dakikada kendi kalemize gol atmanın alemi yoktu değil mi?

Sabır sınavı demişler. Diyanet İşleri Başkanlığı’ndaki bilgilendirmede de hepimiz bu konuda uyarıldık. Türlü zorlukla karşılacağımız ve sürekli sabretmemiz gerektiği söylendi. Biliyorduk ancak bilmek ayrı, anlamak ayrı, uygulamak ise apayrı bir şeydi. Bakalım çıtkırıldım yazarınız ne edecekti?

***

Eskiden, çok eskiden hakikaten de HAC yolculuğu oldukça meşakkatliymiş. Kervanlarla gidilirmiş. Çölleri aşmak gerektiğinden bu yolculuğa herkes dayanamazmış. Kah hastalıktan ölenler, kah yolda soyguna maruz kalanlar olurmuş. Hasılı kelam eskiden oldukça zor ve sabır isteyen bir yolculukmuş. İşte o dönemleri düşününce “Ulan zorluğu eskidenmiş, şimdi biz rahat rahat gidiyoruz işte. Uçakla 3-4 saatte gideceğiz, cart diye varacağız, curt diye otelimize yerleşeceğiz. Oh ne ala. O zaman neye sabır edeceğiz, nelere katlanacağız ki ibadetimizin sevabın arttırıp derecemizi yükselteceğiz acaba?” şeklinde yeni bir soru işareti daha yerleşti, karanlık ve kokuşmuş beyin kıvrımlarıma. Öyle ya, şimdi her şey çok kolay değil mi?

Dış şartlar kolay olabilir ancak iç şartlar değişti azizim. Al işte valiz sendromu. Evden çıkarken fark ettiğim dönmeyen bir tekerlek; yolda ona eşlik etme inceliğinde bulunan öteki tekerlek ve yanlış otobüse binmek suretiyle epeyce yolu yürüyerek gitmek zorunda olan bendeniz. Şimdi çöldeki bahtsız bedevi fıkrasına bağlayacak değilim elbet. Kapanışı domuz gribi ile yaptığımı da düşünürsek şartların eskiden olsun, şimdiki zamanda olsun her daim insanları zorlayacağını anlamamak olanaksız. Yani kervanla gidemiyoruz diye üzülmemek lazım. Ona benzemez ne zorluklar olacak ki sabredeceksiniz…

Elbette yaşanılan o huzur dolu günlerin anısına; Beyt-i Atik’in ve Ravza-i Mutahhara’nın hatırasına saygısızlık edip her güçlüğü aktaracak değilim. Aksi takdirde ne ruhaniyet kalır, ne de ulviyet. Zaten olaya turistik gezi gözü ile bakanlar varsa onlara da gezip görülecek daha güzel(!?) yerler var diyebiliriz (Güzellik göreceli bir kavram ne de olsa)... Bu sebepledir ki anlatacağım iki olumsuz olay ilk başta ve en sonda yaşadığımdır. Zaten başka bir şey de hatırlamıyorum bu minvalde…

Hatıratımın bundan sonraki bölümünde dilimin döndüğünce kutsal beldelerdeki halet-i ruhiyemi anlatmaya gayret edeceğim. Ancak tekrar etmekte fayda var, ne kadar anlatmaya çalışırsam çalışayım ve hatta ne kadar mükemmel anlatırsam anlatayım yaşamadıkça tam manasıyla anlaşılacak şeyler değildir. Zira basitçe bir meyveden bile herkes farklı lezzet alırken böylesi bir olayndan aynı zevki almamız ve aynı şeyleri hissetmemiz beklenemez. Çünkü “bakış açısı” kadar “alış açısı” da önemlidir…

Gelecek program: Kabe’ye Bakış-3: Çocukluğa dönüş

 
Toplam blog
: 656
: 1708
Kayıt tarihi
: 08.12.08
 
 

Allah kimisine “Yürü ya kulum” demiş. Ben onu “Yürü, yaz kulum” anladım. Yürü anca gidersin manas..