Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

12 Ocak '10

 
Kategori
İnançlar
 

Yeryüzü ve gökyüzü neden yaratıldı?

Yeryüzü ve gökyüzü neden yaratıldı?
 

orkide


<ı>“Geceyi, gündüzü, Güneş’i ve Ay’ı sizin emrinize vermiştir.(…) Böyle yapmıştır ki, O’nun kereminden nasip arayasınız ve şükredebilesiniz. Allah’ın nimetlerini saymaya kalkarsanız, onların sonunu getiremezsiniz.”(Nahl, 70/16, 12-18)

Yakın gökler, Güneş, Ay, yıldızlar insana boyun eğdirilmiş, insanın emrine verilmiştir. Yani en küçük detayına kadar, insanın içinde yaşam sürebileceği, faydalanabileceği şekilde düzenlenmiştir. (Diğer gezegenlerde ve hatta Dünya'dan kopmuş parça olan Ay'da bir tek sinek, ot bile olmaması, bizim Dünya'mızın ne kadar özel olduğunu anlamamız için yeterli değil midir?)

Allah insana kendi ruhundan üflemiş, bilinçli bir canlı olarak yaratmıştır.

İnsana farklı yetenekler, akıl ve duygular hep kendisinin ve çevresinin farkında olması, yararlanması, mutlu olması ve tüm bu nimetlerden dolayı Allah’ı hatırlaması, şükretmesi, O’nunla sevgi bağını güçlendirmesi ve böylece bir başka boyutta sonsuz mutluluğa erişmesi için verilmiştir.

Sadece insan ağzında 500 çeşitten fazla, insan vücudunda milyarlarca faydalı bakteri, yeryüzünde 100 milyondan fazla çeşit ve hepsinin kendi içinde düzeni, doğayla ve diğer çeşitlerle ilişkileri vardır: Arılar ve böcekler olmasa meyveler ve bitkiler verimli olmaz, solucanlar olmazsa toprak havalanmaz, yılanlar azalsa fareler artar, akbabalar azalırsa ölen hayvan leşleri salgın hastalıklara sebep olur, ... bazı araştırmalardan çıkan sonuçlardır.

Ancak pek çok insan tüm bu özelliklerin, kendisi için hazırlanmış bu düzenin, bildiğimiz hiç bir gezegende olmayan özellikleriyle Dünya’nın ve yaşamın çok özel bir hediye olduğunun henüz farkında değildir.[1]

<ı>“ Sizin için işitme gücü, gözler ve gönüller vücuda getirdi. Ne kadar da az şükredersiniz!”(Secde, 75/32, 9)

<ı>“Dedi: ‘Beni azdırmana yemin ederim ki, onları saptırmak için senin dosdoğru yolun üzerine kurulacağım. Sonra onlara; önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından musallat olacağım. Birçoklarını şükreder bulamayacaksın.” (A’raf, 39/7, 16-18)

<ı>“Allah size zorluk çıkarmak istemiyor. Ancak sizi temizlemek ve üzerinizdeki nimetini tamamlamak istiyor ki, şükredebilesiniz.” (Maide, 110/5, 6)

<ı>“Ölü toprak onlar için bir mucizedir. Onu dirilttik, ondan dane çıkardık; bak işte ondan yiyorlar.(...) Ki onun ürününden ve ellerinin yapıp ettiğinden yesinler. Hala şükretmiyorlar mı?” (Yasin, 41/36, 33, 35)

<ı>“Allah o hayvanları sizin hizmetinize verdi ki, şükredebilesiniz.” (Hac, 88/22, 36)

İnsana bütün bu nimetler, insanlar onları yağmalasınlar ve yok etsinler, israf etsinler ya da biriktirip başkalarını nimetlerden mahrum etsinler diye verilmemiştir elbette.

Şükür/Allah’a teşekkür, Allah’ın, insanlar sevgiyle ve mutlulukla Allah’a yakınlaşsınlar, ruhsal ve bilinç olarak gelişebilsinler, daha yüksek seviyede tekrar yaratılabilsinler diye yarattığı dünyanın, yaşamın, yeryüzündekilerin değerini bilmek, bunu içten onaylamak ve akılda tutmaktır.

Sağlıklı ve gönül hoşluğu ile yaşamak için yaratılmış lezzetlerin, güzelliklerin farkında olmaktır.

Her şeyi insanlar için mükemmel bir şekilde yarattığı ve düzenlediği için O’na minnettarlığı belirtmektir.

Mutlu olmak ve mutluluk vermek, sahip olunanların farkında olunacak duygular, “gözler ve gönüller” verdiği için Allah’a teşekkür etmektir.

Tüm nimetlerden yararlanmak, ama yaratılmış olanlara saygılı olmaktır.

Allah’ı sadece zorluk ve sıkıntı zamanında değil, varlık ve sağlık zamanında da anmaktır.

İnsanlarda acı, öfke, düşmanlık, olumsuz duygular uyandıran, insanları Allah’ a yaklaştıran değil, insanların arasındaki düşmanlıkları pekiştiren, şükürden uzaklaştıran görüntüler oluşturmamaktır.

Zenginliği mal biriktirmekten, daha çok paraya sahip olmaktan ve harcamaktan ibaret sanmamaktır. Sahip olunanların değerini bilmek ve yeterlilik duygusuna sahip olmaktır.

Şükür olarak fazlasını ihtiyaç sahipleriyle paylaşmaktır.

Okuyarak, düşünerek, öğrenerek, yaratılmış olan düzeni öğrenerek, dua ederek Allah’a yakınlaşmak, ruhsal yetkinlik ve zenginliğe ulaşabilmektir: Ruhsal yetkinliğe ulaşamamış, diğer canlılarla ortak, bedensel isteklerin ötesine geçememiş insanın dünyada ne kadar malı, mevkisi veya şöhreti olursa olsun sonraki yaşamda yeri yoktur. İnsanın ölürken yanında götürebilecekleri sadece yaşamı boyunca yapmış olduğu hayırlara, iyiliğe ve barışa katkısıdır.

Şükür, ibadet, oruç, bilim, yaratılmış düzeni öğrenme vd. insana özgü tüm çabaların hedefi insanı eğlenceden mahrum etmek değil, onu arındırmak, ruhsal seviyesini yükseltmektir.[2] Yani sadece, diğer memelilerle ortak özellikleri, beslenme, üreme, barınma içgüdüleri olan bir canlı olmanın ötesine geçirip, “Allah’ın dostları” olan kulları haline getirmektir.

İnsanlığın ortak değerleri yeni teorilere göre yeniden şekillendirilmeye çalışılıyor.

Ancak, bizim zamanımızın gelişmişlik ölçütü olarak alınıp geniş kitlelere benimsetilmeye çalışılan değerleri ile Kur’an’daki insanlığın ortak değerleri aynı değildir:

Kur’an’da kariyer yapmak, rekabet etmek, zengin ve ünlü olmak, egoizm yoktur.

Yaşamak sadece bir zevkler bütünü değil, aynı zamanda sorumluluktur.

Toplum rekabet değil, paylaşım temelinde şekillenir. “Altın kural: Altını olan kuralı koyar!” kuralı geçerli değildir. Kurallar haklıdan yana yapılır. Yaptığı saldırıda, savaşta yenilen saldırganın hakkı bile yenemez.

Bencillik, ancak toplum olarak varlığını sürdürebilecek bir canlı olan insan için, bireysel ve toplumsal ruh sağlığını, uyumu tehdit edici, hatta zaman zaman yıkıcıdır. En özgür ve kimseye ihtiyaçları olmadığını iddia edenlerin de öğrendikleri dilden ve bilgilerden, giysilerinin kumaşından, içtikleri suya, oturdukları konuttan, kullandıkları araç gereçlere kadar her şeyde, o yok saydıkları, küçümsedikleri diğer insanların emeği, bilgisi ve katkısı vardır.

Globalizm[3] çağında -kazanç yöntemine bakılmaksızın- mal, mevki, para kazananlar “kazananlar”, bunu beceremeyenler “kaybedenler” olarak adlandırılıyor. O kadar ki, eğer sürünüyorsan suçlusu sensin, aklın-yeteneğin yok ve hak ediyorsun diye kabul ediliyor. Çocuklar birbirine kızınca “looser” (kaybeden, beyinsiz, beceriksiz) diye sövebiliyorlar. Böylece "kaybeden", suçlu, bilinçli olarak devletler ve politikacılar eliyle kurulan mutlu azınlığın çoğunluğu sömürme ve yönetme düzeni değil, kişinin kendisi oluyor.

İslam’da ise “kazananlar” ve “kaybedenler” farklıdır:

Kazananlar, yapmak için anlaştıkları veya yaptıkları işi mümkün olan en iyi şekilde yapmaya çalışan, sadece emeklerinin karşılığını alıp, ondan başkalarına da pay çıkaran, sahip olduklarının değerini bilerek şükredenlerdir.

Kaybedenler ise, çeşitli yöntemlerle ve taktiklerle emeklerinin karşılığından fazlasını veya başkalarının zararına olarak para veya güç kazanan, kazandıklarını öncelikle kendi zevkleri ve hevesleri için harcayan ve hiçbir şeyi yeterli görmeyip kendileri için hep daha fazlasını isteyenlerdir.

Hangi dine mensup olurlarsa olsunlar, bütün insanların daha fazlasını yapabilmek için yarışacakları tek konu hayırlar, iyilik ve barıştır.

<ı>“Sizden her biri için bir yol/şeriat ve bir yöntem belirledik. Allah dileseydi sizi elbette bir tek ümmet yapardı. Ama size vermiş olduklarıyla sizi imtihana çeksin diye öyle yapmamıştır. O halde, hayırlarda yarışın! Tümünüzün dönüşü Allah’adır. O size, tartışmış olduğunuz şeylerin esasını bildirecektir.” (Maide, 110/5, 48)

Yeni düzen insanı şükürden ve doğadan da uzaklaştırıyor: Salatalığın standart ölçüleri şöyle, domatesinki böyle olmalıdır. Daha küçük veya büyük olan tonlarca ürün çürümeye terk edilmektedir. Ayrıca hiç birinin üzerinde hiç bir çizik, leke olmamalıdır. İleri sürülen amaç tüketiciyi korumaktır. Dış görünüm çok önemlidir. Ama ürünlerin artık kelebeklerin, kuşların uçmadığı tarlalarda yetişmesi, sineklerin bile ilgilenmediği yağlar, karıncaların itibar etmediği şekerler olması çok da sorun değildir. Çok kazanma hırsıyla ekonomik olarak getirisi olan tek çeşit (monokultur) ürünlerin bazı ülkelerin ekilebilir alanlarının çoğunu kaplaması, büyük firmaların yoksulun arazisini elinden alması ve ormanları yok etmesi, sebzenin ve meyvenin azalması, farklı türlerin yok olması da önemli değildir.

Vatandaş, hasta vb. olmanın yerini müşteri olmak almıştır.

Yaşlı insanların “raf ömrünü tamamlamış ürün” muamelesi gördüğü bu düzende insanlar, her yaşın kendi güzelliğini ve yaşam tecrübesine sahip olmanın saygınlığını yaşamak yerine, 40 yaşındayken 35 yaşında, 45 yaşına geldiklerinde 40 yaşında vb. görünmeye çalışarak yaşlanmaktadırlar. Kadınlar için ayrıca bir ideal olarak “top model” görünümü belirlenmiştir. Sanki insanlar da sanayi ürünüymüş gibi bu saçmalığa inanan yüz milyonlarca insan sağlıklı olduklarına ve sahip olduklarına şükretmek yerine, selülitleri, kırışıkları, standart dışı bedensel ölçülerini kendilerine dert ederek mutsuz olmakta, estetik ameliyatlar olup, kozmetiklere servet harcamaktadırlar.

İnsanlar elbette başkalarına ve kendilerine değer vermelidir. Hastalıkları ve sakatlıkları iyileştirmek için çaba harcamak doğrudur. Yerine göre estetik operasyonlar, protezler de gereklidir. Üretim elbette olabildiğince çok verim için yapılır. Tarım yapmakta amaç böcekleri ve kuşları beslemek değildir. Ama yapılan her türden müdahalenin sonuçları da göz önüne alınarak ve doğal dengeyi bozmadan!

İnsanın sahip oldukları o kadar çok ve değerlidir ki, bunların bazıları eksik olsa bile yine de şükretmek için her zaman neden vardır. Ama insanların çoğunluğu hep daha fazlasını isteyerek şükretmedikleri gibi, kaybetmedikleri sürece var olanı da ciddiye almıyor gözükmektedirler: Örneğin, gözlerinde sorun olan biri en azından iyi işitebildiği için, böbreklerinden sorun yaşayan biri astımı olmadığı için, ayağı kırılan biri kolunun da kırılmadığı için vb. memnun olur.

Genellikle, zenginlerin tersine, yokluğun ne olduğunu bilen, yoksullar sahip olduklarının değerini daha iyi bilirler. Varlık ve sağlık arttıkça şükür değil, talepler daha çok artar. Türkiye’deki üst-orta halli ailenin sahip olduğu olanaklar bile, örneğin, evde sürekli sıcak su, elektrik, televizyon, telefon, motorlu taşıtlarla çabuk ulaşım vb. geçmişte şatolarda, saraylarda ve onların sahiplerinde bulunmayan olanaklardır. Ama yaşam kalitesinin ölçüsü tüketim, mal, para olunca, üst-orta halli daha üste, üstteki de daha üste bakarak yoksulluk duygusu yaşıyor.

Işığın, nefesin, aklın değerini bilenler için sahip olunanların, şükredilecek olanların sayısı sonsuzdur. Ama bol olanın değersiz olduğu kabulü, az olana sahip olma tutkusu insanları haksızlığa ve israfa, birileri az olanı elde etmek isterken kaynakların israfına neden oluyor. (Örneğin, bol olduğu için istavrit veya patates değersiz kabul edilip, sadece az ve dolayısıyla pahalı olduğu için ıstakoz değerli kabul edilir.) Gücü yeten parasını lükse yatırdığı için milyonlar bir avuç yiyeceğe muhtaç hale geliyor.

Şükretmeyen için çıta hep daha yükseğe konur. Daha büyük ev, daha çok para, daha büyük tekne vs. hep ulaşılamayan hedef, yokluk duygusu vardır. Sonuçta, ekmeğini bölüşen kişinin tokluk/zenginlik duygusu, teknesini arkadaşının teknesinden daha küçük bulanın eksiklik/yoksulluk duygusundan çok daha pozitif ve mutluluk verici bir duygudur.

Özetle: Allah yeryüzünü ve gökleri güzelliklerle donatmış, yeryüzünü insanların yaşayabileceği şekilde oluşturmuş, insanlara iyi-kötü, güzel-çirkin duygusu ve akıl vererek bütün bunların farkında olmasını sağlamıştır. Yeryüzünde olmayanın rengi olarak gökyüzünün ve denizlerin mavi fonu üzerinde hiç bir ressamın tablosuna sığmayacak manzaralar, hiç bir heykeltıraşın yapamayacağı büyüklükte ve güzellikte, mevsimden mevsime, günün saatlerine göre farklı görünen doğal oluşumlar vardır. Derin denizlerde hayal ötesi tasarım ve özellikleriyle, karada her birinin kendine özgü özellikleri ile diğer canlılar ve bitkiler hep insanların yararlanması, göz zevki ve öğrenmesi için var edilmiştir. İnsandan beklenen, ne aşağılık duygusuna kapılarak doğayı tanrılaştırması, ne de yine aşağılık duygusundan kaynaklanan megalomanlıkla onu yönetme ve ona üstün olma çabasına girmesi değil, bütün bunların yaratıcısının Allah olduğunu bilerek O’na yakınlaşması, O’na şükür, teşekkür ederek gönül bağı kurmasıdır. İnsan ilişkilerinde ise bencil olmak yerine paylaşmayı hedef alması, diğer insanlara maddi veya manevi zarar vermeyip gerektiğinde yardım etmesidir. Böylece hem Dünyadaki yaşam mutlu olmak ve mutlu etmek olarak yaşanacak, hem de buna katkısı olanlar -hataları affedilmiş, iyiliklerinin karşılığı fazlasıyla artırılmış olarak- süresiz ve sınırsız, mutlu bir başka var oluşla tekrar ödüllendirilmiş olacaktır. İnsanların büyük bir çoğunluğunun başaramadığı sadece budur!

<ı>“İhsanın karşılığı sadece ihsan... Rabbinizin nimetlerinden hangisini sayarsınız yalan?” (Rahman, 89/55, 60-61)

<ı>“Ey sükuna kavuşmuş benlik! Dön Rabbine, razı etmiş ve edilmiş olarak! Gir kullarımın arasına! Gir cennetime!” (Fecr, 10/89, 27-30)



[1] Konuyla ilgili olarak ayrıca, blog: Kur’an’a göre dünyanın yaratılışı

[2] İlgili olarak blog: İbadetin kime, ne faydası var?

[3] İlgili yazı: Son imparatorluk:Globalizm

 
Toplam blog
: 174
: 4451
Kayıt tarihi
: 19.06.09
 
 

1958  doğumluyum. Arkeologum. Evliyim. Çocuğum yok. Çalışmıyorum. Yıllarca çalıştıktan sonra, zam..