Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 
 

Esradan Öyküler Fotoğraflar Anılar

http://blog.milliyet.com.tr/esradanoykuler

05 Temmuz '18

 
Kategori
Öykü
 

Kaçak

Kaçak
 

Polis, kadının kırmızı saçlı kafasını polis otosunun içine sokarken  “eğ başını!” diye bağırdı. Bir itiş kakış arasında girdi arabaya kadın. İki yanına birer polis oturdu, öne bir tane daha. Komiser falan olmalı ki; diğerleri ondan biraz çekiniyorlar. Şoför olarak ta dördüncü bir polis geçti direksiyona.

“Hadi gidelim çabuk, insanlar toplaşmaya başladı sonra zor alırız ellerinden bunu” dedi kadına bakarak yüksek sesle öne oturan sonra şoföre eliyle “yürü” işareti yaptı. Gözleri düşmanca bakıyordu, hepsinin gözleri, hareketleri düşmancaydı. Araba hareket etti yola çıkar çıkmaz hızlandı, öndeki komiser tekrar geri dönüp baktı kadına, adeta tükürür gibi “neden yaptın insafsız?” dedi. “Yahu kardeşim ceset gördüm de böylesini görmedim. Otuz darbe vardı herhalde üzerinde. Vurmuş ta vurmuş bu pislik”

“ Biz vardığımızda hala vuruyordu komiserim. Suçüstü yani, suç aleti meyve bıçağı gibi adi bir bıçak, yakaladığımızda elindeydi hala. Olay yeri aldı bıçağı” Dedi kadının sol yanında oturan polis.

“ Hey! Sana söylüyorum kadın” dedi komiser bağırarak “ Neydi derdin? Ne yaptı bu adam sana da öyle vurdun?” Kadın anlamsız gözlerle baktı, bir şey söylemedi. “Neyse” dedi komiser “emniyette konuşursun nasıl olsa, bülbül gibi şakırsın orada.”

Ancak konuşmadı kadın. Günlerce uğraştılar hiçbir şey söyletemediler. Duvar gibiydi ne konuşuyor ne bir tepki veriyordu. Sonunda bir hastaneye gönderip muayene edilmesini istedi savcı.  Kadının ağır bir şokta olduğu bir müddet tedavi görmeden konuşamayacağı anlaşıldı ve katil kadın polis gözetiminde hastanede tedaviye alındı.

“ Adı,  İpek Güngör bu isim size bir şey çağrıştırıyor mu? Çağrıştırmaz çünkü siz sadece dizi yıldızlarını ve şarkıcıları bilirsiniz ama bu kadın da çok ünlü bir ressam. Daha geçenlerde İsviçre’de bilmem ne ödülü almış dünya çapında yani öyle ünlü.” dedi gazeteci Burcu Akarsoy arkadaşlarına. Toplantı odasında günün toplantısını yaparken bu olayı getirmişti önlerine. 

“ İyi de niye öldürmüş o adamı bu kadın madem o kadar entelektüel. Öldürdüğü de bir kamyon şoförü öyle değil mi? Hayatları birbirine fersah, fersah uzak iki insan” dedi masanın diğer ucunda oturan Vildan. Konuşurken kırmızı ojeli ellerini abartılı bir şekilde kullanıyor yeni yaptırdığı manikür nedeniyle güzel olduğuna emin olduğu ellerinin görülmesini istiyordu.

“ İşte tam da bunun için araştırmak istiyorum. Bu arada manikürün güzel olmuş Vildan, gördük ” dedi Burcu “ Çok ilginç değil mi dünya çapında bir ressam hiç ilgisi olmadığını düşündüğümüz bir kamyon şoförünü otuz iki bıçak darbesi ile vahşice öldürüyor. Yakalandığında her yeri kan içindeydi dedi komiser Rıfat”

“ Pekâla” dedi o ana kadar hiç konuşmamış olan Yazı İşleri Müdürü Nedim Bey; “Bu iş senin Burcu. Araştır bakalım. İşe kadını görmekle başlayabilirsin.  İyi bir hikaye çıkartırsan ilk sayfadan basarız”

Burcu masanın altından yumruğunu yanında oturan Faik’in dizine indirdi. “ Yaşasın” dedi sessizce. Faik acıyla dizini ovuşturdu. Diğer gündem maddeleri ile toplantı devam etti Vildan’ın ojeli elleri sürekli ortadaydı. Burcu konuşulanlara dikkatini veremedi aklı kendine verilen işteydi. Toplantı biter bitmez hiç vakit kaybetmeden hastaneye gitti fakat kadını görmek şöyle dursun bulunduğu kata bile çıkmasına izin vermedi polisler.  Öldürülen kamyon şoförünün ailesi “kana kan” deyip dolanıyorlardı etrafta, o nedenle kuş uçurtmuyordu polis. Kadınının güvenliği söz konusuydu. Bu şekilde görüşemeyeceğini anlayan Burcu doğruca gazeteye gitti. Her başı sıkıştığında yaptığı gibi  arkadaşına koşup “Vildan’ cığım vallahi bayılıyorum ellerine nerede yaptırıyorsun sen manikürünü benimki hiç böyle olmuyor “ diye hayatında hiç manikür görmemiş ellerini kızın burnuna uzattı. “ Yemezler Burcu hanım manikür falan hikaye ne istiyorsun onu söyle bakalım” dedi Vildan isteksizce.  Vildan’ın amcası emniyet amiri Ahmet Yener’ den bir izin yazısı koparmak istiyordu Burcu.

 Arkadaşına yalvardı yakardı sonunda amcasından yardımı koparıp kadının yanına girebileceğini gösteren yazıyı aldı. Amcanın tek bir şartı vardı o da bir şey öğrenirse gazeteden önce emniyete bildirecekti. Vildan’ a yapılan gösterişli bir teşekkürden sonra ertesi günü gazeteye gitmeden doğruca hastaneye gitti. Elindeki belge çok işine yaramış bu sefer rahatça girebilmişti kadının yanına fakat kadın konuşmak istemiyordu. Bütün gazetecilik hünerlerini sıraladı ama nafile. O sırada üzerlerine komiser Rıfat geldi. “ Sen ne yapıyorsun burada? “ dedi kızarak. Burcu’nun elindeki izin belgesini görünce daha çok sinirlendi. “ Ne yapıyor bunlar ya? Daha soruşturma bile tamamlanmadı gazetecinin ne işi var burada?”

“ Komiserim kızmayın, yeminle bir şey öğrenirsem önce size haber vereceğim söz verdim” dedi Burcu pişkin bir tavırla. “ Zaten pek işe yaramadı gelişim. Konuşmuyor İpek Hanım” dedi. Komiseri daha fazla kızdırıp tekrar gelişine engel olmasın diye hemen ayrıldı odadan çaresiz gazeteye döndü. Vildan’ın meraklı bakışlarına olmadı anlamında bir omuz silkip google da kadının ismini arattı.

İpek Güngör’ün Hayat hikâyesi çok bilinmiyordu. Eskişehir’ de çalıştığı yazıyordu internette. Atölyesi ve küçük çocuklara resim dersi verdiği sanat okulu oradaymış. Aldığı ödüller ne kadar büyük sanatçı olduğu falan filan. Görsellere girip yaptığı resimlere baktı uzun, uzun. Hemen hepsi gözlerinde derin bir acı bulunan kocaman gözlü kadın portreleri. Kimi yöresel kıyafetler içinde, kimi punk’çı, kimi prenses gibi hatta bir denizkızı bile vardı aralarında ama hepsi kocaman gözlü ve üzgün. Sonra ressamın fotoğraflarına baktı. Güzel kadındı aslında. Kısacık kesilmiş saçları asi bir tarzla kırmızıya boyanmış, elleri kolları her zaman iri folklorik takılarla süslü uzun etekli elbiseler ya da yırtık kotlarla gülümsemişti objektiflere. Hiç katile benzemiyordu. Ertesi günü Eskişehir’e gitmeye karar verdi.

Eskişehir’ de ilk ulaştığı yer İpek Güngör’ ün atölyesi ve sanat okulu oldu. Buradaki herkes şaşkındı ve olanlara inanmaz bir haldeydi. Onlara göre İpek Hanım karıncayı bile incitmeyecek kadar sevgi dolu bir yüreğe sahipti ve mutlaka işin içinde bir iş vardı iftiraya kurban gidiyordu. Etrafı dolaşırken duvarda asılı bir belgede İpek hanımın isminin N.İpek Güngör olarak yazıldığını fark etti. Bu (N) harfi ile başlayan ismin ne olduğunu kimsenin bilmediğini öğrenince şaşırdı.  Kadının banka işlemlerini yürütenler bile sadece (N) harfini biliyor ama bu (N) hangi ismin baş harfi bilmiyorlardı. Bu bilinmezliğin yanında bir de bilinenle karşılaştı; o da İpek Güngör’ün Almanya’ da okuyan Furkan Güngör isminde bir oğlunun olduğuydu. İpek Güngör’ün çalışma masasında on yedi, on sekiz yaşlarında görünen delikanlının bir de fotoğrafı vardı.  Atölyeyi ve sanat okulunu gezen Burcu burada katil bir kadından çok sanatına ve eğitime aşık bir kadının izlerini bulmuştu ama şu kimsenin bilmediği (N) harfi kafasına takılmıştı bir de annesi cinayetle suçlanırken oğlanın nerede olduğu. Bugüne kadar ortaya çıkmadığına göre hala Almanya’ da olmalıydı.  Odun pazarındaki sanat atölyesinden çıkıp Adalara kadar yürüdü. Eskişehir’i çok severdi. Bu şehirde tam beş yıl öğrencilik yapmış şehrin özgür ruhu iliklerine işlemişti. Porsuk kenarında çok sevdiği kafelerden birine oturdu neler öğrendiğini telefonunun not defteri bölümüne yazarak düşündü, kendine bir yol haritası oluşturdu. Buna göre ilk iş olarak çalıştığı gazetenin Almanya’ daki muhabiri Birol’u aradı. Kendisinden Furkan Güngör adlı öğrenciyi araştırmasını rica etti. Sonraki adım, kahvesini bitirdikten sonra Nüfus Müdürlüğüne gitmek olacaktı. Nitekim öyle de yaptı.  Nüfus Müdürlüğü çalışanları önce bilgi vermek istemediler ama çalıştığı gazeteyi ve emniyetten aldığı izin belgesini gösterince razı oldular. Kadının gerçek ismi Neriman İpek Güngör’ dü ve İzmir doğumluydu. Daha müdürlükten çıkmadan merdivenden inerken İzmir Milli Eğitim Müdürlüğünde çalışan arkadaşını aradı. Telefonundan Neriman İpek Güngör’ün nüfus kayıt bilgilerini ona gönderip bu kişinin İzmir’ de hiç okula gidip gitmediğini öğrenmek istedi. Çünkü kayıtlara göre annesi ve babası 1999 yılında ölmüşlerdi. İkisinin aynı tarihte ölmüş olması aklına büyük depremi getirmişti, eğer öyleyse belki de o depremin olduğu bölgede yaşıyorlardı.

Sanat okulundan aldığı adresle Nüfus Müdürlüğünden çıkar çıkmaz İpek Güngör’ ün evine gitmek için bir taksiye bindi. Polis tarafından mühürlenmiş daireye giremedi ama komşularla konuşabilirdi. İpek Hanımı herkes tanıyordu ve herkes tıpkı sanat okulundakiler gibi şaşkınlık içindeydi. Kimse onun katil olduğuna inanmak istemiyordu. Komşulara başka tanıdıkları olup olmadığını örneğin bir akrabasını bilip bilmediklerini sordu. Bir komşu Firdevs isimli bir kadından bahsetti. Kadın annesi gibi davranıyormuş İpek hanıma ama İpek Hanım ona “abla” diyormuş. Bu hanım daha önce bu mahalleye yakın otururken şimdi Batıkent’ e taşınmış, emekli bir öğretmenmiş ancak evin adresini bilmiyorlardı. Yine eli boş kalmıştı. Muhtarın yerini sorup Firdevs Hanımın taşındığı adresi öğrenmek istedi. Muhtar tarafından Nüfus Müdürlüğünde çekilmediği sorguya çekilip elindeki kimliğine rağmen gazeteye telefon açılmasından sonra adresi alabildi. Batıkent bulunduğu yere uzaktı. Tramvayla gidebilirsin dediler. Gitti ancak tramvaydan indikten sonra adresi bulabilmek için yarım saat dolaşması gerekti. Yorulmuş ve susamış bir vaziyette çaldı kapısını Firdevs Hanımın. Altmış yaşlarında sarı saçlı uzun boylu bir kadın açtı kapıyı. Firdevs Kalın olduğunu teyit etti ancak “ben bildiğim her şeyi polise anlattım” deyip kapatıverdi kapıyı. Birkaç kez ısrarlı, ısrarlı çalmasına rağmen bir daha açmadı. Yorgunluğuna bir de öfke eklenmişti şimdi. Buraya kadar boşuna mı gelmişti. O sırada İzmir’ den gelen telefon biraz içini ferahlattı en azından bir şey öğrenebilmişti. Evet, İzmir’ de, annesi babası 1999 yılında Gölcük depreminde ölmüş bir Neriman Güngör vardı ancak bu Neriman’ın isminin arkasında ikinci bir isim yoktu fakat anne baba isimleri ve soyadı tutuyordu. Bu çocuk 1999 yılına kadar İzmir’ de Atatürk İlköğretim okulunda okumuş ama depremden sonra hiçbir okulda kaydına rastlanılmamıştı. Depremden sonra resmi olarak evlatlık verilmediği nüfus kayıtlarından belliydi ancak bu akrabaları tarafından alıkonulmadığını göstermiyordu. Elindeki nüfus kayıtları ve kadının kimlik numarasını kullanarak internet üzerinden yaptığı araştırmada 2008 yılında vefat etmiş bir babaanneden başkasına ulaşamadı.  Akşam trenle İstanbul’ a dönerken bir arpa boyu bile yol gidemediğinin farkındaydı Burcu. “ Belki de yönümü değiştirmeliyim” diye düşündü. “ Hep öldüreni araştırdım bir de ölene bakalım ne bulacağız”

Ertesi sabah yaptığı ilk iş emniyete gidip Komiser Rıfat’ ı bulmak oldu, Mahir ve Firdevs hanım hakkında bildiklerini öğrenmeye çalıştı ancak Komiser Rıfat, Nuh dedi peygamber demedi ve “ devam eden bir soruşturma hakkında basına bilgi verme yetkisine sahip değilim” deyip hiçbir şey söylemedi. İş yine başa kalmıştı.  Gazeteye dönünce internetten Mahir Bülbüloğlu’  na ait facebook ya da instagram hesapları var mı onları araştırdı. Bulduğu facebook sayfasından Mahir’in Gaziantepli olduğunu öğrendi. Sayfa başsağlığı dileyenlerle doluydu bunlardan biri de Gaziantep Kamyoncular Kooperatifi başkanı Davut Eken’di. Sayfayı kapatırken “ insanlar ölmüş birinin face’ine neden başsağlığı yazar anlamıyorum” diye söylendi. İnternette Gaziantep Kamyoncular Kooperatifi’ni arattı ve bir telefon numarasına ulaştı. Hiç vakit kaybetmeden aradı numarayı. Karşısına çıkana Davut Eken ile görüşmek istediğini söyledi. Telefondaki kalın ses “ Benim” dedi. Burcu kendini tanıttıktan sonra;

“ Başınız sağolsun Davut bey, iş arkadaşınız Mahir Bülbüloğlunu kaybetmişsiniz. Ben onunla ilgili olarak aramıştım “ der demez daha bir şey sormasına fırsat kalmadan telefondaki adam öfkeli bir sesle anlatmaya başladı.

“ Sormayın hanfendi aslan gibi bir arkadaşımızdı Mahir. Pis kadın bunu da yapıp kanına girdi sonunda kardeşimizin.” Dedi

“Ne yapmıştı, önceden tanışıyorlar mıydı?” diye sorunca da daha bir öfkelenip

“ Tanışmaz olular mı ya? Karısıydı bir zamanlar bu katil onun. Ama ben çok konuştum Mahir’le takma kafana dedim, bırak peşini dedim ama dinlemedi. Epeydir ses çıkmıyordu. Sonra bu oldu işte ne bileyim ben. Çok üzüldüm çok” dedi adam.

“ Boşanmışlar mıydı evliliklerini gösteren bir kayda rastlamadım da” dedi çekinerek Burcu

“ İmam nikahı kardeşim. O yüzden yoktur kayıtlarda. Hem boşanma falan yok kaçtı kadın yıllar önce. Bir gün hiç sebep yokken adamın oğlunu da alıp kayıplara karıştı.”

“ Kadının oğlu değilmiydi, adamın başka kadından oğlumuydu çocuk?”

“ Yok canım kadınında oğlu tabi de ben lafın gelişi öyle söyledim” dedi Kamyoncular kooperatifi başkanı Davut Eken.

“ Haa dedi Burcu. Neden kaçtığını söylemedi mi size Mahir bey?”

“ Yok söylemedi “ dedi adam ters ters “ Neden kaçar bir kadın mutlaka başka bir kancık bulmuş onunla sıvışmıştır o…pu”

“ Neyse dedi Burcu ağzımızı bozmayalım da şimdi bu işin aslını bilebilecek başka ailesi yakını var mı orada Mahir’in?”

“ Valla bacım bir yeğeni ile dayısı var onlarda İstanbul’ a gittiler diye duydum. Allah vere de başka kan dökülmese. Giderken (kanını yerde komayız Mahir’in) diye gitmişler öyle duydum. Ama ne yapacaklar can tabi giden, başka napacaklar”

“ Allah korusun. Onlara yazık olur “ dedi Burcu adamın suyuna giderek “Sizden Mahir’in yol güzergâhını istesem bildirebilir misiniz bana acaba?”

“ Olur, burada çalışan bir kızımız var o tutuyor bu listeleri siz bana bir faks numarası verin ben göndertirim ona.” Dedi adam şimdi daha sakinleşmişti sesi.

“  Bu konuştuğumuz benim numaram, çıkmıştır ama isterseniz yazdırayım bir de gazetenin faksını vereyim, isterseniz mail de atabilirsiniz,  mail adresimide vereyim” deyip numaraları adama tek tek heceleyerek yazdırdı.

      Kamyoncular Kooperatifi Başkanı sözünü tuttu ve bir saat sonra Mahir’in tır güzergâhını gösteren liste eline gelmişti Burcu’ nun, Gaziantep’ ten başlayıp ta Münih’te biten uzun bir güzergâh. Listeye bakarak Almanya’ daki muhabirlerini aradı listeyi ona gönderdiğini çocuğu birde Furkan Bülbüloğlu ismiyle listede görülen Alman şehirlerinin civarında aramasını özellikle Münih’e dikkat etmesini istedi. Eskişehir Milli Eğitim Müdürlüğündeki arkadaşını tekrar arayarak Emekli ilkokul öğretmeni Firdevs Kalın hakkında ayrıntılı bilgi almak istedi. Arkadaşı biraz nazlansa da kayıtlara bakmaya ikna etti onu. Öğlene kadar yapacak işi yoktu o da cinayet mahalline gitmeye karar verdi.

       Sirkeci’de bir oteldi burası, genellikle tır şoförlerinin kaldığı fazla pahalı olmayan orta halli bir otel.  Polisin şeritlerle kapattığı oda hala kapalı halde duruyordu. Otel yöneticisi çok şikâyetçiydi bundan. Çok müşteri kaybetmişler yeni gelenler de durumu görünce kaçıyorlardı hemen. Bugün gelip kaldıracaktı polis odanın mührünü sözde ama öğlen olmuş bir ses çıkmamıştı.  Kapı mühürlü olduğundan açıp giremedi Burcu ama lobideki çocuk cep telefonu ile fotoğraflar çekmişti olay olduğunda, övünerek gösterdi Burcu’ya. Devrilmiş sandalye fırlatılmış yastıklar odada bir kavga olduğunun göstergesiydi. Fotoğraflardan birinde elinde bıçakla iki polis arasında İpek Güngör vardı. Ağzı yüzü, üstü başı kan içindeydi. Fotoğraftaki bıçağa büyüterek daha yakından baktı Burcu. Kırmızı saplı bir meyve bıçağı, galiba buna benzer bir bıçak onun evinde de vardı.

      Lobide görevli delikanlı konuşmaya çok hevesliydi maşallah. Onun gazeteci olduğunu öğrenince daha bir heveslendi. Fotoğrafını çekip gazeteye koyması şartıyla ne biliyorsa anlattı Burcu’ya

“ Yakışıklıyız abla belki bir gören filan olur bizde manken munken olur yırtarız paçayı. Sen koy benim resmimi gasteye” deyip anlattı. Mahir ile İpek birlikte gelmişler otele. İkisinin de suratı çok bozukmuş. Hatta delikanlı adamın kadını zorla getirdiğinden şüphelenmiş. Çünkü hep kolunu tutuyormuş kadının, asansörde bile tutmuş. Kayıt yaptırırken isimlerini Mahir ve Neriman Bülbüloğlu diye vermiş adam. Kimlik göstermemişler valizde kaldı aşağı inerken gösteririz demişler. Zaten kadın hiç konuşmamış hep adam konuşmuş otelin ücretini de peşin ödemiş. Çok valizleri de yokmuş aslında bir tane siyah tekerlekli bavul ona da polis el koymuş. Parayı peşin görünce kimlik konusunda fazla ısrar etmemiş delikanlı sonra da odaya çıkmışlar. Bir müddet sonra gürültüler, çığlıklar gelmeye başlamış.  Kavga olduğunu anlayıp polisi aramış. Polis kapıyı kırıp açtığında kadın adamın başında elinde bıçak hala vuruyormuş ama adam çoktan ölmüş. Odanın her yeri ve kadın kan içindeymiş.

      Çantasında lobideki oğlanın artistik bir fotoğrafı ve telefondaki cinayet mahalli kayıtları olduğu halde gazeteye geri döndü Burcu. Odasına gitmek için merdivenleri çıkarken Eskişehir’ den arkadaşı aradı. Firdevs Kalın’ın Emekli Sandığı ve TC Kimlik numaralarına ulaşmıştı onları verdi.  Koşar adım odasına gelip bilgisayarın başına geçen Burcu SGK sitesine girip Firdevs Kalın’ın iş geçmişini araştırmaya başladı ve tam da şüphelendiği gibi 2002-2004 yılları arasında Gaziantep’te görev yaptığını öğrendi. Mutlaka Gaziantep’ e gitmeli araştırmalarına orada devam etmeliydi. Konuyu Yazı İşleri Müdürüne aktarınca güçlü bir “ olmaz” ile karşılaşıp şaşırdı. “ Savaş var kızım orada gidemezsin” dedi müdürü. Türkiye,  Suriye sınırında terör örgütüne karşı harekâta kalktığından gerçekten sınır sıcak bölge haline gelmişti. “ Ya, benim savaşla ne işim olur patron ben gidip şu Mahir’i araştıracağım” dese de laf anlatamadı. Yazı İşleri Müdürü kardeşi saydığı merhum arkadaşının kızını savaş bölgesine göndermeyecekti.  O göndermeyecekti ama Burcu’ da takmıştı kafaya bir kere. Ertesi günün Cumartesi olmasını fırsat bilip uçaklarda ucuz bilet arayışına girdi. Nitekim Pazar gününe uygun fiyatlı gidiş dönüş bilet bulup kendi parasıyla aldı. Kredi kartından ödemeyi yaparken “ olmayan paranı da buralara göm bakalım Burcu Hanım” diye kendi kendine söylendi ama para sıkıntısı bile merakının önüne geçemiyordu. Eh Gazetecilik biraz da merak etmek değil miydi zaten.

       Pazar günü Gaziantep havaalanında iner inmez bir taksi ayarladı ve Kamyoncular Kooperatifine gitti. Kapalıydı ama karşıdaki kahvede oturan erkekler meraklı bakışlarıyla yardımcı olacağa benziyorlardı. Yanlarına gittiğinde oradakilerin çoğunun kooperatif üyeleri olduğunu anladı. Hemen hepsi Mahir’i biliyorlardı ve tek başına cinayeti araştırmaya gelmiş bu gazeteci kıza yardımcı olmak için seferber oldular. İçlerinden ikisi Burcu’yu alıp Mahir’in evine götürdü. Ev kapalıydı doğal olarak ama komşular açıktı. Başına toplandılar her biri ayrı bir şey anlatıyordu. Sonunda Burcu’nun kafası karıştı. Duyduklarını toparlayabilmek ve biraz sakin kalabilmek için kendini getiren adamlara bir şeyler yemek istediğini ona bir yer tarif etmelerini rica etti. Ricası adeta emir gibi algılandı ve hemen bir kebapçıya izzet ikram götürüldü. Onlarla birlikte komşulardan biri de gelmişti. “Bak kızım” dedi yaşlı komşu “ özellikle geldim ben. Benim adım Suat. Anladım ben senin kafanın karıştığını şimdi sana her şeyi düzgünce anlatacağım. Bu Mahir iyi çocuktur. Eli açıktır tüm komşular sever onu. Bundan on yedi, on sekiz sene kadar önce bir gün yanında gencecik bir kızla çıkageldi. O zamanlar benim mahallede tamirci dükkanım var. Ayakkabı tamir ediyorum. Genciz tabi o zamanlar el tutuyor göz görüyor, şimdi yaşlandık yapamıyoruz artık neyse doğruca bana geldi “ Abi ben bu kızı kaçırdım yaşı tutmuyor ama arkasından arayacak kimsesi yok bize bir imam nikahı kıydır dedi. Eh bize düşen vazifeyi yapmak, hemen bir hoca buldum iki de şahit nikahı bizim evde kıyıverdik. Bunlar önceleri pek mutlu mesut yaşıyorlardı hatta hemen bir de çocukları oldu, adını da ben koydum Furkan. Neriman iyi kadındı çok ta marifetliydi Allah var, fakat bizim Mahir zamanla değişti. Ev geçimi zor tabi uzun yola gitmeye başladı her gidişinde gelişinde evde hır gür çıkarıyordu. Sesleri duyulmayan insanların sesleri çıkmaya başlamıştı. Her evde olur böyle şeyler deyip aldırmadık. Bizim ilkokulun öğretmeni Firdevs Hanım vardı yaşıyorsa Allah selamet versin iyi kadındı, bu Neriman’ a çok analık etti o varken iyiydi ama kadının tayini çıktı gitti. İşte ne olduysa ondan sonra oldu Firdevs öğretmenin tayininin üzerinden bir sene geçmemişti ki bir sabah Neriman oğlanı da yanına alıp çekip gitmiş. Çok aradı Mahir yıllarca aradı ama bulamadı izlerini sonra vazgeçti. Öyle sanıyorduk biz ama şimdi bu duyduklarımız çok üzdü hepimizi. Bulmuş sonunda demek ki Mahir Neriman’ı, keşke bulmasaydı.” Deyip sustu yaşlı adam cebinden çıkarttığı mendile sildi gözlerini.

“ Bu kavgalarda şiddet oluyor muydu amca?” diye sordu Burcu

“ Bilmem ben ama her kavgada olur öyle şeyler fazla uzatılmaz “ dedi adam utangaçlıkla sırıtarak. Yanlarındaki şoförlerde sırıttılar. Öğreneceğini öğrenmişti yemeğin parasını ödemek istedi, şoförler yemin billah ödetmediler.” Sen bizim misafirimizsin bacım olur mu hiç öyle şey” dediler. O da hepsine ayrı ayrı teşekkür etti telefon numarasını, gazetenin adresini verdi İstanbul’ da bir işleri olursa seve seve yardım edeceğini söyleyip ayrıldı yanlarından uçağına daha iki saat vardı biraz Gaziantep’i gezdi savaşın sesleri duyuluyordu ama şehir kendi yaşantısına devam ediyordu çaresiz. Sokaklarda ne kadar çok Suriye’ li olduğunu görüp şaşırdı. “ Ne olacak bu insanlar” diye meraklanmadan edemedi.  “Bir yazı dizisi olur valla bunlardan” deyip aklının bir köşesine yazdı.

      İstanbul’ a gece yarısı döndü, evine gidip deliksiz bir uyku çekti.  Sabah gazeteye gider gitmez Yazı İşleri Müdürünün odasına dalıp bir gün önce yaptığı yaramazlığı utana sıkıla anlattı.  Azarı yedi tabi ama müdürün gözlerinde hayranlıkta vardı. Geçek gazetecilik böyle bir şeydi işte araştırıp soruşturacak öyle kendine dikte ettirileni yazmayacak.

“ Eskişehir’ e tekrar gitmem ve şu Firdevs Kalın denen kadınla muhakkak konuşmam lazım patron “ dedi. Neyse bu sefer izni koparmıştı derhal tren biletini ayarlayıp o gün yola çıktı Eskişehir’de kalacak yer bulurdu nasıl olsa.

        Firdevs Hanım gelenin gazeteci Burcu olduğunu görünce kapıyı açmamak için direndi ama Burcu “Her şeyi biliyorum Firdevs hanım bu görüşme İpek Hanımın yararına olabilir lütfen konuşun benimle” deyince dayanamayıp açtı kapıyı.

“ Nasıl yararına olacakmış? Oldu işte,  yıllardır kaçtığı şey sonunda. (Bizi bulursa ya o beni öldürür, ya ben onu) diyordu yaptı işte.” diyerek içeriye aldı onu Firdevs Hanım.

     Gece kalmayı düşünmüştü Eskişehir’ de, şöyle arkadaşlarıyla barlar sokağında felekten bir gece geçirmeyi çok istemişti ama öğrendiklerinden sonra durum acildi İstanbul’ a dönmeye karar verdi Burcu. Ertesi sabah ilk işi Komiser Rıfat’ a gidip amcasına söz verdiği gibi öğrendiği her şeyi anlattı. Onlar da hemen hemen buna yakın şeyler bulmuşlardı. Burcu’nun bilmediği şey siyah valiz Mahir’indi ve içinde uyuşturucu vardı ayrıca cesedin altında da silah bulunmuştu.

“ Benim İpek Güngör’le mutlaka konuşmam lazım komiserim” dedi Burcu

“ Konuşmuyor ki nasıl konuşacaksın?” dedi bıkkın bir hareketle elini sallayarak Komiser.

“ Bir deneyelim belki ben bir yolunu bulurum konuşturmanın ha ne dersin abi?” deyip yüzüne güldü adamın.

“ Valla kız sende şeytan tüyü var. Konuşturamazsın ama hadi gidelim de bir dene bakalım ama sonra baklavayı yerim bak” deyip güldü Komiser Rıfat.

      Hastane odasının boş duvarına bakıp durmaktan yorulmuştu İpek. İçi rahattı yaptığından en ufak bir pişmanlık duymuyordu. Tek isteği şu odadan kurtulup hapishaneye mi hücreye mi nereye gidecekse oraya gitsin istiyordu. Odanın kapısı açılıp içeriye daha önce gelen o ufak tefek gazeteci kız girince sıkıntıyla ofladı. İşte yine başlıyordu sorgu sual. Ne diyecekti ki onlara. Öldürmüştü işte dahası var mı Mahir’i öldürmüştü.

      “ Mehaba İpek Hanım beni tanıyorsunuz daha önce de gelmiştim ben gazeteci Bucu Akarsoy” diyerek kibarca odadaki sandalyeyi kadının yatağının yanına çekti. İl gelişinde bir katille aynı odada tek başına kalmaktan ürkmüştü ama artık hiç korkmuyordu. İpeğin ne kendisine ne de başkasına bir şey yapmayacağını biliyordu artık.

“ İpek hanım ben Gaziantep’ e gittim orada Suat amcayla konuştum sonra da Eskişehir’ e gidip Firdevs hanımı buldum. Hikayenizi biliyorum. İşlediğiniz cinayet sizin için nefsi müdafaa demekti değil mi?”

      İpek şaşırarak baktı “ Ne diyordu bu ufak kız böyle?”

“ Bakın “ diye devam etti Burcu “ Mahir’ in size şiddet uyguladığını bundan bıkarak Eskişehir’e Firdevs hanımın yanına kaçtığınızı sonra orada yeteneğinizi keşfederek ressam olduğunuzu biliyorum. Aslında hikayeyi çözdüm ama emin olmak için sizden dinlemeliyim lütfen bana anlatın yardımcı olabilirim. Gerçekten kendinizi korumak için öldürdüyseniz ceza almazsınız ya da az bir ceza ile kurtulursunuz gazetem sizin arkanızda duracaktır gerekirse avukat tutarlar size “ bunu söylerken emin değildi ama söylemişti bir kere.

      İpek dolu, dolu gözlerle baktı Burcu’ ya. “ Sen bu işi kendimi korumak için mi yaptığımı sanıyorsun?” dedi. Burcu’nun göğsüne takılı mikrofondan konuşulanları odanın dışında dinleyen Rıfat oturduğu sandalyede zıpladı. Bir haftadır ağzını bıçak açmayan kadın ilk defa konuşmuştu. Kulak kesildi.

“Biz İzmir’ de oturuyorduk. Bir gün babam elinde sinema biletleri ile eve geldi. Annemle uçtuk sevinçten” diye anlatmaya başladı kızıl saçlı kadın. Zembereği boşalmış saat gibi anlatıyordu artık.

      Annesi ve babası ile Türkan Şoray’ ın filmine gittiğinde on üç yaşındaydı Neriman. Eski bir filmdi aslında Kültür Haftası etkinlikleri çerçevesinde yeniden gösteriliyordu ve babası bilet almıştı işte. Ne güzel bir gündü. Belki de hayatının en güzel günü. Bir yanında annesi, bir yanında babası adeta her bir karesini beynine kazıyarak seyretmişti Neriman. En sevdiği film olarak aslında tek seyrettiği film olarak kalacaktı uzun yıllar “ Selvi Boylum, Al Yazmalım”. Bu güzel günden sadece birkaç ay sonra kaybetti onları. Askerdeki dayısını Gölcük’e ziyarete gitmişlerdi ve deprem orada yakalamıştı onları artık ne dayısı vardı ziyaret edilecek ne de annesiyle babası. Büyük Gölcük depreminde ölen binlerce insanın arasına katılmıştı onlar da.  Babaannesi yanına aldı Neriman’ı ama yaşlı kadın kıt kanaat geçindiği köyde ne okutabildi onu ne de büyütebildi. Bir ev vardı işte Neriman’ın yatıp kalktığı o kadar. Tarlalara gitti, komşularla birlikte çapa yaptı, ahırlara girdi süt sağdı ama ne köylü olabildi ne de şehirli. On yedi yaşına girdiği gün onunla karşılaştı. Tıpkı “ Selvi boylum al yazmalım” filmindeki Kadir İnanır gibi yakışıklı bir kamyon şoförü. Kısa zamanda kararını verdi ve o da filmdeki Asya gibi kaçıverdi Mahir’e. İlk zamanlar her şey çok güzeldi. Gaziantep’ e Mahirin memleketine gelmişler burada imam nikahı ile evlenip kendisi gibi kimsesiz olan Mahir’in evinde yaşamaya başlamışlardı. Evin gelirine katkıda bulunmak için köydeki kadınlardan öğrendiği gibi dantel örmeye başladı Neriman.  Sehpa örtüleri yatak takımları örüyor komşulara satıyordu. Kısa zamanda Allah bir de oğul verdi onlara. Her şey filmdeki gibi mutlu gidiyor derken Mahir değişmeye başladı. İçki içiyor kumar oynuyor eve gelince kavga çıkarıyordu. Kıskanma huyu çıkmıştı bir de. Yeni bir elbise giyse kıskanıyor, komşuya gitse kızıyordu. Kavgalar sıklaştı ve bir gece şiddet başladı. Önceleri şarhoşluğun etkisi diye aldırmadı Neriman. Ama şiddet her geçen gün biraz daha arttı. Bu sıkıntılı zamanlarının en önemli  desteği mahalle komşusu öğretmen Firdevs hanım bir de nişanlısına danteller ördüğü İzmir’ li öğretmen Nihat bey’ di . Gece dayağı yer sabah yara bere içinde okula onlara koşardı. Bu iki öğretmen ona yardımcı olmak için ellerinden geleni yaparlar yaralarını sarıp onu teselli ederlerdi. Nihat bey birkaç kez Mahir’le konuşmak istemiş ama yanlış anlar korkusuyla Firdevs Hanım engel olmuştu. Adam kırılmasın diye söylemiyordu Neriman ama Nihat bey yüzünden başlamıştı aslında bu dayak faslı.  Mahir bir gün onları sokakta konuşurken görmüş kıskançlığından çatlamış Neriman “ Dantel siparişi veriyordu vallahi, o adam nişanlı bu sene evlenip gidecek” dese de dinlemeyip canını çıkarmıştı zavallı kadının. Oğlu olmasa bir gün bile durmayacaktı ama hem oğlunu babasız bırakmak istemiyor hem de Mahir’ in deli tarafından korkuyordu. Ayrılmaya kalksa öldürürdü onu Mahir. Nitekim yine böyle dayak yediği bir gün “ seni terk edeceğim” dedi öfkeyle. İşte o zaman Mahir deli gibi saldırıp parmaklarını boğazına geçirdi “ boğarım seni kadın eğer böyle bir şey yaparsan gebertirim seni, bırakmam seni o sarı çiyan Nihat’a“ diye bağırıp boğazını öyle kuvvetle sıktı ki gerçekten boğacağını sandı Neriman. Korkudan günlerce kekeleyerek konuştu. Öyle konuşuyor diye de dayak yedi. 

      Firdevs Hanım ne yapıp edip bu Mahir’ den kurtulması gerektiğini söylüyordu ona ama cesaret edemiyordu Neriman. Ne zaman canına tak edip gitmeyi düşünse elleri boğazına gidiyor yaşadığı ölüm korkusu aklına gelip susuyordu. Önce Nihat öğretmenin sonra da Firdevs Hanımın tayini çıktı. Karalar bağladı Neriman ama çare yoktu. En çok ta Firdevs hanımın gidişi koymuştu genç kadına. Anası bellemişti neredeyse onu şimdi onsuz yeniden yetim kalmış gibi hissediyordu. Firdevs öğretmen irtibatını hiç kesmedi onunla. Mektupla telefonla bir şekilde ulaştı. İşte bu nedenle koca mahallede sadece Neriman, onun tayin olduğu Kastamonu’ da yapamayıp emekli olduğunu ve Eskişehir’ e yerleştiğini biliyordu.

       Bir akşam bir arkadaşıyla birlikte geldi Mahir eve. Sofra kurdurttu içki içmeye başladılar.  Neriman, yanına oğlunu da alarak odalarına çekildi. Mahir bir şey isterse diye tetikte bekliyordu. Çağırdığı zaman duymaz ya da vaktinde koşmazsa misafir filan dinlemez tokadı yapıştırırdı kocası.

Misafirin; “Yok, canım daha neler Mahir, olur mu hiç öyle şey yenge yapmaz öyle” dediğini duyunca kapıyı aralayıp dinlemeye başladı.

“Öyle öyle iyice araştırdım ben. Zaten bu İzmir’de de orada burada gezen bir kızmış. Ana yok baba yok kim kollayacak başıboş tabi. Benimle de pek çabuk kaçıverdi. Gel dedim geldi. Sonrada hemen çocuk oldu. Ben bu çocuğun benden olmadığına iyice inanmaya başladım. Büyüdükçe anasına benziyor oğlan bana hiç benzemiyor, şu bir öğretmen vardı hani Nihat’ mı ne gitti şimdi tayin oldu ondan şüpheleniyorum o da ayni bizim piç gibi sarışındı, kadın desen anasının gözü dantel örüyorum deyip ha bire bu herifle görüşüyordu. Çarşıda da söylüyorlar zaten senin gibi kara bir heriften böyle sarı nasıl çıktı diye dalga geçiyorlar. Valla çok şüpheleniyorum ama eğer öyleyse ikisini de doğrarım yaşatmam”

      Mahir’in bu sözlerini duyunca, bir yerine ateş değmiş gibi fırladı içeriye Neriman

“Mahir sen ne diyorsun? Furkan nasıl senin oğlun olmaz? Ben seninle evlendim ilk defa bunu biliyorsun bak bana iftira atma. Namusuma iftira atma” diye bağırarak saldırdı kocasına. Sonrasında Mahir’in elinden zor kurtardı onu arkadaşı. “ Hadi gel Mahir biz meyhaneye gidelim” deyip adeta sürükleyerek götürdü onu evden. Sabaha karşı körkütük sarhoş geldi böyle zamanlarda akşama kadar uyur yanında top patlasa duymazdı adam, ancak sızmadan önce Neriman’ın yine boğazına sarılmış;      “ Bana bak karı bu veledin benden olmadığını biliyorum ikinizin de yuvasını yapacağım Allah’ ıma dinime” diye yeminler etmişti. Çocuk, Mahir’in çocuğuydu elbette, ondan başka kimseyi tanımamıştı ki hayatında. Fakat bunu nasıl anlatacaktı Mahir’ e. Korku artık sadece kendisi için değildi. Şimdi oğlu için de korkuyordu. Yaşatmam demişti Mahir dediğini yapacak kadar gözü karaydı adamın. Kaçmak dürtüsü her yanını sardı. Bir koşu postaneye gidip her akla ihtiyaç duyduğunda yaptığı gibi Firdevs hanımı aradı.

“ Yeter artık dayandığın” dedi Firdevs Hanım “çık gel buraya seni burada bulamaz. Buldurmayız merak etme. Bak şimdi sana söyleyeceklerimi aynen yap. Paran var mı?”

“ Var dantel örüyorum parayla biliyorsun ondan biriktirdim biraz iki bin lira kadar oldu”

“ Tamam, çok çok yeter sana.”

      Eve gelir gelmez ufak bir çanta hazırladı kendine ve oğluna Neriman. Bir de içine yiyecek bir şeyler koyduğu bir torba. Oğlunun elini tutup doğruca otobüs garajına gitti. Gaziantep’in İslahiye ilçesine bir bilet aldı. Otobüse binip İslahiye’ ye gittiler. Varınca otobüs terminalinde durmadı sanki bir yere yetişecekmiş gibi hızlı, hızlı ayrıldı terminalden. Bir saat İslahiye sokaklarında dolaştıktan sonra istasyona gidip Mersin trenine bindiler. Mersin’ den de Ankara otobüsüne. Sabaha karşı Ankara’ya vardıklarında ana oğul ikisi de yorgunluktan perişan olmuşlardı ama izlerini karıştırmak için gerekliydi bu dolanma. Karınları acıkmış küçük çocuk yollarda yorulmuştu. Ankara otobüs terminalinden çıkıp bir dolmuşa bindiler Neriman’ın Ankara’ da adını duyduğu tek yer olan Kızılay’ a gittiler. Onu da Mahir’ den öğrenmişti. Eskiden iyi zamanlarında gittiği yerleri gördüğü şeyleri anlatırdı karısına.       

      Kızılay kocaman, kalabalık bir yer artık sadece hatıralarında kalan İzmir kadar kalabalık. Buldukları bir pastanede oğluyla simit yiyip çay içtiler. Küçük çocuk olanları anlamıyor ama annesiyle olmaktan memnun sesini çıkartmıyordu. Pastaneden çıkıp yürümeye başladılar ayakları onları içinde kuğuların yüzdüğü bir havuz olan parka kadar götürdü. Furkan çok sevdi bu yeri akşama kadar oyalandılar. Akşama yine bir dolmuşla Ankara garına geldiler ve Eskişehir trenine binip gittiler. Eskişehir’ de onları Firdevs hanım karşıladı. Bu hiç evlenmemiş kadın evladı yerine koyduğu Neriman’ a yardım etmek için çırpınıyordu. Ertesi günü bir avukata danıştılar. Resmi nikâh olmadığından Neriman için bir hak iddia edemezdi Mahir ama Furkan onun oğluydu ve çocuğu kolaylıkla alabilirdi. Buna izin veremezdi Neriman. Firdevs hanımla günlerce düşündüler ve sonunda isimlerini değiştirmeye karar verdiler. İşte Neriman o zaman İpek oldu. Furkan’ın soyadının değişmesi için mahkeme kararı gerekiyordu bu yerlerinin belli olmasına sebebiyet verir diye cesaret edemediler ama resmi işlemler dışında herkes Furkan’ı Furkan Güngör olarak bildi. Firdevs hanımın gayretleriyle İpek Güngör olarak Eskişehir’ de bulunan sanat evlerinden birinde temizlikçi olarak göreve başladı. Artık bir işi vardı. O gündüzleri işe giderken Furkan’a da Firdevs Hanım bakıyordu. Bu sanat evinde boya ve tuvalle tanıştı. O kadar yetenekliydi ki sanat evinde ki herkesi şaşırtarak kısa zamanda çok güzel resimler yapmaya başladı. Firdevs hanımın gayretleriyle önce açık liseyi sonra da açık öğretimi bitirip Üniversite mezunu oldu. Furkan Firdevs hanımın gözetiminde iyi okullara gitti. Liseden mezun olduğunda meşhur bir annesi vardı artık öyle ki yurt içinde ve yurt dışında sergiler açıyor dergilere konu oluyordu İpek.

      Mahir yıllarca aradı onları. Kamyoncu arkadaşlarının yardımıyla Ankara’ ya kadar izlerini sürdü ancak ondan sonra adeta sır oldular. O da kendini yollara vurdu. Bu kaçıştan sonra aldatıldığından ve Furkan’ın kendi oğlu olmadığından emindi artık. Arkadaşları “ boş ver kurtuldun işte” diyorlardı ama kurtulmamıştı. Aptal yerine konulmuş olma duygusu kemirdi içini yıllarca. Ne yeni bir hayat kurabildi kendine ne aklını başına toplayabildi. Alkol ve uyuşturucunun etkisinde serseri hayatını yaşayıp giderken uzun yolculuktan döndüğü bir gün bir gazetenin ekinde kızıl saçlı bir kadının resmini gördü. Gözlerine inanamadı Neriman’ dı bu. Adını değiştirmiş İpek Güngör yapmıştı ama tanımıştı Mahir. Ressam olmuştu. Ödül almıştı, bir de röportaj vermişti gazeteye. İçer gibi okudu yazılanları.” Bir oğlum var” demişti yazıda kadın “Almanya’ da üniversitede okuyor.” Bulmuştu onları. Nihayet bulmuştu. Şimdi çanlar Mahir için çalıyordu artık.

 “ Keşke gazeteye oğlum var demeseydin ya Mahir görürse “ dedi Firdevs hanım endişeyle.

“ Aman abla o kim, gazete okuyacak adam kim görmez merak etme sen”

      Oysa görmüştü Mahir. İlk iş yol güzergâhını orta doğudan Avrupa’ ya özellikle de Almanya’ ya çevirttirdi. Zor oldu şirketi ikna etmek ama başardı. Kamyoncu arkadaşlarının Almanya’ daki akrabalarını kullanarak Furkan’ı aramaya başladı ve tam bir yıl sonra Münih’ te bir okulda okuduğunu öğrendi. İşte intikam saati gelmişti. Neriman’ın Eskişehir’de olduğunu çoktan biliyordu ama özellikle beklemişti.  Bir yıldır onu da takip ediyordu. Tır parkına park ettiği tırın içine birkaç battaniye attı bir de uzun zincir. “Basarım koluna iğneyi takarım zinciri beline sonrası tamam” dedi kendi kendine. Tabancasını beline taktı bir araba kiralayıp Eskişehir’in yolunu tuttu. Akşam vakti sanat okulunun kapısını kapatan Neriman’ a arkadan yaklaştı sırtına tabancayı dayadığı gibi kolunu yakalayıp arkaya kıvırdı kaçmasına fırsat vermedi kadının, bağırdığı takdirde hemen orada öldüreceğini söyleyip zorla arabaya bindirdi.  Elerini ayaklarını bağlayıp ağzını bantladı arka koltuğa zorla yatırdı kadını. Sonra ver elini İstanbul. Sonunda Sirkeci’de bir otele geldiler. Ellerini çözdüğü kadına oğlunun yerini bildiğini eğer bağıracak ya da renk verecek olursa yapacağı ilk işin gidip onu öldürmek olacağını söyleyip kolundan tutarak içeri soktu. Otel personelinin şüpheci bakışları altında bir odaya çıktılar.  Kapıyı hemen kilitledi Mahir. Odaya girer girmez adamdan kendini kurtaran Neriman;

“ Ne yapmaya çalışıyorsun Mahir. Bizi istemiyordun kurtuldun işte bizden. Bırak beni ne olur yoluma gideyim” diye yalvardı.

“ Bu o kadar kolay değil Neriman Hanım. Sen beni aldat, elin p..ini bana oğlum diye yuttur sonrada kaç git öyle mi. Hayat sana güzel bakıyorum. Meşhur olmuşsun bir de. Şu saçına başına bak tam layığını bulmuş o....pu olmuşsun işte. Ama bitmedi bu burada bitmedi. Cezanı ellerimle keseceğim senin.” Diye bağırdı Mahir.

“ Mahir Allah aşkına Furkan senin oğlun istersen DNA testi yaptır vallahi senin oğlun”

“ Anlamam ben öyle testten mestten sen o testleri de bozarsın artık inanmam. Tamam, bu iş bitti buraya kadar, birkaç saat sonra gidiyoruz. Yarın senin ve oğlun olacak o p..in bu hayattaki son günü”

“ Ne demek istiyorsun” dedi korkuyla kadın. Eli farkında olmadan boğazına gitti.

“ Yarın Almanya’ ya gidiyoruz. Ha ha ha bilemem sandın değil mi? Bulamam sandın değil mi? Pis f…şe bir akıllı kendini mi sanıyorsun ama dur o Firdevs’ in de bitireceğim işini o altına yattığın Nihat’ ında merak etme.”

“ Yarın ne olacak Mahir ne demek istiyorsun sen?”

“ Yarın Münih’te senin gözlerinin önünde önce oğlunu geberteceğim sonra da seni kahpe anladın mı?” diyerek üzerine geldi bir eliyle kadının ellerini arkadan tutup diğer eliyle boğazına sarılıp sıkmaya başladı. Mosmor kesildi Neriman. Sonra adam “ dur, Mahir kendine hakim ol yarın, yarın” deyip kendini geri çekti. İşte ne olduysa o anda oldu eline ne geçirdiyse fırlatmaya başladı Neriman avazı çıktığı kadar da bağırıyordu gözü müşteri yesin diye odaya konulmuş meyvelerin yanındaki bıçağa ilişti. Ok gibi atlayıp eline aldı bıçağı Mahir’in üstüne atılmasına izin verip bıçağı gözüne sapladı, adam bir haykırışla kanlar içinde yere kapaklandı sonrasın da da vurdu vurdu. Yediği dayaklar için vurdu, kaybolan hayalleri için vurdu, korkuyla geçen yılları için vurdu, atılan iftira için vurdu, bin bir zorlukla kurduğu yeni hayatı için vurdu, Firdevs ablası için vurdu en çokta oğlu için vurdu, vurdu Neriman.

“ İşte gazeteci hanım benim gerçek hikayem bu. Vurdum öldürdüm. Yapacak başka şeyim yoktu. Bizi bulmuştu bir kere yakalatıp hapse attırsam ne kadar kalırdı ki içerde daha çok hınçlanıp çıkar yine bulur yine öldürürdü oğlumu. Kendim için değil inan oğlum için, Firdevs abla için, o günahsız Nihat bey için için yaptım ama yaptım öldürdüm onu pişman değilim.”

      Burcu gözyaşları içinde dinledi kadının anlattıklarını ne hayatlar vardı. Saygı duydu karşısında boynu bükük duran kadına. Yoktan var etmişti kendini ama kader yakalamıştı işte yine de.

“ Peki oğlun nerede?”

“ Almanya’ da olanlardan haberi yoktur onun. Sınav dönemine girdiler. Böyle zamanlarda kapatır kendini sadece ders çalışır. Ne telefona ne başka şeye bakmaz”

“ İyi ama yetkililer söylemezler mi?”

“ Kim söyleyecek; ben konuşmadım ki daha Alman yetkililerin bilgisi yoktur, belki bundan sonra. Sınavları bitsin dedim öyle haberi olsun onun için sustum. Susarsam işler uzayacak Furkan’ a haber geç ulaşacak öyle düşündüm. ”

      Burcu’nun  “Meşhur ressam Neriman İpek Güngör’ün acıklı hikayesi”  isimli haberi gazetede birinci sayfadan yayınlandı. Gerçeğin Mahir’in kendilerine anlattığı gibi olmadığını anlayan akrabaları “ kana kan” davasından vazgeçip Gaziantep’e döndü. Kadın dernekleri, kadın hakları savunucuları harekete geçti. Tam üç iyi avukat savundu Neriman’ı mahkemede ve Neriman “ Meşru Müdafaa”dan ceza almadan kurtuldu.  Davanın bitiminin ertesi günü Burcu' nun gazetesi ana oğulun birbirine sarılışlarını manşetten verdi.

      Esra Gürel Şen- Haziran 2018

 

 
Toplam blog
: 12
: 150
Kayıt tarihi
: 04.11.15
 
 

Eskişehir İktisadi Ticari İlimler Akademisi mezunuyum şu anda bu okul Anadolu Üniversitesi olarak..