Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

17 Şubat '11

 
Kategori
Sosyoloji
 

Kadın haklarında post-feminist dönem

Kadın haklarında post-feminist dönem
 

post-feminizm,kadını özgürleştiriyor mu, köleleştiriyor mu dersiniz?


İddiam şu... 

Ekonomik bağımsızlığa kavuşmalarından sonradır ki, kadınların ilişkilerden tutun iş yaşamına kadar maskülenimsi (erkek egemen toplumda erkeklerle birlikte çalışmalarının etkisiyle) tutum, hal ve tavırları kadın hakları açısından klasik feminist görüşün alaşağı edilerek post-feminist bir döneme girildiğine işaret ediyor. 

Açalım... 

Bildiğimiz manada klasik feminist görüş, feodal toplumdan sanayi toplumuna geçiş sırasında Batıda doğdu ve zamanın toplumsal yaşamının en belirleyici itici gücü olan sosyo-ekonomik göstergelerin çevresinde şekillendi. Tarlada çalışan kadınlar kocalarıyla birlikte şehirlere aktılar ve yıllar ilerledikçe, erkeklerden bağımsız olarak toplumsal hayatın bir parçası haline geldiler. Yani toplum ne kadar burjuvalaştıysa kadın haklarından da o derece bahsedilir oldu ve feminist akım mücadele sahnesinde yerini aldı. 19.yy'dan 20.yüzyıl sonlarına değin bu, Marksist mücadelenin bir fraksiyonuydu büyük ölçüde; öyle ki o yıllardaki bir feminist aynı zamanda Marksistti ve kadın haklarının ilerlemesinin bir koşulu olarak görmekteydi devrimci mücadeleyi. 

Ancak 90 sonrasında ideolojilerin tarih sahnesinden çekilmesiyle kadın hakları bir kimlik bunalımına düştü, çünkü artık kadın hakları savunucularının en büyük dayanağı Marksist sol gerileme evresine girmişti. Böylece kadın hakları mevzusu, (sol nasıl liberalleştiyse) liberalleşmeye başladı ve burjuva egemen bir toplumun içinde kendini var etmeye yol aldı. İstisnalar kaideyi bozmamakla birlikte, kadın hakları konusunda hassas kadınlar, tıpkı eski tüfek devrimciler gibi liberalizme meyletti. Sonuç olarak, tarihin o noktasından itibaren feminizm Marksist değil, liberal burjuvadır. 

Bu sonuç, beraberinde yeni kadın hareketinin (büyük ölçüde birbirinden habersiz ve örgütsüz hareketler) toplumdaki rolünü ve misyonunu da değiştirdi elbet. Artık bir kadın, tüm kadınlar, hatta insanlar için bir çözümden (Marksizm) değil, kendi bireysel kadınlığından (burjuva) hareketle kadınların haklarından yana gözükmektedir. Sloganlar bile bireyselleştirilmiştir. 2000'li yıllarda bir reklamdaki meşhur sloganı hatırlayınız: kadın, hem çocuk hem kariyer yapacağı iddiasını ortaya koyuyordu. 

Neo-liberalizmin kara büyüsü kadın haklarını da ele geçirmiştir ve işte böylece feminist hareketin post-feminizme evrildiği bir döneme giriyoruz. 

Bu yeni feminist akımın en büyük özelliği, kendini "feminist" olarak adlandıramaması, adlandıracak görüngülere sahip olmaması. Zaten "post" eki taşıyan her düşünce belli bir oranda belirsizlik taşır. (post-modernizm ya da post-Marksizm gibi). Yukarıda da değinildiği üzere, birbirinden habersiz, bağımsız, kopuk, ama metafizik açıdan organik bir bağla birbiriyle bağlantılı ve örgütselmiş gibi görünen bir oluşum bu. Toplumun her bir köşesinde bir statüye sahip herhangi bir kadın (sekreter, yönetici, tezgahtar, öğretmen, muhasebeci vs...) bu organik bağın bağımsız ve kendi başına bireyleri. Neo-liberalizm toplumu nasıl tektipleştirerek hizaya soktuysa durum kadınlar içinde geçerlidir. Farklılık maskesi olarak ortaya konan şey, aslında kontrol mekanizmasına işaret ediyor. Yani, liberalizm evet, bir ölçüde kadınlara iş ve kariyer sağlamıştır; ama bu tıpkı erkeklere de uyguladığı üzere parçalama yöntemidir. Birbirinden bağımsız ve kendi bireyselleşmiş yaşantıları içinde kadınlar, çocuk ve kariyeri aynı anda yapsa dahi sisteme bir zararı dokunmadığından kabul edilmekte ve hatta öne çıkartılmaktadır. Bugün liberalizme eklemlenmiş, tarih ve sınıf bilincini hiçbir zaman tanımamış bir kadının kadın haklarından bahsettiğinde ayakta alkışlanması; oysa yıllar önce aynı şeyleri devrimci mücadele içinde dile getiren kadınların yuhalanması arasındaki paradoks şaşırtıcı olmasa gerek. 

Post-feminizmin dünyanın her bir köşesine dağılmış kadınlarını öne çıkartan şey, öncellerinden farklı olarak toplumsal bir bilince sahip olmaları değil, ışıltılı bireysel yaşamları daha çok. Modadan tutun da kozmetiğe kadar hemen her sektör bu amaca hizmet etmektedir. Sanayi sonrası neo-liberal toplum nasıl parçalı bir yapıysa aynı şey günümüz kadınları içinde geçerlidir. Kariyer yapan, başarılı, ama dünyanın geri kalanına kayıtsız birbirinden bağımsız milyonlarca kadın. 

Kadın sorunu aynı zamanda bir insan sorunudur. Kadın hakları da ancak insanlık için yapılan bir mücadelenin içinde yer aldığında anlamlı olabilir. Kadının kurtuluşu insanın kurtuluşu olduğu kadar, insanın kurtuluşu kadının kurtuluşu demektir. Eğer öyle olmazsa kadın ile erkek arasındaki cinsiyet farklılıkları da gittikçe azalır ki, günümüz dünyası böyledir. Artık kadınların iş yaşamına, aşka, cinselliğe, evliliğe, çocuk yapmaya bakış açıları erkeklerden çok bir farklılık göstermemektedir. İşte post-feminist dönemin bir diğer ayırt edici özelliği de bu. Neo-liberal dönem kadınları ve kadın haklarını da erkeklerle aynı potada eritiyor aslında. 

Ve post-feminist döneme doğru kadınlar, bireysel kurtuluşlarının bedelini aslında olması gerekenden çok daha ağır bir biçimde ödüyor. Kapitalist çark dönmeye devam ediyor ve burada da işleyen mekanizma aynı: sistem verdiğinden çok daha fazlasını alıyor, hem de ortada hiçbir genel ilerleme olmadan. Post-feminizm kadınları görece özgürleştirirken, köleleştiriyor ve sömürülenler saflarına katıyor diyebiliriz. 

Sonuç olarak, kurtulan kadınlar değil, tek tek bazı kadınlar oluyor post-feminist günümüz kadın dünyasında. 

 

 

 

 
Toplam blog
: 47
: 1149
Kayıt tarihi
: 24.11.10
 
 

Praksise düşünceden varan bir romancı, kültür eleştirmeni, otodidakt bir feylesof, yaşam gözlemci..