Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

07 Mart '18

 
Kategori
Dünya Kadınlar Günü
 

Kadın Olmak…

Kadın Olmak…
 

Kadının Haritası


(Madem Kadınlar Günü!...)

Ülkemizde kadın olmak, hayata 1-0 yenik başlamakla eşdeğerdir. Tabii ki bu herkes için geçerli olmasa da, çoğunluğa bakarsak durum maalesef bu. Çalışan, okuyan, ev hanımı ya da genç bir kız; tüm kadınlar yaşarken iki kere düşünmek zorundalar. Hayat şartları, dayatmalar, mahalle köy baskısı gibi tüm etkenler "kadın" için özgürlüğüne bir settir. Her set birer mutsuzluk getirisidir kadın için...

Bu güne kadar kadınlar hakkında çok şeyler yazıldı çizildi. En çok da Anadolu’muz da küçük yaşlarda hayatla yüz yüze gelme zorunluluğu taşıyan kadınlarımız veya köylerimizde, evin bütün yükünü sırtlanmış çilekeş kadınlarımız hakkında bir sürü yazılar okumuşsunuzdur. Ben bugün daha farklı bir kadın modeline yönelmek ve siz okuyucularımın dikkatini çekmek istedim.

Kadın olmaksızın insanlığın kurtuluşu, erkeklerin sahtekarlıktan kurtulmaksızın da kadının kurtuluşu olası değildir. Sapla samanın bilerek ve isteyerek karıştırıldığı günümüz dünyasında, kısa yollara başvurma alışkanlığımız; "gizlenen duygularımızın” dışa vurumu olarak karşımıza çıkarıldığı, bir “gün” adıyla da süslemeye çalıştığımız “kadınlar gününü” kutlamayı çalışanları! Sözlerim onlara olacak.

Böyle bir günde de olsa anımsadığımız kadınlarımızın haklarını ödeyemeyeceğimizi bilmemiz gerekir. Kadın erkek eşit diyoruz. Kadın erkek fiziksel olarak elbette eşit değil, ama tüm haklar adına eşittir. Kadın ve erkek bir birini tamamlayıcıdır. Dolayısıyla biz erkekler, kadınlarımızı her zaman onura etmeliyiz.

Kadınlarımız her zaman, özellikle kırsal kesimlerde ikinci sınıf biriymiş gibi davranışlara maruz kalıyorlar. Kadının arzu ve isteği olur mu? Hayır…
-- Kime göre;
-- haysiyetsizlere göre.

Kadınımız bir gün olmasın, bütün gün boyunca ne kadar beceriksiz bir duruma düştüğümüzü yaşamış ve görmüş olmamıza karşın, yine de kadınlarımız konusunda katı tutum ve davranış içinde olagelmişiz bu güne kadar.

Son günlerde yine kadına yönelik şiddet haberlerini bolca okuyor toplum. Ankara’dan, İstanbul’dan, İzmir’den ahkam keserek maalesef kadına yönelik şiddet engellenemez. Yapılan araştırmalar göstermektedir ki, kadın cinayetlerinin temelinde küçük toplum dediğimiz etrafın,  mahalle toplumu baskıları var. O ne dedi, bu ne dedi söylemleri kadının hayatını karartmakta.

Köyde kadın olmak, şehirde kadın olmaya hiç benzemez…
-- Köy Kadını, ırgat, erkeğin karısı, çocukların anası, Aşa, Fatma, Hacce… dir. Adı da önemli değildir aslında. Kadındır işte…
-- Köylerde kadın; başkaları için her şey olmuştur aslında, sadece birey olamamıştır, ona bu hak çok görülmüştür…
-- Baba baskısı, çevre baskısı, koca baskısı, evlat baskısı, akraba baskısı…
-- Tarlada, ahırda, evde, mutfakta, gece, gündüz, hep o vardır, uyanıktır, ayaktadır, hizmettedir.
-- Açıktan adı konulmamış, ücreti belirlenmemiş hizmetçidir. Kadını hizmetçi görmeye başlamışsanız; kadının dövülmesi, azarlanması normal bir işleyiştir. Mal muamelesi görmektir ve her şeye müstahak olmaktır.

Çocukları doğuran, eşlerine yedirip içiren, çalışıyor ise bir de işine zamanında giden kadınlarımız acaba neden sadece belli günlerde anımsanır? Köylerimizde birçok kadınımız hiçbir zaman belli günler de bile anımsanmamaktadır.

Kadın ne ister, erkeğini her yönden tatmin eder, ama gerçekten kendisi tatmin olur mu? Bu hiç kadına sorulmaz. Kadın erkeğine hizmet için yaratılmıştır. Oysa yuvayı dişi kuş yapar, erkek kuş ta idare eder. Öyleyse her ikisi de birbirini tamamlar. Bu bilinç oluşmadığı sürece her ne kadar belli günler düzenlesek de kadınlarımıza değer vermiş sayılmayız.

Gençlik için yaşam ufak şeylerden mutlu olmaktan ibaret olup, genellikle anlık dünya hevesleriyle uğraşmakla zaman geçer. Ya sonra, evlilikte biraz yol alınınca erkek; “Kes sesini be kadın, işine bak”, Anasıda kendisi gibi olan eloğlundaki kızını; “kır dizini otur” der. İş dediği adı konulmamış hizmetçiliktir. Dizini kırp oturması çektiği cefaları yutmasıdır. Tabi bunun içerisinde istisnalar vardır. Bunu herkes için söylemiyorum, ama yüzü gülmeyen kadınlarımızın durumları maalesef böyle. Bizim çocukluğumuzda hatta gençliğimizde Kızlar 15’ine basmadan evlendirilirdi bizim köyde… Ne çocukluğundan haberi vardır ne de yaşamından…

Gelenekler görenekler yüzünden,  kuramadığı hayalleri ve çocukluğunu yaşayamayan birçok kadınımız vardır köylerimizde. Başka bir hayatı seçme şansı yoktur, okuyamadığından, yol yordam bilmediği için, bulunduğu şartlarda yaşayarak ölmektir onun için gelecek zaman. Güzellikler, sevgiler, umutlar çok az yer alır hayatlarında. Köylerde yaşayan çilekeş ve ezilen kadınlar ağır hayat işçileridir adeta.

Köyde kadın olmak, yaşamdan habersiz olmaktır,  dünyadan, kitaptan, kısacası hayattan… Bilmesi gereken bellidir. Anneye, babaya, kocaya, kayıtsız şartsız itaat etmek ve yaşamın ona yüklediği gönüllü hizmetçi rolünü en iyi şekilde oynamaktır.

Köylerde hayat; kadınlara küçük roller yazmıştır. Bütün yaşam kim ne der üzerine kuruludur. Her kötülük yaşanabilir aslında kapalı kapılar ardında. Bilinmediği, duyulmadığı sürece çok büyük bir sorun yoktur. Ama duyulursa, bilinirse namus meselesi oluverir birden. Her sıkıntıyı yaşayan kadındır. Suskunluğu, gamlı bakışları altında gizlidir yaşadıkları…

Açıkçası köyde kadın olmak zordur. Köydeki kadın derken; her köyde ki kadın böylemi dir? Değil tatbikî. Köyden kastım bellidir. Kadın eğitilmeyince, kadın öğrenmeyince, kadın var olmayınca; toplum düzelmez. Çünkü erkeği de yetiştiren şekillendiren kadındır.

Köydeki kadın değer ve inançlarını koruyarak, kadın olmanın erdemini unutmadan birey olmayı başarabilmeli ve insan olduğunu ve insanca yaşaması gerektiğini bilmelidir. Bazı kendini ön plana çıkarmaya çalışan kadın örgütleri bu sorunu çözemez. Bu sorun toplumsal bir sorundur ve çözümü topyekün bir eğitim seferberliğidir.

Erkeğin zihniyeti değişmeden kadının yaşamı düzelemez. Erkeğin zihin değişimi de anneye bağlıdır.

Kadına şiddete hayır sloganı çok şey ifade etmez. Bu sloganı atan birçok kadında şiddete uğramıştır, kadın dövülmez diyen birçok adam(?)da kadına şiddet uygulamıştır.

Kadına şiddet olmasın istiyorsak; önce kadın eğitimli, ayakları üstünde durabilen bir birey olacak. Kadının ayakları üzerine basabilmesi, hayata karşı dik durabilmesi için mutlaka ekonomik özgürlüğünün olması lazım. Sonrada çocuklarımızı kadın erkek demeden insan gibi yetiştirebilirsek bunu başarırız... Tek çözüm budur. Diğeri hamasettir, boşa atıp tutmadır...

Köylerimizde kapasiteli o kadar çok kadın veya hanım evde günlük ev işleri ile zaman geçirmek zorunda kalıyor bu beni çok üzüyor. Hiç çalışmasanız bile gidilecek kursların kişiliğinize yapabileceği katkıların hayata bakış açınızı ne kadar değiştireceğini düşünün. Ayrıca kadınlar iş hayatlarında erkeklere göre her zaman daha başarılılar. Çünkü erkeklerin gelebilecekleri konumlara daha çok çaba ve özveri göstererek geliyorlar.

Hiçbir köylü kadınımız Köydeki, kentteki kadınlarımız bir günlüğüne bile olsa bir arayı gelip kahvenin müşterisi bu gün biz olalım diyemez. Garip bir kadın çıkıp da ben bu köyün muhtar adayı olmak istiyorum diyemez..!   Ne den mi? çünkü pek çok erkeğin karşısında erkek gibi duran bu kadınlarımız özgür değildir de ondan. Öz güvenleri yok, oluşamamış bu güne kadar…

Şehirde kadın olmak… Çalışan kadın olmak.. Çalışan anne olmak..
Ya Şehir kadını… Kendi ayakları üzerinde durabilen, hiçbir erkeğe sırtını dayamayıp kimseye ‘eyvallah’ı olmayan şehir kadını. Dışardan bakılınca sahiden böyle görünen bu kadınların iç yüzü acaba gerçekten böyle mi?

Para, kariyer, güzellik, hatta sağlık tek başına insanı mutlu etmeye yetmiyor. Mutlu olmak için gerekli olabilir ya da olursa mutluluğu ikiye katlayacak şeyler belki ama içinde yalnızlık olan hiç bir şeye çare değil bu saydıklarım. Gerçekten de mutsuz olan bir kadın istediği zaman boşanabilir mi? Çünkü ekonomik özgürlüğü var. Ve ne ailesine nede bir erkeğe muhtaç olmadan hayatını devam ettirebilir mi? Tabii ki böyle bir durumum yok, olmasında.

Şehirdeki kadından genellikle iyi şeyler beklenir; erkeğin yüzünü güldürmesi, mutlu etmesi, çocuğuna bakması, evinin dişi kuşu olması, para getirmesi gibi birçok şey. Peki, bir kadın olmak... Hiç değerlendirir miyiz, sorgular mıyız? Hayatın zorluklarına, çetin şartlarına direnmek için çabalayan tüm kadınlar, büyük şehrin küçük kadınları olmaya çalışanlardır, direnenlerdir, direnir Kadın...

Peki ya büyük şehrin kadını olmayı... Düşündünüz mü? Yükü ne kadar ağırdır diye? Ayakları altından kayan şehirde yerle bir olan bir kadının elinden tutar mıyız? Yüzündeki hüznü gülümsemeyle boyamaya çalışan o kadın... Yükü ne ağırdır! Bilirmiyiz?!

Büyük bir şehirde kimsesiz olmak gibidir; kadın olmak. Çalışmaktır, mücadele etmektir, direnmektir; belki kazanmak, belki de... Kaybetmektir. Şanslıysan, rahatsındır; hayat sillesinden teğet geçersin. Eğer ki mecbursan direnmeye, zordur, mücadele gerektirir.

Kadınlar bir meslek edinip herhangi bir sektörde çalıştıkları zaman onlara para havadan gelmiyor ki. Bir patronları var ve para onlara patronları tarafından ve yaptıkları bir iş karşılığında veriliyor. Üstelik ne yazık ki arada sevgi ve hatta çoğu zaman saygı olmadan, işini iyi yapma şartı ile ve çoğu zaman piyasa koşulları içerisinde verimi yüksek ise ödeniyor. Çalışma saatleri esnek olabiliyor, eve geç gönderilebiliyor, kimi zaman evliliklerine, hatta hamile kalıp kalmamalarına bile karışılabiliyor.

Şehirde çalışan kadınlar, ayakları üzerinde duran, diğerleri de popo üzerine oturan olarak düşünülüyor. Ekonomik özgürlüğü olup da ayakta duran ya da bir başka deyişle dik duran kadın. Diğeri kocasından para isteyen maharetsiz miskin kadın olarak kabul ediliyor. Ev kadınlığı ise bu düşünce ile sanki bir meslek olarak görülmüyor. Bir kadının iş yapıp karşılığında para alması, hayat arkadaşının, sevdiği insanın verdiği paradan daha olumluymuş gibi düşünülüyor, yani patronun para vermesi sanki kadının eşinden para almasından daha doğruymuş gibi irdeleniyor.

Çağdaş yaşam şekli dediğimiz şehirlerimiz var ya, tam bir ilkellik abidesi. Herkesin birbirinin kuyusunu kazdığı, kimsenin kimseye yardım etmediği, küçülen evlerle beraber,  küçülen insan ilişkilerinin bol olduğu bu yerleşim yerleri artık çağdaşlığın bölgesi falan değil. Sürekli kadınlarımızın kendi ayakları üzerinde durabilmesi öğretilirken yapılan bir yanlış var bence. Dışarıda çalışıp para kazanmak gerektiği. Oysa bir kadın çalışmak için değil, üretken olmak zorunda. Batı toplumlarının empoze ettiği bu fikirle kadınlarımız artık yalnız veya ailelerinde mutsuzlar.

Kadının üretkenliği aile içindeki huzuru sağlamakla başlar. Gerek ekonomik şartlar gerek kadının kendi istekleri doğrultusunda önce çalışmaya yöneltilen kadın, ailesindeki aksaklıklara sebep olurken, ailenin bozulmasıyla toplumun da sarsılmasına neden olmakta.

Şehir kadınları büyük şehirlerin aldatıcı güzelliği arasında, dışarıya verdiği imaj hep güçlü kadın. Çünkü o ayakta kalmak zorunda. Hayatın tüm zorluğunu tek başına göğüslemeyi seçtiyse, asla yıkılamaz. Bu görüntüleriyle zamanla yalnızlaşmak zaten kaçınılmaz. Kadın şehirde pek çok imkana kavuşurken minik mutlulukları ıskalamak, insanı yalnızlığa yakınlaştıran en büyük güdülenme.

Şirketlerde ve kamu kuruluşlarında yöneticilik yaparken bir komşusuyla çay saati yapmanın tadını bilememek, anne olmayı erteledikçe, evcil hayvanlara annelik yapma eğilimi, tek başıma var olabilirim derken, bir erkeğin duygusal desteğinden mahrum kalmak gibi şeyler onların yaşadığı ve üzerini kapattığı sorunlar arasında.

Büyük şehirlerde ki kadınlar ile Anadolu’muz ve köylerdeki erkek egemenliği altında ezilen kadınlar, zor yaşamı altında ezilirken şehirlerdeki kadınlarımız aralarındaki tek fark, giydikleri mini etek ile pantolon ve yüzlerindeki makyaj...

Bir ailede ayrıştırma varsa, cinsiyet egosu olan bir erkek hakimiyet kurma düşüncesiyle  "iye" edasıyla kestiği ahkamlar, sözler, erkeğin sarsılmaz saltanatının daha da güçlenmesinin dayanılmaz sarhoşluğundan başka nedir.

”Saçı uzun aklı kısa”,
”elinin hamuru ile erkeğin işine karışma”,
“Kadın erkeğin elinin kiridir, yıkayınca çıkar gider”.
Habalala lubelele hodüdü müdüdü hüdüdü……..(!)  ne kadar yanlış, iğrenç bu sözler?

“ Oysa “ onlar bir melektir”,
“en fedakar onlardır”.

Artık kadınlarımızda bir yıpranış söz konusu. Kadın toplumun temel taşıyken onun yıpranması demek bir toplumun sonuna işareti demektir. Zamanında tarihimizi yazan şerefli, edepli, erdemli Türk kadını imajı zedelenmeye başladı. Okumuş ve aydın kesimin daha yüksek olduğu şehirlerde ise bu daha hızlı kendini göstermekte.

Durmadan düzenlenen hukuk kuralları ile kadınlara yeni haklar verilirken ellerinden aldığımız hakları bunlarla kapatamazsınız. Kadının, kadın olduğunu unutmayacağı bir şekilde hayat sürmesi için öncelikle kafaların değişmesi gerekiyor. Kadın kendini tanıyamadan üzerini taşıyabileceğinden, çok daha fazla yük biniyor. Düşünmeden sadece bir şeylere yetişme telaşı içerisinde buluyor kendini. Kadın önce eş sonra anne olmak zorunda. Bunlardan vazgeçtiği zaman da ortaya, içi mutsuz, dışı ulaşılmaz sert kabuklu bir model çıkıyor.

Bakmayın öyle reklam cümlelerinin şatafatına “Çocuk da yaparım kariyer de yaparım.“ diye bir şey yok! Bunu seçen kadınların hep bir yanları eksik. Sorun bakalım çocuğunu bakıcıya bırakıp giderken yaşadığı ruhsal sıkıntıyı. Bunu yaşayan annelerin duygularını bir sorun neler söylüyorlar.

Bana göre; kadın ve erkek diye ayırmadan yapılabilecek en iyi tercih eş seçimidir. Eşini bulup, hayatın yükünü paylaşabildiğin zaman, para kazanmasa bile bir kadın ayakları üzerindeki duruşunu eşinin desteğiyle sağlamlaştıracaktır.

Yazımın ortalarında şehir kadınını tanımlarken hiç bir erkeğe eyvallahı olmayan kadın dedim. Evet, şehir kadını etiketi almış kadınlar için durum böyle olsa da kadınları bir bütün olarak var saymalı ve doğudan batıya hiç birine bir isim vermeden tek başına kadın olarak değerlendirmelidir diyorum.

Dünya yaratıldıktan sonra iki çeşit insan yaratıldı. Bir erkek, bir kadın. Dikkat ederseniz yaşamak için, varlığı sürdürmek için hatta dünyayı gelebilmek için bir diğerine ihtiyacımız var. Bu yüzden kadınlarımıza yüklenen sorumlulukları paylaşmak için erkeğin varlığını ortadan kaldıran düzenlemeleri de hayır diyorum… Bunu tek satırla açıklarsam; “İster kırsalda ister şehirde! Duygusal yalnızlığa hayır demek daha sağlıklı toplumlar için efendim” dersem sanırım yeterli olacaktır.

Çocukluğunu, gençliğini yaşayamadan, hayatın yakasından tutup silkelerken, eteğinden düşürdüklerini toparlamaya çalışan kadınlarımızı kazanmaktır. Hayat mücadelesinde, işte-uğraşta, gözyaşında-hüzünde, sevgide-sevinçte direnişte, sözde-konuşmada ve her şeye karşı birlikte olmaktır insan olmak. O zaman hayatta mutlu oluruz. Kadın, kadın olmanın erdemini sahip olur, erkekte insan olduğunu ve insanca yaşaması gerektiğini bilir.

Demode bir söylemdir belki ama doğru bir söylemdir. Kadın eğitilmeyince, kadın öğrenmeyince, kadın var olmayınca; toplum düzelmez. Çünkü erkeği de yetiştiren şekillendiren kadındır. Ama maalesef benim ülkemde kadın olmak hep uçurumun kenarında yaşamayı gerektirir?...........

Kadınlara saygı duymayan kişi anasına, yarine, bacısına ve kızına da saygı duymaz(!) İnsan olmanın verdiği onur ve saygıyla yaşadığımız günlere görmek özlemimle…

Yine de 8 Mart Kadınlar gününüz kutlu olsun siz edalı kadınlarımız.

Recep ASLAN

 

 
Toplam blog
: 30
: 411
Kayıt tarihi
: 18.01.18
 
 

Denizli Valiliği Basın ve Halkla İlişkiler Müdürlüğünden emekli. Denizli'de Merkezde Yaşıyor. ..