Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

15 Aralık '10

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Kadınım!

Kadınım!
 

Uzun zamandan beri lodosun verdiği bıkkınlıkla İzmir havasına dair bi dilek tutum. “Allahım bu sene, lapa lapa kar yağsın.” Eee ikibin iki yılından beri kar yağmıyor İzmir’e. İnsan o kadar kuru ayazını çektikten sonra “ahh bi de kar yağsa” diyesi geliyor. Çocukluğunuz, ilk gençliğiniz kar yağdığında dize kadar ulaşan, su saatlerini donduran, elektiriklerin kesilmesine neden olan bi coğrafyada geçtiyse, her türlü zorluğuna rağmen karda yürümeyi özlüyorsunuz. Sanki Doğu’dan bahsediyor gibi olsam da; su saati donduran coğrafya, Balkanlar üzerinde gelen havaya hemen “aman da aman kimler gelmiş kimler, Balkanlar’dan soğuk hava dalgası gelmiş, buyurun şöyle baş köşeye” diyen bölgemiz Trakya.

Bakmayın siz İzmir kışları ılık ve yağışlı geçiyor demelerine. Tamam ben de şimdi abartmayayım şimdi hakikaten de kışları ılık ve yağışlı, yazları sıcak ve kuraktır. Bakar mısınız yazım coğrafya dersi paralelinde yürümeye başladı.

Ben size kardan bahsedecektim. Dileğim kabul oldu. Piuuvv ben uçtum. Çok sevindim. Kar yağdığında kuru ayazdan eser kalmaz. İzmir’in kuru ayazı da, ayazdır valla. İnsanın gözlerinden sicim gibi yaşlar akmaya başlar. Burnunu hissetmez olursun.

O kadar dilek dilemişim feysbuklarda falan, şimdi dileğim yerine gelmişken yürümemek olur mu hiç? Hemen gocuğumu, beremi, eldivenlerimi giyip sabahın onunda vurduk yollara kendimizi. İstikamet her zaman olduğu gibi Güzelyalı. Bi tek ben değilmişim sevinen. Ana haberlerde de görmüşsünüzdür; İzmirli’nin kar yağdığında sevinç gözlerinden taşar. Dükkânların önüne çıkmış, yağmur duası kabul olmuş gibi ellerini açmış, yüzlerini göğe dönmüşlerdi. Biz eğlenerek yürüken, sahilde bi apartmanın penceresinde bi kadın gördüm. Lapa lapa yağan karın altında camları siliyordu. “Allah Allah bu ne temizliği böyle, karda kışta” diye içimden geçirirken, kadının eve gelen gündelikçi kadın olduğunu anladım.

Ne diyim, içimden geçenleri yazmama gerek yok herhalde. Biraz merhamet duygusu olan bi insan iki kuruş para verdi diye bu kadar da zalim olamaz diyor ama oluyorlar da işte.

Neler neler geldi aklıma yolda yürüken gündelikçi kadınlara dair. Gündelikçi kadın çalıştırarak “ev işi yapamama acizlikleri” ile övünen insanlara dair. Genellikle ağızlarını yayarak buna mukabil dudaklarını büzerek kimi “a” harflerini “e” kimi kelimelerdeki “e” harflerini de “a” harfine dönüştürerek, Türkçeyi Amerikan aksanıyla konuşarak “ne olacak bu memleketin hali” geyiği çevirdikten ve kumar masasına çökmeden önce çocuklarının Amerika’daki eğitimlerinden v.s bahsederken, varoştaki evinden çalışmak için başkasının evine gelen Ayşe Hanıma “Ayşaaağnım” diye kendince aşağıdakine, yukardan yukardan seslenir. Kimisi ise işi daha da ileri boyuta götürerek, “kadınım” geldi “kadınım” gitti, “kadınım” temizliği iyi yapıyor da, bi türlü bibloları yerlerine yerleştiremiyor diyerek “gündelikçi kadını, “köle” kendisini de “sahip” yerine koyar. Böylelikle onu insandan çok, emrine amade madde haline getiririr, kendince!

Mümkün mertebe “kadınının” yemek yediği kap ayrıdır ve pek tabii ki aynı sofrayı paylaşmaları hiyerarşik düzen açısından mümkün değildir. Aynı tuvaleti kullanmasına izin verilmez. Onları sokakta gördüğünüzde hemen tanırsınız. Kıyafetlerinin modası geçmiş ve eskiliği ya da taşıdıkları poşet son moda pahalı bi markayı aittir. İçinde de evde çalışırken giydikleri kıyafetler vardır.

Bugün teknoloji evimizin her köşesine girdiği halde, bazı kadınların –öteki sınıfın “kadınım” larına- hep ihtiyacı vardır. Bu ev işini kolaylaştırmaktan çok, aşağı diye sınıflandırdığının kendi zenginliğinin altını çizmesi açısından kaçınılmazdır.

Bütün bu anlattıklarım, bütün gün evde oturduğu, sağlığı el verdiği halde, ev işi için yardım alan kadınlara dair. Bugün orta üst sınıf diyebileceğimiz insanlar da bunu yapıyor. Sanane alır alır diyebilirsiniz. Evet alır. Kimseyi de, beni de ilgilendirmez. Fakat bunu kendi egosunu tatmin etmek için karşısındakine karşı sınıfsal farkını ortaya koymak için aşağılamaya başlıyorsa, orada çirkinlik ortaya çıkıyor. İşte o zaman bu yazıyı yazmak için kendi kendimi uyarıp duruyorum.

Yeşilçam filmlerinde –özellikle Belgin Doruk ve Ayhan Işık’ın- başrolünü paylaştıkları Küçükhanım serisinde; köşkün mutfağında, bahçesinde çalışan kişiler nedense bize sakar, zekâsı biraz noksan, çoğunlukla alay edilen şahıslar olarak sunulmuştur. Belgin Doruk’un yakın arkadaşı olmaya hak kazanmış, Suna Pekuysal özellikle çirkinleştirilerek, -küçükhanım-Belgin Doruk’un güzelliğinin altı çizilmiştir. Aşçı, başçıvan gibi kişiler yaptıkları işten çok; duygulu hassas ve güzel küçükhanımı sakarlıklarıyla eğlendirmekle mükelleftirler. Suna Pekuysal’ın konuşmaları, hareketleri Belgin Doruk’un tam tersidir. Küçükhanım hakikaten “küçükhanımdır.” Gönlü, yakışıklı olmak şartıyla –öteki sınıftan- olan şöförüne kayabilir. Yakışıklı şöför -öteki- olmasına rağmen, yakışıklığının yanı sıra yol yordam bildiği gibi, küçükhanımı üzecek kadar çapkınlığın binbir kuralını bilip uygulamaktadır, şöför şöför haline bakmadan.

Fakat filmin sonunda görürüz ki, Ayhan Işık aslında şöför değil, küçükhanımı tavlamak için “öteki” kılığına girememiş! yukarıdakilere ait bi bireydir.

Böylece film icabı da olsa eşit sınıflar arası bi aşk yaşanmış, aşklarının mevcudiyeti evlilikle yasallaşmıştır.

Suna Pekuysal ise kendi sınıfından olan biri ile evlenerek, öteki sınıfı karikatürüze ederek, köşkün hassas duygulu kızının devamı için gereklidir. Bu sinemalarda…

Bununla birlikte nice insan görmüşümdür ki, ev işi için çalışan insana hakkaniyetli, iyi niyetli ve alt üst sınıf hiyerarşisi yaratmadan normal koşullarda ve hatta aralarında dostluk bile kurulmuş olanları vardır. Yukarda yazdıklarım için yüzde yüz herkes böyledir demem abesle iştigâl eder. Hayatta her zaman istisna dediğimiz “insan” insanlar vardır.

 
Toplam blog
: 246
: 1012
Kayıt tarihi
: 15.02.08
 
 

..