Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

30 Haziran '07

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Kadının Ayşe ise, Odunun Meşe ise, Dükkanın Köşe ise Deyme Keyfine

Kadının Ayşe ise, Odunun Meşe ise, Dükkanın Köşe ise Deyme Keyfine
 


DEDEMDEN BANA KALANLAR -5-



Eskiden ne kadar da çabuk mutlu olabiliyorduk. Küçük sevinçlerimizi, geniş, huzur ve saadet iklimlerine tahvil etmekte üstümüze yoktu. Minik ve mütebessim adımlarla fersah fersah yollar katediyor, yol üzerinde gördüğümüz her, soğuk su pınarından kana kana mutluluk içebiliyorduk. Serin bir çınar gölgesinin koyu yeşilinde, en derin ve asude uykuların kucağında buluveriyorduk kendimizi. Hayat çok basit ve bir o kadar da yalın dinginliklerde yaşanıp gidiyordu.


Çok değil, daha yirmi beş, bilemediniz otuz sene öncesinde böyleydi durum. Seksen yaşında değiliz lakin, biz de uzun lafın kısası.


Kadıköy rıhtımındaki hasır iskemleli çay bahçelerinde yenilen çıtır simitle içilen iki bardak demli çay; Ankara’nın
Sakarya Caddesi’nde, hemen ayak üzeri atıştırılan bol acılı, enfes suyuna batırılmış yarım ekmek arası tantuni ve buz gibi tuzlu ayran; İzmir, Kemeraltı, Hisarönü’nde yenilen domatesli kokoreç ve yanında buğusu bardağının dışından akan köpüklü Arjantin bira mutlu olabilmemiz için ne kadar da yeterliydi.


İşte Dedem böyle derdi. “Kadının Ayşe ise” yani huzurlu ve mutlu bir evliliğin, akşam olduğunda erkenden gidebilmek için can attığın sıcak bir yuvan, halinden anlayan, derdinle hemdert olup, keyfinle hemdem olan bir hayat arkadaşın var ise senin için en büyük nimetti bu, yalan dünyada.


Büyük alışveriş merkezleri, içinde her bir şeyi bulabileceğiniz devasa hipermarketler, yapı marketleri, bilmemne sentırlar (center yani), abidig-gubidik şopingler (shopping yani) yoktu malum o zamanlar. Mahallelerin bakkalları, kasap ve manavları, berberleri, terzileri, benim en çok sevdiğim balıkçıları hatta seyyar köftecileri, kokoreççileri, dürüm kebapçıları olurdu.


Veresiye defterleri yazılır, okullarda yazısı çirkin olan çocuklara öğretmenleri “ne bu bakkal defteri mi tutuyorsun” diye çıkışırlardı. Dükkanların tam kasa arkalarında veresiye satan, asık suratlı ve müflis ve peşin satan, göbekli ve ensesi kalın esnaf resimleri asılır ama yine de “yaz deftere” denilirdi.


Dedem de derdi ki “dükkanın köşe ise” yaşadın demektir. Müşterin de gelenin gidenin de çok olurdu. Köşem bakkaliye, köşem manavı, köşem tuhafiye tabelaları asılırdı dükkan önlerine.


Mutlak mutluluğu ve ebedi huzuru yakalamak için gerekli olan üçüncü ve son şart “odunun meşe ise” maddesi idi.
Evlerde harikulade kömür sobaları, üzerinde patates, pilav, yemek pişirilebilen kuzineler bulunur ama illa ki odun da gerekirdi. Kömür yanarken ara sıra küt küt diye sesler gelirdi sobadan ama odunun çıtır çıtır sesine mümkün değil uymazdı. Adeta sesiyle ısıtırdı odun-kütük taifesi.


“Kadının Ayşe ise, dükkanın köşe ise, odunun da meşe ise deyme keyfine”. Meşe ağacının odunu, ısıtma performansı en kuvvetli olan odun cinsidir. Hem uzun ömürlü yanar hem de en kallavisinden ısı verir. Çıtırtısından, yanından kalkılmaz. Gevşetir, rahatlatır, miskin bir kedi gibi kıvrılıp yatmak ister dibine insan, sobanın ya da şöminenin.


Mahallenin en geniş sokağının hemen köşesindeki dükkanını güneş batarken kapatıp çıkıyorsan, eşle-dosta selamlaşarak, muhabbet edip şakalaşarak evine geliyor, çıtır çıtır yanan meşe odunlarının kor gibi ısıttığı sobanın üzerinde demlenen tomurcuk katılmış tavşan kanı demli çayını, bir ömür adadığın sevgili karınla karşılıklı içip, sohbet edebiliyorsan ne mutlu sana. Biliyorum film gibi ama, öyle. En gerçek film diyelim isterseniz biz buna.


İşte o zaman Dedem gibi, yaş, sekiz onluk olana kadar Azrail semtine uğramaz olur. Ne mutlu ki küçük mutluluklardan büyük saadet iklimleri yaratabilenlere, kendilerine ve tabi çevrelerine de...

 
Toplam blog
: 898
: 3759
Kayıt tarihi
: 09.06.06
 
 

İzmir'de yaşıyorum.    Çok uzun yıllar öncesinden başlayıp, hiç ara vermeden bugünlere kada..