Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

20 Kasım '10

 
Kategori
Dünya
 

Kalkan tezgahı

Kalkan tezgahı
 

Kalkan Tezgahının iki macı var. Birincisi 'indirmek'! Argosu: İndiragandi durumu yani. :))


Soğuk savaş yıllarında çocuktum. Evimizin pencerelerini koyu renk kağıtlarla kapladığımızı çok iyi hatırlıyorum. Pencere kenarında bir somyada yatıyordum. Sessiz bir mahalleydi. Sokakta ufak tefek bir tıkırtı olsa merak etsek de bakamazdık. O kağıtları: Düşman uçaklarının hava saldırısı olursa ışıklarını görüp şehirlerin yerlerini tespit etmesinler diye yapıştırıyorduk. Yaşanan korku rüzgarı herkesin sesini kısmıştı. Radyodaki spikerin sesi boğazımızda düğümleniyordu. O yıllarda ilkokula başladım. Okul bahçesinin hemen yanında Şirinler’deki Gargamel’e rahmet okutturacak bir adamın evi vardı. Ne zaman elime top alsam gözüme o adamın yüzü gelir. Huysuz ihtiyar, elinde bıçak, bahçenin kendi tarafında nöbet tutar, kaleci gibi yakaladı mı; topumuzu indirirdi…

1980’li yılların ortalarında, küçük kasabamızda hayat eskisi gibi devam ederken Amerika Kıtasının bir yerlerinde, ABD’nin o güne kadar tasarladığı en önemli savunma projesinin çalışmaları son safhaya gelmişti. Sistemin amacı dünya üzerindeki herhangi bir noktadan fırlatılacak füzenin birkaç dakika içerisinde tespit edilerek Amerika’ya yaklaşamadan yok edilmesiydi. O tarihte Sovyet Bloğu ayakta duruyordu ve bilinen en büyük tehlikeydi. Sovyetler ve (Polonya, Doğu Almanya gibi) bağlı devletleri gözlem altında tutulmak zorundaydı. Amerika düşmanını Pasifik’ten Kuzey Buz Denizine, Doğu Avrupa’dan Güney Asya’ya kadar kuşatan, konvansiyonel bir izleme ağı kurmuştu. Bu ablukanın en büyük cephesi; Kuzey Avrupa’nın Buz Denizi açıklarından başlayıp Balkanlar, Trakya ve Anadolu’ya kadar uzanan (Sovyet Rusya’ya göre) Batı Cephesi idi. O zamana kadar bu cephenin önemli kalelerinden birisi de Çorlu’daydı. Kasabamızdaki askeri üs, bu amaçla kurulmuştu. Uzay mekiğinin inebileceği dünyadaki birkaç noktadan birisi olarak gösteriliyordu.

Yıldız Savaşları Projesinin tasarımında ve vizyon planlarında; dünyanın önemli teknologlarının yanı sıra; gelecek bilimciler, stratejistler, film senaristleri, hatta üniversite öğrencileri bile çalıştırılıyordu. İşin bu kadar sulandırılmasının arkasında projenin ‘herkesin fikrine açık olması’ gibi ulvi bir amaç düşünülse de asıl amaç başta ABD halkı olmak üzere tüm dünyaya bu projeyi pazarlayabilmekti.

Yıldız Savaşları adı bile; Superman ve Star Track gibi dünya dışı kahramanlık öğeleri kullanarak, sanal gururlanma ortamında kendi kendini tatmin etmeye alışmış ‘modern’ insanın umutlarını sömürmeye yönelik bir pazarlama aracı idi. Ürün tümüyle kamuoyu için üretilmişti. Psikolojik harbin en önemli unsurlarından biri olan ‘meydan okuma’ duygusu ile ortaya atılmıştı. Karşısındakine: ‘Ben yıldızlarla bile savaşırım! Sen kimsin ki?’ Diyordu.

İşin asıl amacı ABD bütçesinden silahlanmaya ayrılan payı büyütmek ve bu payın talan edilebileceği yeni bir mecra elde etmekti. Çünkü ABD yaramaz bir çocuk gibiydi, oturmaktan sıkılmıştı. 1970’lerden beri uzayda işler kesattı, Vietnam’dan beri kan dökmek mümkün olmamıştı ve ekonominin omurgası olan silah sanayii açlıktan kendi kuyruğunu ısıran yılana dönmüştü. Bunlar yetmiyormuş gibi çevresinde büyük bir kan festivali sürmekteydi: İran Irak’la, İsrail Lübnan’la, Sovyetler Afganistan’la, İngilizler Arjantin’le savaşıyor ama ABD o koca cüssesi ile mahalle maçına gitmek isteyip evden çıkamayan tosuncuk gibi sıkıntıdan patlıyordu.

İşte Yıldız Savaşları Projesi böylesine gergin bir ortamda vizyona girdi. Üstelik ABD’nin en ünlü artistlerinden biri başroldeydi. Reagan Beyaz Sarayda oturuyordu! Film çevirme konusunda ay seyahatini bile sanal olarak yapacak kadar ileri düzeye ulaşan teknoloji, 3. Dünya Savaşını da belki Yıldız Savaşları Projesi ile Atari oyunu gibi halledebilirdi. Ama tutmadı!

Yaramaz çocuk tam pencereden kaçıp sahaya inmeyi kolluyordu ki: Pili biten Sovyetler 70 yıllık imparatorluğu kendi isteği ile dağıttı. Takımlardan biri daha sahaya çıkmadan dağılınca maç da yattı. ABD’nin silah tüccarlarının hevesi kursaklarında kaldı. Ama bu umutsuzluk fazla sürmedi. Saddam abileri onlara kanlı bir savaş daha hediye etti. Böylece silah tüccarları da kanın bereketi ve ölümün hayrına ceplerini doldurma fırsatı buldular.

Olaylar o güne kadar tıngır mıngır devam etti... Devam etti de ABD’nin her şeyi uçlarda yapmaya alışmış marjinalleri yine durmadı. Morgıç diye başladılar, moraran başka yerleri oldu.

2008’e gelindiğinde topu diktiler. Kendini Amerika’ya bir yerlerinden bağlı hisseden ne kadar şirket, fon, holding ve devlet varsa aynı şekilde topu dikti. Aradan üç yıla yakın zaman geçti. Ama bir türlü düze çıkan olmadı. Bu kadar topu diken olunca bunları gören silah tüccarlarının aklına yine toplar tüfekler geldi. Başladılar savaş naraları atmaya: “Ya Kuzey Kore füze atarsa!”, “İran’ın nükleer füzesi New York’a kaç saatte gelir.”, “Eski Sovyet nükleer silahları teröristlerin eline geçmişse.” Biz bunları yemedik! Ama yiyenler için mönüde yine kan var. En taze fantezi de bu: “Biri füze atacak, kalkan pıt diye indirecek!”

Şimdi bu silah tüccarları, simsarları, komisyoncuları, siyasetçileri; Füze Kalkanından öyle bir indirecekler ki: Onlar için kriz miriz kalmayacak.

Benim tavsiyem şu:

Aman ha! İndirmişken iyi indirin. İndirme sırası vatandaşa gelince; topunuzu indirecek...

Hep sevgi ile kalın.

Murat SEVGİ
msevgi@mental.com.tr

Not______:
Tezgahın ikinci sebebi "Savaş Çıkarma Potansiyeli" bir sonraki yazıda...

 
Toplam blog
: 370
: 1092
Kayıt tarihi
: 10.07.08
 
 

1969 doğumlu. Tasarımcı, endüstriyel otomasyon sistemleri için yazılım geliştiriyor. Yüksek öğren..