Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

02 Temmuz '16

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Kanıksama!

Kanıksama!
 

Bu, acıları kanıksamak mı?


Sözcük anlamı itibariyle KANIKSAMAK, "Çok tekrarlanma sebebiyle etkilenmez olmak; alışmak. Bıkkınlık getirmek, usanmak". Birbirine zıtmış gibi görünen iki anlamı barındırıyor aslında. Başlıkta ünlem kullanmamın nedeni ise; sözcüğü mastar olarak kullanmak değil, özellikle ilk anlamını düşünerek "Çok yinelenen bazı olaylara, durumlara alışma! Onlardan etkilenmeyi ve onlara tepki vermeyi sürdür!" demek için.

Hergün aldığımız şehit haberlerine ara sıra eşlik eden kitlesel terör eylemleri ve ölümler... Toplum olarak kanıksadık sanki. Devlet adamı ve siyasilerin kalıplaşmış sözlü ve yazılı açıklamaları gibi, sosyal medyada ve televizyonlarda siyah kurdele ve siyah fon ile tepki vermek de "Bıkma ve usanma" anlamında kanıksama uyandırıyor bende. Günlerdir yazılı ve görsel basında uzmanların açıklamalarını izliyoruz. Neyse, yapılması gereken yapılsın! Yapamayan, yetkin olmayan, görevini bıraksın! Evet, belki insanlık var oldukça suç, cinayetler, terör, savaşlar sürecek; ama niye dünyanın bazı yerlerinde ve toplumlarında barış, huzur, gönenç hakimken, bazı ülkelerde yıllardır savaş, açlık, katliamlar, ölümler, göç yaşanıyor. Ülkemiz de ikisi arasında bir konuma getirildi bile.

Neyin, kimin bayramı?

Devletin zirvesi denilen kişilerin 30 Haziran'da (Henüz Atatürk Havalimanı saldırısının üzerinden bir gün bile geçmemişken) yaptığı, Osman Gazi Köprüsü açılışını ve özellikle de Başbakan Binalı Yıldırım'ın konuşmasını seyrederken, kan beynime sıçradı! "Bayram öncesi bir bayram yaşıyoruz. Bir ülkede güven ve istikrar varsa ve güçlü bir iktidar varsa, yapılmayacak şey yoktur" dedi Sayın Başbakan! Şoke oldum. Ne güvenliği, ne istikrarı? Milletle alay mı ediyorlar? Yoksa, başbakan tören öncesi göz atmaya bile gereksinim duymadığı, 44 kişinin yaşamını yitirdiği yüzlerce kişinin yaralandığı olay öncesi yazılmış bir konuşma metnini mi okudu? Sokak ağzı olacak ama, "Bu neyin kafası?". Başka bir ülke de ya da dünyada mı yaşıyorlar? Kendi duyarsızlıklarına başkalarını da alet ediyorlar!

Daha birkaç gün önce yayımlanan yazımda resim altı yazısı olarak belirtmiştim: Karagöz ile Hacivat bile oyunun sonunda "Her ne kadar sürçü lisan ettiysek, affola" derler. Türkiye'de bu olgunluğu gösterecek, devlet adamı ve siyasetçi kalmamış anlaşılan. Belki de kırdıkları potların, devirdikleri çamların farkında bile değiller. Ya da bunu yapmayı kendilerine hak sayıp, özür dilemeye gerek görmüyorlar. Ya da her şeyi kanıksamaya meyilli görünen halk çoğunluğunu "salak" yerine koyuyorlar.

Yurttaş verip duruyor nasılsa?

Aynı törende Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ne dedi? "Bayram sonuna kadar köprü ücretsiz olacakmış. Bu girişimci firmanın jestiymiş. Köprünün sadakasıymış..." Sadaka almaya alıştırılan yurttaşa, geçiş ücreti sadaka gibi görülüyor demek. Peki bu arada "girişimci firma" ve kimbilir kimler parsayı toplayacak nasılsa. Acaba güzel yurdumda devletin parası ve halkın vergilerye yapılan, şaşaalı bir törenle açılan, halkımız tarafından kullanılacak bu köprünün geliri kimlere gidecek? Birileri vermeyi kanıksamış, birileri de (hak etsin etmesin, helal ya da haram olduğununa bakmaksızın, az ya da çok demeden, doymaksızın) habire almaya alışmış...

Şimdi bir de yurttaşlar cep telefonu, tablet gibi bir aygıt satın aldıklarında TRT bandol ücreti ödeyeceklermiş. TRT'nin kurulduğu yıllarda, "tecimsel" (ticari) olmayan kuruma gelir sağlamak amacıyla, elektrik faturalarından TRT'ye katkı payı alınmasına artık çoğumuz karşıyken, bu da nerden çıktı? TRT siyasi iktidarın çiftliği ve borazanı oldu, elektrik üretim ve dağıtım şirketleri özelleştirildi. Zaten ben dahil, halkın çoğu TRT kanallarını izlemiyor...

Benim üniversitede, okuduğum ve yeni mezun olduğum dönemlerde, ne zaman yeni bir hükümet başa geçse, TRT'de ve Anadolu Ajansı'nda - torpilli birilerini işe sokmak için - kadro sınavı açılır, hakkıyla giren birkaç kişi de buralarda çalışmaya başlardı. Ancak AKP iktidarı başa geçtiğinden beri, sınava bile gereksinim duyulmaksızın, lise mezunlarının bile bu kurumlarda işe yerleştirildiklerini, eskiden giren çoğu basın yayın yüksekokulu, iletişim fakültesi mezunu eğitimli ve deneyimli kadroların istifaya zorlandıklarını ya da tanık oldukları yozlaşmaya dayanamayıp kendi istekleriyle görevi bıraktıklarını biliyoruz. Şimdi, benim çocukluğumun, staj dönemlerimin o güzel TRT'sinin yerinde yeller esiyorken, işe yaramaz, iktidar yanlısı, yalakası "takkeli, türbanlı, jöleli" birileri astronomik maaşlar alsın diye, ben dişimden tırnağımdan biriktirdiğim parayla kendime, çocuğuma alacağım aygıtın fiyatının üzerindeki bir tutarı ödeyeceğim, öyle mi? Yemezler ve yedirmezler!

Allah başımızdan eksik etsin!

Kültürümüzde "Allah muhtaç da etmesin, eksik de etmesin" denilen iki meslek grubu vardır: Biri hekimler, diğeri hukukçular (yargıçlar, savcılar, avukatlar). Artık, başımızdan gitsin, eksik olsun dediğimiz kişi ve kurumların sayısı gün geçtikçe artarken, yüksek yargının yapısını değiştiren yeni yasa mecliste onaylandıktan sonra, bunlara yargıçlar da eklenecek mi yoksa diye kara kara düşünür oldum.

Yasal düzenleme Türkiye Büyük Millet Meclisi'nce onaylanmadan önce, Kanal B'de Gündem Özel programına konuk olan Yargıçlar Sendikası Yönetim Kurulu Üyesi Nuh Hüseyin Köse'yi dinledim. Söylediklerinden aldığım notları kısaca aktarayım:

"Hakim olmak kolaylaştırılıyor. Hakimlerin ve avukatların kalitesi düşüyor. Hakimlik sınavını kazanamayan biri, yüksek yargı organına üye olabiliyor. Artık, her iktidar çantasında kendi hakimiyle, savcısıyla mı gelecek?... Biz yargı bağımsızlığını, yargılamada eşitliği savunuyoruz. Ergenekon, Balyoz davalarındaki gibi haksız tutuklamaları eleştiriyoruz."

Türkiye Cumhuriyeti tarihindeki en büyük adaletsizliklerin, Adalet ve Kalkınma Partisi döneminde yaşadığına tanıklık ettik, ediyoruz. Bunun devamının gelmesi, artarak sürmesi, halk isyanına, iç savaşa, ülkenin dağılmasına, bunu bahane eden dış güçlerce işgaline kadar gider. Allah korusun! Yapılmak istenen bu mudur?

Kanıksamıyorum, Kanıksamayacağım!

Gülçin ERŞEN – 2 Temmuz 2016 / Güllük

 
Toplam blog
: 134
: 869
Kayıt tarihi
: 06.07.11
 
 

Ankara Üniversitesi Basın Yayın Yüksekokulu (İletişim Fakültesi) Radyo ve Televizyon Bölümü mezun..