Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

07 Mart '07

 
Kategori
Çevre Bilinci
 

Karadeniz' de yokoluş

Karadeniz' de yokoluş
 

Karadeniz’ de insan yaşamı, hep zorlu ve göçebe olmuştur. Ailenizin en mutlu olduğu anda bile bir ayağınız kapının dışındadır. Kullanılabilir tarım alanları kısıtlı olduğu için balıkçılık alabildiğince yaygındır.

Yine en fazla babamın çocukluğuna inebilecek kadar yakın tarihimizden bahsetmek istiyorum. Benim çocukluğumdaki Temmuz aylarında, lüferler, küçük balık sürülerini kıyıya sıkıştırırlardı. Bir anda açık denizde bir martı kalabalığı olur. Denize dalarak çıkarak kıyıya doğru yol alırlardı. Daha sonra karınları iyice doymuş halde kayaların üzerine konar, türküler döktürürlerdi.

Bizler ise kayaların arasına sıkışan hamsi, istavrit, barbunya sürülerini elle ya da sepetlerle yakalardık. Onlarla küçük balıkçılık oyunları oynardık. Balıkların ağlara oltalara nasıl takıldıklarını canlı test ederdik. Lüferlerin, kıyının hemen bitiminde gardiyan misali devriye gezdiğini bilir, oltalarımızı daha uzağa fırlatmak için birbirimizle yarışırdık. Yakaladığımız balıkların, fazlalarını satacak kimse bulamazdık. Sahilde kumsalın hemen bitiminde başlayan kayalıklardan, burun ucuna kadar midye bulamamanız mümkün değildi. Kayalıkların sığ yerlerinde istemediğiniz kadar pavurya bulunurdu.

İlk palamudun yılın Haziran ayında, sonuncusunun ise sonraki yılın Ocak ayında yakalandığını, 110 kiloluk morinayı tekneye nasılda zorla çektiğimizi, Karadeniz’de fok gördüğümü, su samurlarının oynaşmalarını dün gibi hatırlıyorum.

Büyük ağabeyim, bir kilodan daha ağır istavritleri çapari ile yakaladıklarını anlatırken hala aynı heyecanı hissettiğini gizleyemiyor.

Köyümüzdeki eski balıkçıların birçoğu orkinosların açık denizde oynaşmalarının hikâyeleştirerek anlatıyorlar.

Babam, eski bir Mayıs ayında bir karıştan daha büyük hamsiler yakaladıklarını ve bunların Azak Denizi’nden kaçmış olabilecekleri rivayetlerini anlatırdı. Azak Hamsilerini, elle değil bıçakla temizlerdik ve sırt yüzgeçlerini kesmemiz gerekirdi, derdi.

1987’de liseyi bitirdiğimde dayımların teknesinde gemici olarak çalıştım. O sezon 5, 000 bin tondan fazla hamsi yakalamıştık. Bana düşen pay ise 3 milyon liraydı. Sezon bitiminde 1988 Nisan ayında bizim küçük takayla kıyı balıkçılığına başladım. Nisan’dan Mayıs’a kadar 1 milyon lirayı, balık avlayarak; Mayıs sonundan Temmuz ortasına kadar ise 2 milyon lirayı, deniz salyangozu çıkararak kazanmıştım. Kendime aileme bakabilecek durumdaydım. İleride evlenme, otomobil alma gibi hayalleri kurmayı hayli sıklaştırmıştım.

Fakat 1989 yazında bazı olumsuzluklar fark ettik. Karadeniz’in rengi değişmişti ve hiç yakamoz göremiyorduk. Demir pasını andırır bir renk hâkimdi. Dalgalar al köpüklerin saçamaz olmuşlardı. Güz gelip Eylül ayı çattığında da Aralık ayı geldiğinde de durum farklı değildi. Ben 1990 yılında askere gidip 1991 sonunda döndüğümde durum daha yeni düzeliyordu. Yakamozlar, daha belirginleşmişti. Ancak hiçbir şeyin eskisi gibi olamayacağını herkes anlamaya başlamıştı. Karadeniz, sonun başlangıcındaydı.

İzmarit, menekşe, karagözgillerden dişli, kötek, eşkine, taş deviren, karagöz, orkinos, morina, mersin balığı gibi balıklarının Karadeniz’deki maceraları sona ermişti. Midyelerin yerini, kaygan ve üzerinde yosun bitmeyen bir jel tabakası almıştı. Pavuryalarla çok nadir rastlaşıyorduk.

Çok yakın dostluklar, basit sorunlar yüzünden kırılma noktasına gelebiliyordu. Sahilde gerçek balıkçılık yapan teknelerin onlarca olan sayısı iki elin parmaklarının sayısını geçmiyordu. Özellikle o zamanın gençleri olan bizler panik içinde birer ikişer memleketimizi terk ettik. Geride çok azımızı, sıcak dostlukları, hiç unutmamak üzere anılarımızı bıraktık. Daha iyi yaşamak için umuda yelken açtık. Bu yolculuğun acı gerçekleri bizi yakında bulacaktı.

Karadeniz’deki balık miktarının ve denizdeki doğal yaşamının azalma sebepleri nedir, anlatmaya çalışayım. Aşırı avcılık, 200 metreden sonra deniz dibinde yaşam olmayışı, tarımsal gübreleme-ilaçlama, temizlik maddeleri atıkları-deterjanlar, küresel ısınmadır. Daha da önemlileri, Tuna Nehri’nden, Avrupa’nın sanayi, İdil ve Volga’dan eski Rusya ile diğer gelişmiş ülkelerin varillerle getirilen nükleer atıkları, Karadeniz’deki yok oluşun hızlı başlangıcı olmuşlardır ve halen devam etmektedir. Emin olunuz ki en kolay önlenilebilecek ve kontrol altına alınılabilecek olanı, aşırı avcılıktır. Diğer etkenler ise sinsi, siyasi korunaklı ve çok daha tehlikelidir.

Şu an çalıştığım organize sanayi bölgesine bakıyorum da değil Karadeniz, dünya sonun başlangıcında ve bu ivmelenerek devam etmekte.

En üzücü olanı ise bu yok oluşa dur diyebilmek bir yana katkıda bulunuyor olmamız.

 
Toplam blog
: 23
: 910
Kayıt tarihi
: 27.10.06
 
 

Ordu-Perşembe'nin Çerli Köyü'nün sahilinde doğdum. 23 yaşına kadar balıkçılık yapıp liseyi bitirdim...