Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

22 Ağustos '16

 
Kategori
Eğitim
 

Kararı siz verin artık

Kararı siz verin artık
 

“Hayvan olmak istiyorsan, olabilirsin elbette.

Bunun için ‘İnsanların acılarına sırt çevirmen’

ve yalnız kendi postuna özen göstermen yeter.”

                                                                          Karl Marx

Hasanoğlan mezunu eğitimci yazar Şehriban Tuğrul’un öğretmenlerini, O’nun gözüyle tanımaktan çok mutlu oldum ben.

Sözü edilmeye değer birkaç öğretmeni daha var. Onları da yazayım da kimsenin hakkı kalmamış olsun bende.

Hasanoğlan’da çalıştığım yıllarda kendisine saygı duyduğum öğretmenlerden biri de İhsan Aksu idi. “Anılarımla Hasanoğlan” adlı kitapta bu değerli dostumun huyu suyu değil de dersi anlatılmış daha çok.

“Hafta içinde 4 saat tarım dersimizde öğretmenimiz İhsan Aksu’nun gözetiminde okulun ahırlarını dolaştık. Yirmi kadar inek, bir o kadar da buzağı vardı. Onları görünce ebemin inekleri ve buzağıları aklıma geldi, özlemle burnumun direği sızladı. Ama bunlar ebemin hayvanlarına benzemiyorlardı. Kocaman, beyaz ya da kahverengi beneklilerdi. Galiba Hollanda inekleriymiş. Yerli inekler de vardı ve çok bakımlıydılar.

               “Sütü makineyle sağıyorlardı; hayretle seyrettik. Bir inekten çıkan süt, en az on kiloyu buluyormuş… Bunlardan elde edilen süt, peynir, hatta etler bizler içinmiş. Bakımını işçilerle öğrenciler birlikte yapıyormuş; biz de ileride bakacakmışız. Buzağılar da çok sevimliydi. Hepsini de tek tek sevdik. Daha sonra ahırın çevresinde beşer kişilik gruplar halinde belleme işi yaptık. Beli bıraktığımızda kimimizin eli kızarmış, kimimizinki şişmiş, kimimizinki de soyulmuştu. Elimizi yüzümüzü yıkayıp öğle yemeğine giderken aç kurtlar gibiydik. Önümüzdeki koskoca eti olan haşlamayı, bulgur pilavını ve tulumba tatlısını yuttuk mu, yedik mi, bilmiyorum.” (Sa. 49)

               İlhan Aksu ile dostluğumuz iki yıl önce öteki dünyaya göç edişine kadar devam etti. Kastamonu – Bozkurtlu olan dostum, İstanbul’a her gelişinde arayıp buldu beni. Musa Okay, Ahmet Tuncer, Osman Işık, Şenay Can, Osman Aybastı, Rıfkı Can veNaciye Aybastı gibi İhsan Aksu da evli, çoluk çocuk sahibi ve o güne göre benim iki misli yaşımda bir büyüğümdü. Kızı Emel’in Türkçe öğretmeni oldum iki yıl. Neden bilmem, severdi beni. Ben de saygı duymuşumdur hep O’na.

               Şehriban Tuğrul’un sevdiği öğretmenlerden biri de Yaşar Sami Gökgöz’dür. Kimmiş, neciymiş bir bakalım:

               “Resim dersimiz, hepimizin kabiliyetine göre iyi sayılırdı. Yaşar öğretmenimiz de bizi heveslendirip duruyordu. Nihal, Adem Çaykara, Alaattin Sürsavur, Tombak, Erdoğan Sipahioğlu, Osman Yerli yetenekliymiş ve resimleri de güzelmiş. Öyle söyledi öğretmenimiz.” (Sa. 59)

               Ve özellikle şunu da yazma gereği duymuş; başka bir sayfada:

               “Resim dersinde öğretmenimiz bizi sıkmıyor, yeteneğimize göre ödev istiyordu.” (Sa. 74)

               Müzik öğretmeni Müzeyyen Işık, resim öğretmeni gibi değil… Nasıl mı?

               “Müzik dersi kimimizin kâbusu, kimimizin de dört gözle beklediği zevkli bir dersti. Kimilerine mandolin çalmak bir zulümdü. Mandolinde çalınan notaya ayakla vuruş yapmak daha da zordu. Son notlarımızı mandolin çalma, müzik terimleri ve İstiklal Marşı’nı düzgün söylemekten alacaktık. Tabii ki, bize de bol bol çalışmak düşüyordu.”

               Birkaç yıl sonra, müzik dersine Ahmet Kayalıdere girince herkes rahatlar.

               “Bu sevecen, güleryüzlü ve minyon tipli öğretmenimiz hepimizin sevgilisi olmuştu.” (Sa. 198)

               “Müzik dersi Ahmet Kayalıdere öğretmenimizle çok eğlenceli geçiyordu. Müzeyyen öğretmenimizdeki gibi sıkı değildik. Öğretmenimiz de akordiyon çalıyor, bazı derslerde çaldığı müziklerle dans ediyor, oynuyorduk. Günün meşhur şarkılarını söylüyorduk. Ben de bir müddet akordiyon kursuna gittim; aleti kollarımda taşıyamadığım ve pratik çalamadığım (nota ezberleyemediğim) için bıraktım.” (Sa. 204)

               1966 Ağustos’unda Hasanoğlan’dan Kars’a gitmek üzere ayrılırken, okul müdürü Ahmet Setröz’dü. İyi bir insan, iyi bir yöneticiydi. Dengeleri gözetmeye çalışıp ‘ne şiş yansın ne kebap’ anlayışı ile akıllıca bir politika izliyordu. Tuğrul ne diyor, bakalım:

               “İkinci dönemde okul müdürümüz Ahmet Sertöz vefat etmişti. Onun cenazesini tören alanına getirdiklerinde çok ağladık. Babayiğit bir adamdı. Biz öğrencileri severdi. Mekânı cennet olsun.” (Sa. 86)

               Elişi derslerinde işe yarar şeyler mi öğretiliyordu acaba?

“Elişi dersinde konumuz ‘Yemek Pişirmek’olunca (tabii ki uygulamalı) yüz kişilik yemek hazırladık. Safiye öğretmenimizin önderliğinde, ders öğretmenleri ve okul müdürümüzü davet ettik. Sofra ve görgü kurallarına göre sunum yaptık. Beğendiler. En çok da mercimek çorbasını sevmişlerdi. Çorbayı Mürüvvet, ben, Hatice (uzun boylu olduğu için Balıkçıl derdik) yapmıştık. Hepimizi tebrik edip gittiler. Onlar gittikten sonra, davetlimiz erkek arkadaşlarımızla (bu dersi onlarla ayrı yapıyorduk) beraber masaya oturup yedik.

               “Yemekten sonra öğretmenimiz bizi erkek arkadaşlarla eşleştirdi. Kasetten “Samanyolu” eserini çaldı. Nasibime Vehbi Çömlekçi düştü. İkimiz de utanmaktan ve heyecandan nasıl dans edeceğimizi bilemedik. İlk dansım böyle bir heyecan içinde gerçekleşti. Akşam yemekhanede, kızlar duygularını anlattıklarında hepimiz de aynı duyguları paylaşmışız. Sonuçta mutlu olmuştuk. Ömrümüzce bu anıyı, her dans edişimizde gülümseyerek hatırlayacaktık.” (Sa. 216)

               Bravo Safiye Hanım’a! Geçekten bravo… 1964 – 1966 yıllarında bu cesareti gösterebilen bir öğretmen tanımadım ben, ne yazık ki. Böyle biri çıksaydı o yıllarda, neler gelirdi başına, tahmin edemem!

               Dört beş yılda neler neler değişiyormuş meğer!

               İşte yine olumlu bir öğretmen:

               “Enver Aydın öğretmenimizle zaman zaman dışarda yürür, sohbet ederdik. Biz öğrencilerini sever ve dinlerdi. Zebraya “Pijamalı eşek”, çiseleyen yağmura “Avanak ıslatan” derdi. Sakin ve aynı ses tonunda anlattığı her şey komik olurdu. Kendi gülmez, bize kahkahalar attırırdı. Sağ olasın öğretmenim.” (Sa. 240)

               Yüreği sevgi dolu, anlayışlı ve başarılı bir öğretmenin öğrencisi de anlayışlı ve başarılı olur. Bakın, ne güzel bir örnek şu:

               “İzzettin Polat ağabey 1968 yılında 4/F’deymiş. O yıl tarım bilgisi dersine Ali Arı öğretmenimiz giriyormuş. Ağabeyimizin, “Arıcılık” konusuna ilgi duyduğunu keşfetmiş. Onu derslerinde arılığa Abdullah Amca’nın yanına göndermiş. (…)

               Güzel bir örnek… Daha güzeli de şu:

               İzzettin Polat, Hasanoğlan’daki tarım dersinde bizzat yaparak ve yaşayarak öğrendiği arıcılık bilgilerini öğretmenlik yaptığı köyde ve kendi köyünde de uygulamış. Kendisi gibi, arıcılık yapan köylüler de bal satışından ekmek yiyorlarmış şimdi.

               İzzet Polat, Şehriban’ın sınıf arkadaşı Osman Yerli’ye yazdığı mektupta anlatmış bunları.

               Kızımız 5. Sınıfa gelince, meslek dersleri ağırlık kazanmıştır. Dersine giren öğretmenlerden biri, eğitim konusunda basılmış kitapları olan Ahmet Rıza Tükel’dir.

               “Mutlaka farklı bir öğretmendir O.” diyorsunuz, öyle mi?

               Ben de aynı kanıdayım. Ama siz beni değil de Şehriban Tuğrul’u dinleyin:

               “Rıza Tükel, bembeyaz saçlarıyla, kapkalın gözlüğüyle bayağı yaşlıydı. Derste arkasından yürürler, kuyruk takarlar, kopya çekerler, gürültüyü en çok onun dersinde yaparlardı. Yazılı sınavlarda kızlar sıranın kenarına oturur, onu lafa tutardık. Erkekler kopya çeker, bize de yazdırırlardı.” (Sa. 263)

               Bu satırlar, Rıfat Ilgaz’ın “Hababam Sınıfı”ndan bir alıntı değil.

               Dahası da var:

               “Bir gün Nihal, yazılı anında kendi sırasına iyice abanan öğretmene çok kızdı. Kolunu sıraya yerleştiriyormuş bahanesiyle öğretmene sertçe bir vurdu. Öğretmenin masasına bir gidişi vardı ki… Öğretmene hem kızdık, hem acıdık, hem de güldük.” (Sa. 364*)

               Söyleyecek hiçbir sözüm yok benim. Kararı siz verin artık.

                               Hüseyin Erkan

huseyinerkan@dilemyayinevi.com.tr

----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

(*)  Telefon görüşmemizde,”Daha fazlası da var ama utancımdan ancak bu kadar yazabildim” dedi yazar.     O yaşlı başlı sözde öğretmen utanmıyor da sen yazmaktan niçin utanıyorsun ki, değerli kardeş

 
Toplam blog
: 303
: 309
Kayıt tarihi
: 21.02.11
 
 

1942'de Antalya'ya bağlı Akseki ilçesinin Gödene (Menteşbey) adlı kuş uçmaz kervan geçmez bir köy..