Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

08 Aralık '08

 
Kategori
Güncel
 

Karayalçın: Memleketi Rize, kendisi Ankaralı olan hemşehrim

Karayalçın: Memleketi Rize, kendisi Ankaralı olan hemşehrim
 

Rize - Palovit Vadisi


Ben doğma büyüme bir Ankaralıyım. Yaklaşan belediye seçimleri ile birlikte Ankara’daki şehir yaşantısı ve şehircilik anlayışı ile ilgili gözlemlerimi zihnimde bir kere daha tazeledim. Şimdi 80 – 90'lı yıllardaki çocukluk ve ilk gençlik çağlarımla günümüzü karşılaştırdığımda hatırladıklarımı özetlemek istiyorum sizlere.

- Karayalçın öncesi döneme ait ilk hatırladığım şey, kışın Ankara üzerine karabasan gibi çöken pis kokulu bir dumandı, yani Ankara genelinde kalitesiz kömür yakımının yol açtığı kronik hava kirliliği. Öyle ki, yolda yürürken beş adım sonrasını göremezdik; öyle bir sis çökerdi sokaklara.. Çocuk halimizle, Küçükesat’taki evimizden yine aynı semtteki okulumuza kadar olan yolu atkılarımızı bir nevi gaz maskesi gibi, neredeyse hava almayacak şekilde yüzümüze gözümüze sararak yürürdük.

Karayalçın zamanında Ankara’da doğalgaz kullanımının başlamasıyla hava kirliliği sorunu ortadan kalktı. Ankara ucuz ve temiz ısınma olanağına kavuştu. En azından o zaman için…

Fakat şimdiki belediye zamanında, ilk iş, varolan doğalgaz sayaçları sökülerek, yerlerine kartlı doğalgaz sayaçları takıldı. Belediyenin bu işlemden dolar bazında ücret aldığı biliniyor. Acaba bu işleme neden ihtiyaç duyulmuş olabilir? Bunun sonucu olarak bugün metro istasyonlarında kart doldurmak için bekleyen insan kuyrukları oluşmaktadır. Bu insanların banyoda köpüklüyken kartlarının bittiğini düşünün bir, ne komik değil mi? Ayrıca Ankara genelinde, son yıllarda, fahiş fiyatlı doğalgaza alternatif olarak bol keseden dağıtılan kömür tüketimi sebebiyle, hava kirliliği sendromu yine hortlamış görünüyor.

- Karayalçın öncesi Ankara manzarası, cumhuriyet idealinin henüz hız kesmediği 1980 öncesi yıllarda dikilmiş anıt ağaçların, çınarların, kestanelerin, bulvarları, sokakları süslediği, ama ağaçlandırma eylemlerine devam etmeyi (üniversite arazileri dışında) nedense kimsenin akıl edemediği bir bozkır görünümündeydi. Tabi bazı anıt ağaçlar belediyenin gazabından o zaman da kurtulamıyordu; örneğin Ankara’daki en büyük ve en çirkin camii olan Kocatepe camii’nin önündeki yol çalışması sırasında kesilen 50 yıllık kestane ve çınar ağaçları..Ve camii otoparkı haline getirilmek üzere yıkılan, ve bir cumhuriyet dönemi klasiği olan ilkokulum. Bu konudaki yorumlarımı kendime saklıyorum; çünkü hem bu yazının kapsamı dışındalar, hem de muhtemelen yayınlanmak için “uygun” değiller.

Karayalçın zamanına dönecek olursak, şehrin bir yeşillendirme atağı içine sokulduğunu söyleyebilirim. Bozkırda bir fidanın yaşatılıp ağaç haline getirilmesi ne kadar zordur, bilen bilir. Ankara o dönemde bir ara Avrupa’nın en yeşil başkenti seçilmişti!

- Karayalçın öncesinde, Ankara kıt olanaklarıyla, kendi yağında kavrulan bir şehir görünümündeydi.

Karayalçın zamanında sosyal sorumluluk projeleri başlatıldı; Halk Ekmek fabrikası kuruldu. Ostim bir sanayi sitesi, Batıkent ise bir sosyal amaçlı konut edindirme projesi olarak ortaya çıktı ve gelişti. Örneğin ailem Küçükesat’taki kiralık evden ayrılıp kendi evine yerleşme mutluluğuna Batıkent projesinin gerçekleştirilmesi sayesinde kavuşmuştur. Ayrancı’daki gecekondularda yaşarken Batıkent’teki evleri bitsin diye yıllarca gün sayan ve en sonunda mutlu sona erişen nice tanıdığımı sayarak örnekleri çoğaltabilirim. Şunu da göz önüne alalım ki, o zamanlar uydu kent, Toki vs. gibi kavramlar henüz yoktu; belki bir Ümitköy vardı, o da çok uzaktaydı. Ama yine de Batıkent, tıpkı metro gibi, yokluklar içinde kotarılan bir başarı öyküsüdür.

Bu arada Batıkent’e ilk taşındığımız dönemdeki maceralarımız hala gözümün önünde. Sene 1987. Batıkent asfaltla bir türlü tanışamamıştı; ortalıkta yol, iz yoktu. Ayağımıza marketlerdeki naylon poşetlerden geçirir, bunları bileklerimizden iplerle bağlar, sonra evimizden anayola kadar öyle yürür, anayola varınca da çamur içindeki poşetleri çıkarıp atardık. Su sık sık kesilirdi; arabası olanlar gidip ileride bir yerde açılmış terkos kuyusundan su doldururdu. Şehre götüren külüstür bir otobüs saat başı şöyle bir uğrardı. Ne günlerdi onlar yahu..Tabi Karayalçın gelince bu sefil durumdan kurtulduğumuzu söylememe gerek yok sanırım..

- Önceden Ankara oldukça renksiz ve hareketsizdi.

Karayalçın döneminde çeşitli kültür ve sanat aktiviteleri gerçekleştirildi, sosyal hizmet veren merkezler oluşturuldu. Hatta diyebilirim ki, bugün de belediye tarafından sürdürülmekte olan eğlence ve eğitim merkezleri yapılanmasına ilk o dönemlerde başlandı. Hatta Ankara’nın o zamanlar bir maskotu bile vardı. Yeri gelmişken, bugünkü (her zamanki gibi halkın fikri alınmadan, bir oldu bittiyle getirilen) yeni Ankara ambleminin Ankara’yı ne kadar temsil ve ifade ettiği meçhuldür. Dünyada bir eşi daha olmayan eski amblemimizi (Hitit güneş kursu – yaklaşık M.Ö. 2000) geri istiyoruz.

- Önceden, suyun Küçükesat’ta genellikle kesintisiz olarak aktığını hatırlıyorum. Ama o kadar klorlanmış olurdu ki, musluktan neredeyse süt renginde çıkardı. Neyse buna da şükür değil mi? Çünkü Batıkent’te, 1987 yılının bir bölümünde “su yoktu”.

Karayalçın zamanında İvedik’te büyük ve modern bir su arıtma tesisi kuruldu. Su kesintilerinin başladığı geçen yıla kadar Ankara sadece bu tesisten yararlandı ve su sıkıntısı nedir bilmedi – ta ki bu sorun kendisine öğretilene / hatırlatılana kadar. Şimdiki suyu düşününce ise, hem kamuoyunda hakkındaki şüphe verici tartışmalardan hem de pek kötü kokusu (kendimin ve değişik semtlerde oturan arkadaşlarımın gözlemlerine dayanarak), rengi ve tadından dolayı (geçen seneye kadar musluktan içtiğimiz su yerine artık dışarıdan parayla markalı su satın alıyoruz) Ankara’da bu konudaki gidişatın hiç de iyi olmadığını düşünüyorum.

- Karayalçın öncesinde ulaşım kısıtlıydı; sadece otobüs, dolmuş ve taksi vardı. Ama son yıllardaki belediyecilik anlayışı nedeniyle hala kısıtlı. Açıklamak gerekirse:

Bilindiği üzere, Karayalçın zamanında tamamlanarak, Gökçek zamanında hizmete sokulmuş bir “metromuz” ve “Ankarayımız” var. Biri Kızılay – Batıkent arasında, diğeri ise Cebeci – Ankara Şehirlerarası Otobüs terminali arasında çalışıyor. O zamandan bu zamana (dile kolay tam 15 yıl) metro hattının önceden planlanmış olan kalan kısmı için hiçbir şey yapılmadı. Nerede Batıkent - Eryaman - Sincan hattı, nerede Çayyolu metrosu? Tüm yapılanlar, sağda solda yıllardır etrafı çevrilmiş vaziyette ve üzerinde “burada metro inşaatı vardır” yazılı birkaç tabela ve bu nedenle engellenen normal trafik akışı ile göstermelik olarak inşaatı bitirilen birkaç durak. Peki bu gün vardığımız nokta nedir? Ankara’da trafiğe çıkan araç sayısının yıl be yıl artması ile yaşanan, içinden çıkılmaz bir trafik kaosu. Kanıt isteyenlere buyurun her gün geçtiğim Eskişehir yolu, İstanbul yolu. Üstelik bu saydıklarım şehirlerarası yollar, şehir merkezinden hiç bahsetmiyorum bile.

- Günümüzde Ankara belediyesi hakkında kamuoyunda gün geçmiyor ki şüphe uyandırıcı bir yorum ve haber çıkmasın. Belediyenin dünyanın en borçlu belediyelerinden biri olduğu söyleniyor. Hatta Ankara halkının kullandığı doğalgazın parasının belediye tarafından Botaş’a ödenmediği duyumlar arasında. Ve edinilen bilgilere göre bu ödenmeyen borç da, dürüst, ödemesini zamanında yapan yurttaşa yaklaşık %24’lik zam şeklinde tekrar ödetilmeye çalışılıyor. (Ankara’nın doğalgaz dışında bir ısınma seçeneği olmadığı hepimizin malumu.) Buna karşın belediye mensuplarının ve onların iş ortaklarının, yakınlarının Ankara civarındaki değerli arazilerde, ve şehir içinde pıtrak gibi biten alışveriş merkezlerinde önemli miktarda hisse sahibi oldukları ve bu kişilerin gelirlerinin çok yüksek olduğu konuşuluyor. Bütün bunların ne kadar doğru olduğu belediye tarafından halka açıklanmalıdır. Belediye gelir gider durumları, kullanılan krediler ve ihaleler konusunda halka “açıklama” yapmalıdır.

Karayalçın döneminde belediye teşkilatı ve belediyecilik daha güven vericiydi, daha şeffaftı; dedikodular almış yürümemişti. Mesela o dönemde, metronun tamamlanması için gereken büyük miktarda dış kredinin, belediyenin sahip olduğu güven verici kimlik ile yurtdışından sağlandığını (çünkü hükümet destek vermemişti) ve bu sağlanan kredi ile metro projesinin başarıyla tamamlandığını biliyoruz.

- Bugün, cumhuriyet şehri Ankara tarihinden koparılarak kimliksizleştirilmeye mi çalışılıyor? Şehir - bölge planlama uzmanları ve mimarların bütün karşı çıkmalarına, kazanılan mahkeme kararlarına rağmen belediye “ben yaptım oldu” mantığıyla eylemlerini oldu bittiye getiriyor sürekli. Ankara’da görüp görebileceğiniz hemen her meydan, kavşak, köstebek yuvası misali kazılarak yerine çirkin ve boş bir delik açılıyor, işte alın size yeni bir köprü kavşak! Yayalara değil, vızır vızır işleyen otomobillere ait artık şehrin tüm meydanları. Ama ne ironiktir ki, köprü kavşağın rampasını çıkar çıkmaz, ilk gördüğünüz şey yine tıkanık bir trafik. Bunun karşılığı ise ruhsuzlaşan ve çirkinleşen, insan öğesinden uzaklaştırılmış bir şehir, bazen şiddetli yağmurlarda suyla dolan köprü kavşak tünelleri, tünel içinde ve çıkışında biriken araç trafiği ve giderek karışıklaşan ve çatallanan araç yolu. Tünel çıkışında aracınıza aniden sağdan yanaşarak kazaya yol açanlar; tünele girmemek veya girmek için şerit değiştirirken trafik akışını engelleyenler, ne ararsanız var bu cümbüşte. Merak ediyorum, tüm bu köprü kavşaklar zorunlu muydu; Ostim kavşağı - Batıkent arasındaki yeni yapılan o çirkin köprü yol (önce viyadükler donar;)) ne kadar gerekliydi? Yoksa birileri bunlar sayesinde parsayı mı topluyor? Tabi ki bunu da asla öğrenemeyeceğiz.

Bunlara tuz biber olarak Atatürk’ün bize emaneti olan AOÇ bile isteye bakımsız ve işlevsiz bırakıldı ve sağdan soldan kemirilmelere müsaade eden bir tavır içine girildi.

Oysa eskiden şehrin sokaklarının bir tarihi, meydanlarının bir ruhu vardı. Ama şimdi şehir halkı, kendi şehrine yabancılaştırıldı. Avrupa’da hangi şehir merkezinde köprü kavşak var ki? Bilmem hatırlar mısınız, Kızılay bir ara yaya trafiğine tamamen kapatılmaya teşebbüs edilmiş; neyseki durumun absürdlüğü çabucak anlaşılmış olacak ki bu "proceden" hemen vazgeçilmişti. Ne komedi:)

Sonuç: Bütün bu anlattıklarımdan sonra hala kime oy verme konusunda kararsız olabilirsiniz. Bence oy verirken şunu göz önüne almakta fayda var: Biz Ankara halkı olarak, Ankara şehrinin, bir kent, bir yaşam alanı olarak "geleceği" için oy kullanacağız birkaç ay sonra. Bu durumda “o parti olmaz şu parti olur”, ya da “falanca iyi siyaset yapamadı” demenin yeri ve zamanı değil. Çünkü biz “belediyeciliğe” oy vereceğiz. Ve bundan böyle şapkayı önümüze alıp yaşadığımız şehirdeki gidişat şimdi nasıl, ileride nasıl olmalı diye düşünmemiz gerekiyor. Artık daha fazla sömürülmeye dur dememiz gerekiyor. Ve de artık, "doğru olanı" yapmamız gerekiyor.

 
Toplam blog
: 9
: 1698
Kayıt tarihi
: 11.11.08
 
 

1976 yılında Ankara’da doğdum. Elektronik Mühendisiyim. Halen bilişim teknolojileri alanında hizmet ..