Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

06 Mayıs '12

 
Kategori
Öykü
 

Karbeyazı Gülibik - 2

Karbeyazı Gülibik - 2
 

Benekli Tavuk


İşte annesinden ayrıldığı o gün, Karbeyazı Gülibik ‘in Benekli ile ilk defa tanışıp, merhabalaştıkları gündü.  O günden beri Benekli’yi tanıyordu.

Kendilerinin bunca kahrını çekmiş olan anneleri onları yüzüstü bırakıp gitmişti Annelerinin kendilerini terk edip gittiği o gün çok ağlaşmışlardı. Anneleri bunu niçin yapmıştı? Ayrılırken gözlerinden yaşlar süzülen anneleri, neden hiçbir çocuğu ile vedalaşmamıştı? Annelerinin en çok bu hali, çocuklarının yüreklerini parçalamıştı. Bu güne kadar gözleri sürmeli, güzel annelerine hep güvenmişlerdi. Onun kanatları altında kendilerini güvende hissetmişler, mutlu olmuşlardı.

Yozulduklar o güne kadar anneleri hep üstlerine kol kanat germişti. Şimdi orta yerde korumasız, yapayalnız kalmışlardı.  Bu ayrılığı hiç beklemiyorlardı. Zamansız bir ayrılık olmuştu. Kardeşler, annelerinin ayrılıp gitmesine: “Böyle doğa kanunu mu olur? “ diye isyan etmişlerdi. Gözlerindeki yaşlar toprağa tıp tıp düşerek ağlaşmışlardı. Bir yandan da çaresizlik içinde:  “Ağlama kardeşim. Ne diyelim, elimizde ne gelir?”   diye birbirilerini teselli etmeye çalışmışlardı.    

O gün, annelerinin gitmesi ile yaşadıkları ani şaşkınlık tüm kardeşleri perişan etmişti. En kötü günlerini yaşamışlardı. Birbirinin etrafında dolaşarak, kanatlarını yukarı kaldırıp çırparak, yanık sesler çıkararak ağlamışlardı. Ağlamaları neredeyse üç saatten fazla sürmüştü. Kanat telekleri ile nemli olan gözlerini, kirpiklerini daha yeni kuruluyorlardı ki kardeşlerden biri:

 “Annemiz son ayrılık konuşmasında, bu saatten sonra kardeşler olarak da birbirinizi tanımayacaksınız diye bizlere öğütte bulunmuştu. Annemizin bu öğüdüne uyarak yolumu sizlerden ayırmak istiyorum.  Ancak sizlere veda ederken son bir defa her kardeşimi ayrı ayrı kucaklamak, her bir kardeşimin boynuna sarılarak kokusunu ayrı ayrı içime çekmek istiyorum.” demişti.. 

Kardeşler, bu söz üzerine nemli gözlerle son bir defa birbirlerine bakınmışlardı Hiçbir şey konuşmadan sıraya girmişler,  tek sıra olmuşlardı. Karbeyazı Gülibik ise kardeşleriyle vedalaşmak için en son sıraya girmişti.

Ayrılık sözlerini söyleyen kardeşi,  tüm kardeşleri ile vedalaştıktan sonra en son Gülibik’ in yanına gelmişti. Karbeyazı Gülibik kardeşi ile kucaklaşmak üzere iken, birden, kanatları ile kardeşinin kanatlarını tuttu.  Başını kaldırıp, kardeşinin gözlerinin içine baktı.

Kardeşinin o her günkü içi gülen gözleri gitmiş, yerine, bambaşka gözler gelmişti. Gözlerinin içinde anlaşılmaz bir donukluk vardı. Gözlerinden de anlaşılıyordu ki, kardeşi, kendi içinde büyük kırılganlıklar yaşıyordu. Her şeye küsmüş, görünüyordu.

Kardeşinin bu hali,  en çok da Karbeyazı Gülibik’i çok üzmüştü.  Kesinlikle o sözleri var ya işte en çok da o sözleri, Karbeyazı Gülibik’in yüreğinin delip, geçmişti. Acısını yüreğinin derinliğinde duymuştu. Kardeşini ayakta fazla bekletmedi. Kendine doğru çekerek tüm içtenliği ile kardeşini kucakladı. Başını kardeşinin omzuna koydu. Karbeyaz’ın gözlerinden yaşlar süzülüyordu. Bir müddet böyle kaldılar. Sonra ayrıldılar. Ayrılırken de yanaklarından yaşlar sızan iki kardeş olarak üzgün gözlerle birbirine baka kaldılar.

Karbeyazı Gülibik’e kardeş ayrılığı da, anne ayrılığı gibi zor gelmişti.

Karbeyazı Gülibik kardeşini kucaklamak için sıraya girmeden önce bir yandan da geçmişe ait günleri, düşünmüştü. Birlikte, bir arada yaşadıkları o günleri...

Daha kücüçükken annelerinin kanatları altına sokulup; başlarını dışarı çıkartarak, çevredeki her bir şeyi merak edip, tanımaya çalıştıkları o günleri...  Soğuklarda, her üşüdüklerinde, annelerinin yumuşacık tüyleri altına girip, birbirilerinin nefesini ve sıcaklığını hissederek ısındıkları o günleri aklına getirmişti. Kardeşler olarak durduk yerde kaşın şöyle, gözün böyle diye birbirleri ile şakalaşıp, gülüp, eğlendikleri o günlerin canlılığını,  tazeliğini zihninde koruyordu.  İşte, o şakalaştıkları günleri düşündü. Yazıda, yabanda yem toplarken çoğu zaman yemi kim önceden kapacak diye aralarında tatlı yarışmaların olduğu, bazen de bu yarışmacıların birbirileriyle çekiştikleri günler olmuştu. İşte aklından o günler gelip geçti. Hatta çekişmelerin sırnaşlığa dönüştüğü zamanlarda da birbirlerini ibikleyerek kızgınlıklarını çıkardıkları o günleri hiç unutmamıştı. İşte o günlere ait kimi anılar, sis içinde Karbeyazı Gülibik’in gözleri önünde puslu kareler olarak akıp gitmişti.

Karbeyazı Gülibik, kardeşlerin birbiri ile vedalaştıkları o gün,  her bir kardeşini içtenlikle kucaklamıştı. Boyunlarına sarılarak yüzünü yüzlerine sürmüştü. Her bir kardeş tehlikelerle dolu bilinmez bir yaşama sürüklenirken o  da her bir kardeşinin sıcaklığını son bir defa çok yakınında hissederek kokularını  derinden derine içine çekmişti. Her bir kardeşi de kendine: “ Yolun açık olsun. Kursağın yemsiz kalmasın” dileklerinde bulunmuştu.

Karbeyazı Gülibik iyi biliyordu ki; bu ayrılık, önceden tasarlanmış, biçimlendirilmiş, kendiliğinden gelişen doğa kanunuydu. Bu ayrılık, kendileri için, bir daha bir arada olmamak, birbirilerini kardeş olarak tanımamak üzere olan bir ayrılıktı.

*****

İşte o gün annesinden ve kardeşlerinden ayrılması ile yapayalnız kalmanın üzüntüsünü yaşıyordu, Karbeyazı Gülibik. Çevresinde kardeşlerinden bacılarından hiç kimse kalmamıştı. Amaçsız bir şekilde ve acı içinde,  bir sağa, bir sola yürüyor, bir süre sonra tekrar eski yerine geliyordu. Bu şekilde kaç defa gidip geldiğini hatırlayamıyordu bile.

Ayrılık acısı nedeniyle sürekli dalıp gidiyordu.  Birden uzun bir süre ayakta kalmış olmanın yorgunluğunu hisseti. Doğrudan çalı ağacının olduğu yere gitti. Nemli gözlerle kendisini çalı ağacını gölgesine bıraktı. Kaya kisi toprağı ayakları ile deşeleyerek oydu, çukurlaştırarak yatacağı kadar bir yer açtı. Göğüslerini soğuk, nemli toprağa verdi. Kanatlarını serin toprağın üstüne serdi. İçi yanıyordu. İstiyordu ki ıslak toprak, bağırını soğutsun, içindeki yangını söndürsün.  Yüksek derecedeki hararetini dindirsin...  

Karbeyazı Gülibik; aynı gün içinde, hem annesinden, hem de kardeşlerden ayrılması nedeniyle çok kötü bir gün geçirmişti. Bir gün içinde düzenli hayatı, her şeyi alt üst olmuştu. Hayatının önemli ilk dönemecini yaşamıştı. Karbeyazı, ananın evlatlarından, evlatların kardeşlerinden ayrılmasının bir yaradılış kanunu olarak tavuk milletinin genlerine işlendiğini bilmesine rağmen, yaşadığı katı gerçeği bir türlü kabullenmek istemiyordu.

Çok duygusallaşmıştı. Çok ağlamış, ağlamaktan göz çanağı kurumuş, yaşadığı olayların etkisinden bir türlü kendini kurtaramamıştı. Daha hala sık aralıklarla hıçkırarak iç geçiriyordu. Bir yandan da ıslak gözlerle gölgesinde yattığı çalı iğdesi dalının yamacında, Haziran ayının onbeşinden sonra yeşilde sarıya dönüşmeye başlayan engindeki çavdar tarlalarına doğru bakıyordu. Doğrusu bakıyor muydu? Onu da bilmiyordu. Dalmış gitmişti. Daha hâlen kardeşleri ile birlikte, neşe içinde, cıvıl cıvıl annelerinin peşinden koşuşturdukları o civcivlik günlerini düşünüyordu.

Geçmişte Karbeyazı Gülibik’in annesi ve kardeşleriyle birlikte yaşadığı çok iyi günleri olmuştu.  Anneleri her sabah, sabahın erken saatlerinde kendilerini yamacın altı düzlükte uzayıp giden çavdar tarlalarının bulunduğu yere götürmüştü. Çavdar tarlalarının kıyılarında gezinerek, kıyıya yakın ekinin içlerinde girerek çok lezzetli ve değişik ot tohumları, böcekler bulup yemişlerdi.  Hep gülüp, oynaşarak karınlarını doyurmuşlardı.

Karbeyazı Gülibik bunları düşündükçe o günlere ait anılar, resimler şeklinde gözünün önünde perde perde kayıyordu.. O günleri tekrar yaşamak istiyordu. Resimler hareket etmesin,  olduğu yerde dursun istiyordu. Heyhat resimler hiç durmuyordu. Böylesi daha nice anılar, Karbeyazı Gülibik’ in zihninin bir tarafında çıkıp, zihninin bir başka tarafındaki boşluğa doğru akıp gidiyordu.

Karbeyazı Gülibik’ e göre anneleri çok tedbirli birisiydi.. Hiçbir tedbiri elden bırakmazdı. Anneleri onları hep çavdar tarlasının dışına yakın kenarlarında gezdirirdi. Çavdar tarlasının derinliğine götürmeyi hiç istemezdi.

Biraz tüylendiğinde ve aklının daha yeni yetmeye başladığı o günlerin birinde, Karbeyazı Gülibik annesine:  “Anne niçin bizleri daha içeriye, çavdar tarlasının daha derinliklerine doğru alıp götürmüyorsun? Bizler,  kendi başımıza gitmeye çalıştığımızda da; uzağa gitmeyin, çabuk dönün, buraya gelin diye emirler verip, bizlerin o yerlere gitmesine engel oluyorsun. Bizlere engel olma, bırak gidelim. Oralarda daha değişik, daha lezzetli ot tohumları buluruz. Çavdar tarlasının kıyılarından bulduklarımızdan çok daha fazlasını oralarda buluruz.” demişti.

Annesi gülümseyen bir yüzle Karbeyazı Gülibik’in gözünün içine derinden derine baktı. İçinden: “Biliyorum, Karbeyazım diğer yavrularıma göre daha zeki ve meraklı, her şeye daha atak ve korkusuzca...  Ne diye çavdar tarlasının derinliğine onlar götürmediğimi Karbeyazıma açıklayayım.” diye düşündü.

Annesi: “ Bak evladım. Sen haklısın. Oralarda, çok lezzetli, belki de daha fazla ot tohumları bulunabilir ama unutma ki çavdarın derinlikleri olan o yerlerde tilki de bulunabilir. Tilki, bizim baş düşmanımız olan acımasızın birisidir. Çok sinsi, kurnaz olduğu söylenir. Çavdarın derinliklerinde tilki karşımıza çıktığında hiç bir tarafa kaçamayız. Bizi tuttuğu gibi alır götürür. İşte tanrının başımıza tebelleş ettiği böylesi arsız can düşmanımız var. Onun için sizleri çavdar ekinlerinin derinliklerine götürmüyorum. Tedbirli davranmak için sizlere emirler yağdırıyorum.” demişti.

Aslında, annesi Karbeyazı Gülibik’e ve diğer yavrularına, o güne kadar, baş düşmanları olan tilki hakkında hiç söz etmemişti. Biraz büyüsünler, akıllarını başlarına toplasınlar,  neyin ne olduğunu kavrasınlar öyle anlatayım diye düşünmüştü.

Tilki hakkında konuştukları o gün; sabahtan, güneş, gökyüzünde epey tepeye doğru yükselmişti. Sıcağını daha da hissettirmeye başlamıştı. Kuşluk vakti girmek üzereydi. Annesi ilk defa can düşmanları olan arsız tilki hakkında Karbeyazı Gülibik’e ayrıntılı bilgi veriyordu. 

O gün, annesi, Karbeyazı Gülibik’e:”Madem ki konu açıldı, tanrının belası tilki hakkında sana birkaç bilgi daha vereyim.. Bu bilgiyi vermekteki amacım seni dış görünüş ve karakter olarak diğer kardeşlerinden farklı bulduğumdandır. Seni biraz, gözü kara, korkusuz gördüğümdendir. Anlatacaklarımdan can düşmanımız gaddarı iyi tanı ki, ileriki yıllarda, dönüşü olmayan davranışlardan bulunma cesaretini gösterme. Ya da göstereceğin akılsız cesaretinden dolayı, hınzırın sivri ağzına, keskin dişlerine katık olma. Benim her zaman sizler ve kendim için aldığım tedbirleri, ilerde sen de anne olduğunda kendin ve çocukların için al. Her zaman tedbirli ol. Cesaretini ölçülü ve akıllı kullan. Böyle davranmakla baş düşmanımız olan alçak caniye fırsat vermemiş, aşağılık yaratığı sevindirmemiş olursun.” demişti.

Annesinin bu sözleri, Karbeyazı Gülibik’i hem düşündürmüş, hem de ürpertmişti. Gerçekten karakter olarak kardeşlerinden farklı birimiydi? Bununla annesi ne anlatmak istiyordu. Annesi gergin bir yüzle kaşının birini yukarı doğru kaldırıp: “Benim ibiği gül, tüyü teleği beyaz olan yavrum.” diye söze başlamıştı. Ve sözünü : “ Gaddar düşmanımız tilki var ya... Yeter ki bir tavuğu yakalamasın. O tavuğun tilkinin elinden kurtuluşu olmazmış. Tilki, yakaladığı her tavuğu, bağırmasın diye doğrudan boynundan yakalarmış. Boğazına sivri dişlerini geçirirmiş. Havasız kalan zavallı tavuk ancak bir iki dakika debelenirmiş. Sonra, tilkinin sivri dişlerinin arasında ayaklarını boşluğa bırakır, tatlı canını teslim edermiş.  Karbeyazım bir düşün.Bir tavuk için sivri dişlerin arasında çok büyük acılar duyarak, bir iki dakika içinde  ölmek ne zor ve kötü bir sonuçtur..” diyerek devam ettirmişti.

Sonra annesi konuşmasını kesmiş, biraz beklemişti. İleriye bakmaya çalışmıştı.. Önünde bir sis perdesi varmış gibi gözlerini ovuyor, ileriyi görmeye çalışıyordu. Ancak göremiyormuş gibi bir hali vardı. Aklının yettiği günden beri annesini hiç bu şekilde görmemişti. Gözleri buğulanmış, kirpikleri nemlenmişti.. Yoksa çok yakın bir dostunu tilkiye mi kaptırmıştı. Kaptırdı ise bir an kendini tilkiye kaptırdığı arkadaşının yerine mi koymuştu. Karbeyazı Gülibik aklından tüm bunlar geçiyordu ki annesi:: “ Canımdan can olan Karbeyazım. Biliyor musun tavuk milletinin eti, caniye çok tatlı gelirmiş. Yerken ağzından sular akarmış. Kış, yaz, gece, gündüz hiç fark etmez tüm zamanlarda tek arzusu ilk fırsatta bir tavuk yakalayıp yemekmiş. Bu söylediklerimi ben söylemiyorum bu sözler, öteden beri tüm tavuk milletinin arasında dillendirilir, anlatılır.” demişti.

O sabah, Karbeyazı Gülibik çavdar tarlasının derinliklerine niçin yavrularını götürmediği hakkında annesinden,  bilgi sahibi olmuştu. Götürürse, tilki belası ile nasıl baş edemeyeceğini açık ve net bir şekilde kendine anlatmıştı. Ancak bu anlatım sırasında annesinin bir yönünü daha iyi görme ve tanıma fırsatını da yakalamıştı. O da annesinin, anne olmanın verdiği duyarlılıkla çocuklarına olan o yüce sevgisiydi. Bu sevgiyi annesinin gözlerinden yakalamıştı.  O gün annesinin kendine bakan gözlerindeki o korumacı anne şefkatini iliklerinin her bir zerresinde hissetmişti. Bundan dolayı da mutlu olmuştu.

O gün annesi: “Karbeyazım, yavrum! Köpeklerinin uykuya daldığı gecenin bir saatinden sonra köyün kenarı, içi, dışı, her tarafı tilki için engelsiz, düz yoldur. Cibilliyetsiz çıtırtı çıkartmadan dolaşabilir. Bunu iyi bil... Niçin çavdar tarlasının derinliklerine sizleri götürmediğime gelince; tilki, gecenin o saatinde gelip, köyün yakınındaki yüksek boylu, sık saplı çavdar ekinlerinin arasında pusuya yatmış olabilir mi? Olabilir... Güneş bir iki mızrak boyu yükselinceye, hatta kuşluk vaktine kadar, benim sizi çavdar tarlasının kenarında gezdirdiğim o vakitlere kadar, cibilliyetsiz çavdar tarlasının derinliğinde bekleyebilir mi? mümkündür, bekleyebilir... Hiç unutma düşmanımız olan tilki, hem akıllı, hem de kurnazdır. Bizi yakalamak için çok şeytani planlar yapabilir. Onun için daima tedbirli ve dikkatli olmalıyız. Dua ediyorum, tanrı yüzünü bize göstermez.” demişti.

O gün annesi, Karbeyazı Gülibik’ e biraz sert çıkıştığını düşünerek “ Soylu yavrum.” diye hitap etmişti. Annesi: “Benim soylu yavrum!. Çavdarın derinlerine gidersek sana olabilecekleri anlatayım. Azılı düşmanımız oralarda bir yerde pusuda ise, işte o zaman her şey çok zor olur. Kalın çavdar saplarının arasından hiçbir yere, hiçbir tarafa kaçamayız. Bu durumda sizler küçük olduğunuz için tilkini dişinin kovuğunu doldurmazsınız. Doğrudan beni yakalar, götürür.” demişti:

Sonra, annesi, biraz soluklanacak gibi birden konuşmasını kesmişti. Gözünü ileride bir noktaya bakıyormuş gibi sabitleştiren annesi o şekilde biraz beklemişti. Yine gözleri nemlenmişti. Derinden yutkunmasından duygularını bastırmaya çalıştığı anlaşılıyordu. Konuşmaya başlayıp başlamama gibi bir kararsızlığı vardı. Buna rağmen annesi kısık bir sesle: “ Benim narin, gözleri sürmeli, akıllı, yavrum. İşte o zaman, tilkinin beni yakaladığı o zaman, sizler anasız kalır, perişan olursunuz. Sen bilir misin? Anasız kalmak nedir? Öksüz kalmak nedir? Sen bilir misin? Aç, susuz kalarak, diğer tavuklar tarafından, ibiklenerek, itilip kakılarak, anne sevgisi tatmadan büyümek nedir? Bilir misin sen? Sen bunları bilmezsin. Sen bu güne kadar annesiz kalmadın ki... Başında iyi kötü annen olarak ben varım. Ben sizlerin, yavrularımın annesiz büyümesini istemiyorum. Onun için tedbirli davranıyor, sizleri çavdar tarlasının derinliklerine götürmüyorum, gitmenizi engelliyorum. Ayağınıza taş değmesin, gözünüzde yaş gelmesin, kursağınız yemsiz kalmasın diye çaba gösterip sizlere emek veriyorum. Sizler büyüyüp yetişkin oluncaya kadar kolum, kanatlarım hep üzerinizde olacaktır. Şu anda anneniz olarak ben yanınızdayım. “ demişti.

Diğer kardeşleri ot tohumu, böcü, börtü toplayıp karınlarını doyururken annesi ona gelecek yaşantısında yol gösterici olacak olan hayat dersi veriyordu.

Bu öyle bir ders ki annesi: ”Ayağınıza taş değse içim cız eder, benim canım yanar. Canlarımın canları yanmasın diye dikkatli ve tedbirli olmak zorundayım. Sizleri çavdar tarlasının kıyısında, kenarında gezip, dolaşıp, sağa sola koşuşturarak ot tohumları toplayıp, karnınızı doyururken, tanrının bana verdiği yürekli bir anne sevgisi ile bir gözüm hep sizlerin üzerinde olur. Diğer gözüm de acaba çavdarın sapları sallanıyor mu? Tilki var mı? diye hep çavdarın derinliklerine bakar. Eğer ki düşmanımız gaddar tilkin saldırısına uğrarsak;  o anda, anlarla ifade edilecek en kısa sürede, sizleri ve kendimi, çavdar tarlasının dışı açık alana nasıl atarım diye her gün üzerinde çalıştığım planlarım olur. Siz bunarın farkında değilsiniz .” demişti.

Karbeyazı Gülibik çavdar tarlasının kenarında her zaman annelerinin o gülümseyen yüzünü biliyordu. Ancak kafasının bu denli meşgul olduğunu bilmiyordu. İlk defa annesinin bir planını öğrenmiş oluyordu. Meraklıydı. Annesinin cani tilkinin saldırısı karşısında nasıl bir kurtuluş plan vardı?  İşte asıl annesinin o planını,  merak etmeye başlamıştı. Sırası gelmişken sorayım, merakını gidereyim diye düşünmüştü. Annemin kurtuluş planını öğreneyim ki, ileride, anne olduğumda bende bu planı uygularım diye aklından geçirmişti ki...

Annesi planının gerekçesi hakkında : “ Parlak, zeki gözlü karbeyazım. Bu planlarımı yaparken aklımın ve yüreğimin bana emir ettiği düşünce; tilki, köpeklerinin uykuya daldığı gecenin karanlığında, köyün evlerine çok yakın açık yerlerde gezme cesaretini gösterse bile, gündüzün aynı yerlerde gezme cesaretini gösteremez. Zira köyün köpekleri beni görür, perişan eder, pençelerinin, dişlerinin arasında can veririm diye düşünür. İşte tilkide oluşacak böylesi bir düşünce bizim kurtuluşumuz anlamına gelir.  Yani planlamamda; tilki açık alana çıkmaya cesaret edemeyeceğinden, bizler de bir saldırıda, kendimizi, çavdar tarlasının kenarı açık alana attığımız anda, işte o anda, kurtulmuş olabileceğimizi düşünmekteyim. Dün de gaddar tilki hakkında aynı düşünceye sahiptim. Bu gün de aynı düşünceye sahibim. Nitekim sizlerin anneannesi olan benim annem de böylesi bir olay yaşamıştır. Annemin bizlere anlattığı kadarıyla istersen o olayı sana da anlatabilirim. Ancak beni düşündüren şey nedir biliyor musun?  Daha anne olmamış yeni yetme bazı genç tavukların, unutamayacağın bir tecrübe edinmek istiyorsan, dersler çıkaracağın bir olayı bizzat kendin yaşayacaksın demeleridir. Akıllı bir tavuk sonu ölüm olan böyle bir riski göze alamaz. Eğer alıyorsa da ben o tavuk için aklında zoru var derim. Ancak unutma ki, akıllı tavuk, bir başkalarının yaşadığı olaylardan da aynı zamanda dersler çıkaran tavuktur.” demişti.    

O günlerde Gülibik, annesinin anladıklarından çok etkilemiş, iyiden iye sarsılmıştı.  İlk defa gaddar, cani düşmanlarını annesinin ağzında duyuyordu. Annesinin tilki hakkında anlattıkları korkunçtu. Bu dünyada yaşamanın çok zor olduğunu aklından geçirdi. Annesinin anlattıklarından sonra yeryüzünde, her an, her yerde bir tehlikenin var olduğu sonucuna vardı.

Annesi yüzüne karşı: “ İçerisinde korkusuz bir cesaretin”  var olduğunu söylemişti. O anda kendi kendine : “ Yoksa ileride ben, bu korkusuz cesaretimin kurbanı mı olacağım.?  Annem gibi ben de anne olduğumda kendimi ve çocuklarımı zor durumda bırakmamak için cesaretimi akıllı kullanmalıyım.” diye aklından geçirmişti.

Karbeyazı Gülibik çalı iğdesi dalının gölgesinde yattığı yerde,  tüm bunları düşündükçe gözleri, kirpikleri yine ıslanmaya başlamıştı. Annesi ile yaşadığı daha birçok anılar gözünün önünde akıp gidiyordu.

*****

Annesinden ve kardeşlerinden ayrıldığı o gün, Karbeyazı Gülibik, çalı ağacını gölgesinde dinlenmeye, geldiğinde hiçbir tavuğu görmemişti. Hatta o üzüntülü hali ve dalgınlıkla yanı başında yatan sonradan çok iyi bir dost olacakları Benekli’yi dahi görmemişti. Islak gözlerle dinleneceği yeri hazırlamış, kanadını nemli kaya kisi toprağın üzerine sermişti. Sonradan da dalıp gitmişti.

Benekli tavuk ise yattığı yerde; durup, durup ağlayan, çok üzüntülü gördüğü genç pilice dönüp dönüp bakıyordu. 

Benekli dayanamadı, Karbeyazı Gülibik’ e: “Affedersiniz genç arkadaşım. Beni yanlış anlamayın. Uzun süre size bakıyorum. Sizi izliyorum. Çok içlisin. Dalgınsın ve çok üzgünsün. Gözlerin açıkken engindeki çavdar tarlasında bir noktaya bakıyorsun. Gözlerini kapatınca da uzun süre açmıyorsun. Çevrende olan bizleri dahi görmüyorsun. Başını çevirip bizlere bakmıyorsun. Gözlerinin hep yaşlı ve ıslak olduğunu görüyorum. Durup durup ağlıyorsun. Bazen de hıçkırık krizleri geçiriyorsun. İçinde büyük acılar yaşıyorsun. Belli ki, büyük bir sarsıntı, acı bir şok yaşadığın anlaşılıyor. Ben dahil tüm tavuklar böylesi günlerde kendini teselli edecek bir dostunun ya da dostlarının yanında olmasını ister. Genç arkadaşım lütfen beni anlayışla karşılayın. Acınıza ortak olmak istiyorum. Sizleri teselli edecek birkaç sözüm olabilir. Acılar paylaştıkça azalır. Büyük acı yaşadığını gördüğüm için, hemcinsimin acısını, üzüntüsünü  biraz azaltabilir miyim diye aklımdan düşünceler geçiyor.  İzninizle size bir soru sorabilir miyim?” dedi

Gülibik, gözlerinin yaşlarını sildi. Dalgınlığına rağmen Benekli’ nin sözlerini iyiden iyiye duymuş ve dinlemişti. Sağına soluna baktı.  Çok yakınında Benekli yatıyordu. Benekli’nin dışında başka bir tavuk yoktu. Arkasına baktı. Daha erken olmasına, kuşluk vakti yeni girmesine rağmen biraz gerilerinde olan birkaç tavuk kanatlarını soğuk toprağa sermişler, yatıyorlardı. Çevreyle ilişkilerini kesmişlerdi. Çalı dalının gölgesi serinlikte kestiriyorlardı. Gülibik, birazdan diğer tavuklarda, çalı dalı gölgesine serinlemeye gelecekler diye düşündü. Gerilerinde kestiren o birkaç tavuk, Benekli’ nin bu konuşmasını duymamışlardı bile… Gülibik, Benekliye yüzünü dönerek:

“Tabi ki sorabilirsiniz.” dedi.

Benekli: “Hayatında neler oldu? Ne değişti ki bu denli derin acılar içinde kıvranıyorsun? Çok merak ediyorum. Özel hayatınızla ilgili böylesi bir soru sorduğum için de lütfen beni bağışlayın.” dedi.

Karbeyazı Gülibik: “Rica ederim. Haklısınız. Evet, bu gün, yüreğimin dağlandığı gündür. İçimin en çok acıdığı, en zor günümdür. Annemiz, beni ve kardeşlerimi başından atıp gitti. Bizleri kendisinden yozdu, ayırdı. Annemiz, bizimle yollarını ayırıp giderken de ‘Bu saatten sonra daha benim adımı anmayın’ dedi. ‘Sizler de dağılın. Kendi ayaklarınızın üzerinde durun’ dedi. ‘Kardeşler olarak da birbirinizin adını anmayın’ dedi. Annemiz giderken bizimle birkaç dakikalığına olsun vedalaşmadı bile. Başını çevirip gitti. Annemden ve kardeşlerimden aniden ayrıldım. Bu durum çok zoruma gidiyor. Şimdi kimsesiz, yapayalnız kaldım. Ne yapacağımı bilemiyorum. Gözyaşlarım ondandır. Çaresizim. Annemin benim ve kardeşlerimin üzerinde çok emeği vardı. Annemden ayrılırken helalleşmek isterdim. Son bir kez boynuna sarılıp annemi doya doya öpmek, koklamak, kokusunu ciğerlerimin derinliklerine çekmek isterdim. Buna bile izin vermedi, bir dakikalık da olsa zaman tanımadı. O küçüklük günlerimde, aklımın yeni yetmeye başladığı,  biraz daha palazlanmaya başladığım o dönemlerde annemin söyledikleri, kardeşlerimle birlikte yaşadıklarım bazen gözlerimin önünde gelip geçiyor. Dalıp gidiyorum işte…”   dedi.

Benekli de: “Senin annenin yaptığını benim annem de yaptı. Birkaç yıl önce senin bu durumunu ben de yaşadım. Mutlaka çok üzülüyorsundur. Dalgınlığından, yumdukça gözlerinden kendiliğinden boşalan gözyaşlarından ne denli büyük üzüntüler içinde olduğunu, acılar çektiğini görüyorum. İçinde çok büyük fırtınalar yaşıyorsun bunu biliyorum. Çok emin olun ki, benim annemde, bizimle vedalaşmadan ayrıldı. Bir annenin çocuklarından, çocuklarının da annesinden, kardeşlerin birbirinden ayrılması hiç şüphesiz öyle çok kolay olan şeyler değildir. Ancak bilin ki, Dünyanın çok öteden beri biz tavuk nesli için işleyen bir kanunu, nizamı vardır. Dünya durdukça da bu kural işlemeye devam edecektir. Böylesi bir kuraldan dolayı bu ayrılığa çok zorda olsa anne yüreğinin dayanması, katlanması gerekir. Çocuklarının yüreğinin de annelerinki gibi olması gerekir. Anneniz sizinle vedalaşmadan başını dönüp gitmekle doğru olanı yapmıştır. Eğer ki anneniz sizinle vedalaşmaya kalksaydı, annenizin eteğine yapışır annenizi bırakmazdınız.” dedi. 

Benekli, genç tavuğun bu ayrılık nedeniyle inanılmaz derecede sarsıntı geçirdiğini görüyordu. Konuşmalarımla genç tavuğu rahatlatmalıyım diye düşündü. Sözüne devamla:

“Beyaz tüylü dostum, Çok gençsin ve güzelsin. Daha hayatın başındasın. Çok üzülüp de kendini yıpratıp, harap etme... Ömür denilen yaşamın kendisi, iyisi ile kötüsü ile inişli çıkışlıdır. Bu şok sarsıntıyı birkaç hafta içinde, olmadı bir ay içinde atlatmalısın. Atlatman gerekir. Dünyanın temeli böyle atılmış, düzeni bu şekilde kurulmuştur. Öteden beri tüm tavuk nesli aynı yolu izlerler. Annelerinden ne gördüler ise onu yaparlar. Bu durum tavuk neslinin genlerine kodlanmıştır. İstesen de değiştiremezsin. Yarın anne olduğunda sen de çocuklarından ayrılırken aynısını yapacaksın. Çok üzülme. Geçmiş iyisi, kötüsü ile senindir, yaşadığın içinde geçmiştir. Dönüp de bir daha arkana bakma. Annenle ve kardeşlerinle birlikte olduğun, birlikte geçirdiğin o günleri bir daha yaşamayacaksın. Geçmişe takılıp kalma. Geleceğe bak. Bundan sonra ayaklarının üzerinde sağlam durmalısın. Her şeyden önce kendine güvenmelisin. Başkalarına güvenerek hiçbir iş yapma. Her an hüsrana uğrayabilir, mutsuz olabilirsin. Bir tavuğun kendine güveni ancak bilgi ile olur. Çevrendeki her şeyi iyi izle, gözle. Çok bilgilen. Bilgi önünü açacaktır. Önüne çıkacak her türlü engelleri edindiğin bilgin sayesinde aşacaksın. Bilgili bir tavuk, karşılaştıkları zorluklar karşısında alternatif çözümler geliştirmesini,  bilen bir tavuktur. Bundan sonra aklını, yüreğini yerinde kullan. Geleceğinin daha iyi ve güzel olmasını istiyorsan yaşadığın mevcut an, şu anı iyi değerlendir. Bir şeyi yaparken işin aslını, esasını iyi araştır, iyi öğren. Her şeyin doğrusunu, iyi olanını yap. Öncelikle, doğruluk yolunda hiç ayrılma. Aklınca, fikrince, yüreğince doğru bildiğin şeyleri de yapmaktan da hiçbir zaman geri durma. Hangi tavuk ne söylerse söylesin yüreğinin seni götürdüğü yere kadar git. Tavuk milletinin içinde fitne fesat olanı da var, iyi olanı da var. Sen her ikisini birbirinden iyi ayırt et. Şer olanlardan ve sözlerinden uzak dur. Doğru, âlimane söz söyleyenlerle arkadaşlık yap. Şimdilik sana söyleyeceğim bunlardan ibarettir.Bu saatten sonra iyi bil ki artık kendi küllüğünde yaşayan, kendi ayakları üzerinde durabilen tavuk milletin onurlu ferdi oldun. Genç dostum, sil gözyaşlarını” dedi.

Karbeyazı Gülibik, hiç beklemediği bu sözler karşısında birden irkildi, kendine geldi.

“Doğruydu. Benekli annesinin de söylediği doğru olan şeyleri söylüyordu. Tavuk milletinin genlerine kodlanmış olan bir olayı yaşamıştı. Hiç şüphesiz bu ayrılığa çok üzülüyordu. Çok ani olmuş, büyük bir şaşkınlık yaşamıştı. Yapayalnız kalmıştı. Ancak ilk tanıştığı Benekli çok iyi şeyler söylüyordu. Çok filozofça konuşuyor, akıllı öğütler veriyordu. Yaşadığım bu şaşkınlığı, bu ayrılık acısını, en geç iki hafta içinde atlatmalıyım, hayatımda hiçbir şey olmamış genç bir tavuk olarak yoluma devam etmeliyim.” diye düşündü.

*****             

İşte annelerinin onları yozup, başında dağıttığı o günün kuşluk vaktinde, Benekli ile tanışmışlardı.  Aralarında bu konuşmalar geçmişti. O günden beri de dostlukları devam ediyor.

Benekli, diğer tavukların anlattığı gibi hiç de burnu bulutları çizen birisi değildir. Aksine çok mantıklı düşünen birisidir. Biraz kedisini beğenmiş, sert mizacı vardır. Bu diğer tavuklara göre bir kusur sayılıyordu ama Karbeyazı Gülibik’ e göre bu,  bir kusur sayılmazdı. Bu tanrının Benekli’ ye verdiği değişmez yaradılış mizacıydı. Olduğu gibi kabul edilmesi gereken bir karakter yapısıydı. Benekliyi tanıdığı kadarı ile Beneklinin bu özelliğini en iyi bilenlerden biriydi.

Diğer yandan da Karbeyazı Gülibik’in düşünce olarak diğer tavuklara katıldığı tek şey, Benekli’nin, çok konuşması ile ilgili olabilirdi. Ancak çok konuşmasına rağmen tavuklar arasında araştırıcı bir kişiliğe sahip olan Benekli boş şeyler de konuşmuyordu. Mantıklı konuşuyordu. Haklı ve doğru olan her ne ise, her ne varsa örnekler vererek konuşuyordu. Aslında, Benekli, düşünce oarak diğer tavukların hayalinin bile yetişemediği geniş ufuk çizginse sahipti. Onun için çok konuşuyordu. Araştırıcı, bilgili, içi dışı dolu birisiydi. Böylesi bir kişiliğe sahip olduğu için çok konuşuyordu.

Sonra Benekli, karakter olarak öylesine birkaç sevimli laf edip, susacak bir kişiliğe de sahip değildi. Benekli haklı ve doğru bildiği şeyler için çok konuşuyordu. Sonra Benekli hiç de başkalarının düşündüğü gibi rahatına düşkün, vurdumduymaz, burnu büyük birisi de değildi.

 Bir kere Benekli, çoğu zaman çevresinde oluşan haksızlıklara ya da haksızlık olarak algıladığı şeylere karşı çıktığı için, bir konu hakkındaki düşüncelerini de sonuna kadar savunduğu için çevresindeki menfaati zedelenenler tavuklar, Benekli hakkında çok konuşuyor diye ileri geri laf ediyorlar

Konuşmasını ister sevsinler, ister sevmesinler,  Benekli haksızlık olarak gördüğü her şeye karşı çıkan birisidir.  Kendince doğruluğundan emin bir düşüncesi varsa düşüncesini her tavuğun yüzüne karşı adeta haykırarak anlatan, savunan birisidir. Yine Benekli; araştırmacı, kafa yoran, çoğu şeye kafası iyi basan, düşünen, düşündüğünü iyi aktaran hatip birisidir.

Biliyorum, Benekli’nin bu hali diğer tembel tavukların kıskançlığına sebep oluyordu. Hiçbir tavuk Benekli’nin dürüst olmadığını söyleyemezdi. En önemlisi de Benekli, diğer hem cinslerinin arkasından konuşup dedikodu yapmayı hiç sevmezdi. Çok açık sözlü birisidir. Söylediği her sözü dilinin arasından sağa sola kıvırmadan apaçık herkesin yüzüne karşı söyleyen birisidir. Bir farklı özelliği daha var.  O da hem cinslerinden hiçbirini kıskanmamasıdır. Aslında bu Benekli’nin içinde taşıdığı, tanrı vergisi çok yüce bir duygudur. Her tavuk istese de böylesi yüce duyguya sahip olamazdı.

Karbeyazı Gülibik Benekli ’ye niçin “Benekli” adını takmıştı? Öyle ki, Gülibik Benekli’ yi çok sevmişti. Yüksek karakterli, mantıklı düşünen, mert birisidir diye aklında geçirdiği Benekli’nin boynundan sırtına doğru inen hafif beyazdan siyaha doğru kayan tüyleri bulunuyordu. Sonra sırt hizasından birden tüylerinin siyahlılığı bitiyor, beyazlık başlıyordu. Bu beyazlık kuyruğuna kadar yaklaşıyordu. Bundan sonra koyu siyahlık başlıyor, kuyruk teleklerinin uçları, sahipleri İbiş Çelik’in hanımın gözlerine çektiği sürme gibi koyu siyaha bürünmüş olarak bitiyordu. Siyahlık, çok az da olsa kanatlarının uç tarafı teleklerde de bulunuyor ancak çok az yer kaplıyordu. İşte Karbeyazı Gülibik, Benekli’ nin tüyleri ile teleklerinde oluşmuş, bu siyah beyazlıktan dolayı kendiden üç dört yaş daha büyük olan âlimane pir anacın adını Benekli koymuştu. Bu ad, Benekli’nin dış görünüşünden dolayı kendisinin uydurduğu bir lakap addır. Benekli’ ye koyduğu “Benekli” lakabını başka hiçbir tavuk bilmiyordu. Başka tavuklara da pir anaca “Benekli” lakabını taktım diye söyleme gibi bir niyeti de yoktu.

Diğer hem cinslerine göre Benekli’nin daha bilgili oluşu, kendinden çok emin hareketleri Karbeyazı Gülibik ’ in çok hoşuna gidiyordu. Daha sonraları Karbeyazı Gülibik ’ in kafasında, Benekli ile dost olmalıyım. Benekli ile aramızda karşılıklı bizi arkadaşlığa götürecek ortak bir zemin bulabilirim düşüncesi oluşmaya başladı.

*****

Beraber, bir arada yaşadıkları diğer tavuklar gibi Karbeyazı Gülibik de İbiş Çelik’in evine, küllüğüne ait bir tavuktu.  O yıllarda İbiş Çelik, Asmakaradam Köyü’nün “Asma" kısmında yaşıyordu. Köy, ilçeye kuş uçumu sekiz on kilometre uzaklıkta olan, Kırşehir İlinin Mucur İlçesine bağlı bir köydür.  

Bin dokuz yüz altmışlı yıllarının ikinci yarısındaki köyün “Asma” kısmının durumu çok farlı idi. Fiziki olarak kuzeyi harman yeri düzlüğünde, köye bakıldığında; köyün giriş ucundaki Havva’ nın Mehmet’ in 3)evinin dışında başka bir ev görünmüyordu. Köy, derince vadinin güney yamacına kurulmuştu. Evler; kuzeyi kapalı, güney yönü açık, tüf kayadan olan dik bazı yerlerinden de eğimleşen vadinin içindeydi. Vadi içindeki evlere Havva’nın Mehmet’in evi tarafındaki yan eğimli yoldan inilip, çıkılıyordu. Öküzlerin çektiği kağnı ile at arabaları bu yolu kullanıyorlardı. Köyün koyun ve sığır çobanları da hayvanlarını bu yoldan indirip çıkarıyorlardı. Yol girişten çok eğimli bir şekilde dik bir vadiye dalıyordu. Vadi, kuzeye doğru derinliğine içeri giriyordu. Daha ileride köylülerin “Kahma” dedikleri yerden dar bir oval kavis çizerek tekrar güney yöne doğru ilerliyordu. Daha sonra tekrar önden geniş bir kavis çizerek tekrar kuzey doğu yönünden içeriye doğru uzunca gidiyordu. Oradan da dar bir üçgen kavis çizerek kuzey güney doğrultusunda güneye doğru gidiyor ve en sonunda vadi bitiyordu.

O yıllarda, vadi içinde ve yamacında duvarları çamurdan sıvalı, yığma taştan yapılmış, çatısı olmayan çok az sayıda köy evleri bulunuyordu. Bu evler, kara örtülü evlerdi. Damların tavanında belli aralıklarla döşenmiş, sıralı kuru kavak ağacı bulunurdu. Kavak ağacı üzerine hasır, hasır üzerinde de çalı, çırpı döşenip, araları samanla doldurulan, daha üzerinde tuzlu toprak serilmiş evlerdi. Evler, hafif eğilimli vadi tabanı boyunca sıralanıyordu. Kara örtülü damların bazıları arkadan, bazıları da yan tarafından sırtını kayalara dayıyordu.

Vadinin kayaları Kapadokya bölgesinin tüf kayalarındandır. Oldukça yumuşaktır. Ancak açıkta hava ile temas eden kısımları biraz sertçedir. Kayalar; külünk, balyoz ve balyoz çivileri ile kolayca işlenir. Şekil vermeye çok elverişlidir. Kimi köylülerimin yatıp kalktıkları, günlük ev olarak kullandıkları yerleri de kayadandı. Koyunların yattıkları yatakları, diğerlerinin ahırları kayalar oyularak yapılmıştı. Köyün tüm öküzleri, altları, inekleri, danaları, eşekleri de adı “ kaya dam” olan ahırlardan yatıp kalkıyorlardı.

Kaya damlar; yağmurdan yaştan etkilenmeyen, bakım gerektirmeyen doğal barınaklardı. Kışın çok fazla soğuk olmuyordu, Aksine ılık oluyordu. Yazın da bozkırın kavurucu güneşi kayaların derinliklerine işleyemediği için de kaya damların içi inadına serin oluyordu. Kaya evlerin inşası ve inşası sonrası bakımı fazla masraf gerektirmiyordu. Kolay inşa edildikleri için kayaların içinde samanlık evleri de bulunuyordu. Bu köyde yaşayan Karaca Türkmenleri, kaya damlardan kuru serin olanlarının içerisine buğday ambarları yapıyorlardı. İçerisine yetiştirdikleri tahılları koyuyorlardı. Cıncık gibi olan kaya damları da killer olarak kullanıyor, yiyeceklerini, içeceklerini buralarda depolayıp, saklıyorlardı.

İşte Karbeyazı Gülibik, Benekli, Çaparlı ve diğer tavukların kışlık kümesleri de kayalar oyularak yapılmıştı. Bütün kış, bu kümeste yatıp kalkıyorlardı. Baharla birlikte sahipleri İbiş Çelik onları avlu içindeki yazlık kümese çıkartıyordu. Oysa kaya kümesler kışın sıcak olmasına rağmen yazında aksine oldukça serin oluyordu.  Yaz sıcağının akşamlarında, sıcak gecelerinde serin kaya kümese girip uyumak her tavuk için vazgeçilmez bir tutku oluyordu. Ancak çoğu zaman İbiş Çelik bu fiili duruma izin vermiyordu. Onları kaya kümesten çıkartıp yazlık kümese kişleyip, götürüyordu.

Altmışlı yıllarda bozkırın kışı sert geçerdi. Poyraz çok sert eserdi. Kar birlikte tipi oluşturur, göz gözü görmezdi. Tipi, taş tepenin, harman yeri düzlüğünün tüm karını vadiye süpürürdü. Vadiyi birkaç adam boyu karla doldur, dümdüz ederdi. Böylesi zamanlarda bile Gülibik ve diğer tavuklar...

 

 

Mehmet TURAN

Malatya, 06 Mayıs 2012

Grand Akkoza Hotel 3 Kat 308 No.lu Oda.

 

______

  

3) Hava’nın Mehmet:  Köyde, Mehmet Emmiye, Hava Bacının oğlu olduğu için “Hava’ın Mehmet” deniliyordu. Hava Bacının kocası Çanakkale’ de şehit düşmüş, bir oğlu bir kızı yetim, kendisi yirmili yaşlarında dul kalmıştı. Yirmili yaşları... Hava Bacı için çok genç bir yaş... Çocukları çok küçük... Biri eşikte, biri beşikte... Hava Bacı, çok genç olmasına rağmen ere (kocaya) gitmeyip, şehidinin çocuklarına hem annelik hem babalık yaparak onları yokluklar içinde büyütmüş elleri, ayakları öpülesi bir kadındı. O yıllarda yedi sekiz yaşlarında olan bir çocuktum. Hava Bacı ihtiyarlığının son dönemlerini yaşıyordu. İri, kırmızı yüzlü, yeşil ördek gözlü otoriter bir kadındı. Bir gün Hava Bacı öldü dediler. O, sessizce bu Dünya’dan göçüp gitti.

  

 
Toplam blog
: 47
: 2386
Kayıt tarihi
: 28.10.08
 
 

Mucur / Kırşehir doğumluyum. Uzun süre Maliye Bakanlığı'nda çalıştım. Kabul etmek gerekir ki, Mal..