Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

29 Nisan '10

 
Kategori
Öykü
 

Kartaca düşleri-1

Gecenin karanlığı kâbus olup üstüne çöktüğünde, boğazına bir hıçkırık düğümlendi. Onu ne kadar da çok özlemişti! Yanaklarından süzülen yaşları silme gereği bile duymadı. Odanın soğuğuna da aldırmadı. Gözleri tavana dikili yatmaya devam etti… Yine böyle hüzünlü bir anında tanımıştı onu. O günler ne kadar da geride kalmıştı!.. Her şey bir rüya gibi başlamış, hiç düşünmediği güzellikleri yaşamıştı. ‘Kokunu nasıl özlüyorum bilsen aşkım’ diye düşündü. Keşke şimdi yanında olsaydı… Bunları düşünürken, hissettiği özlem onu yıllar öncesine götürdü…

Mart ayıydı… Yüreği öfke doluydu. Zaman geçmek bilmiyordu. Oyalanacak bir şey bulamayışı, üzüntüsüyle baş başa kalmasına sebep oluyordu. Dışarı çıkmak istemiş ama yağmur ve soğuktan vazgeçmişti. Doğrusu, ağlayan gözlerle insan içine çıkamayacağını düşünmüştü. Kitap ya da müzik de çare olamamıştı! Değer verdiği, sevdiği bir adamın gerçek yüzünü öğrenmiş, yıkılmıştı. Uğradığı haksızlığa tahammül edemiyordu. Onunla bir daha konuşmamaya karar vermiş olsa da, son bir kez aramasını diliyordu. Böylece içindeki öfkeyi kusacak, ne kadar sahte olduğunu haykıracaktı. Tam bunları düşünürken çalan telefonla heyecanlanmıştı. Arayanın o olması için yalvarırken, ahizedeki sesle hayal kırıklığı yaşamıştı. Hiç tanımadığı biriydi. ‘Merhaba’ demişti adam. Kızgınlıkla, ‘Buyurun, kimi arıyorsunuz’ karşılığını vermişti. Adamsa sakin ve kararlı bir tonda sürdürmüştü konuşmasını; ‘Sizinle biraz konuşabilir miyiz’? Donup kalmıştı bu soru karşısında. Sanki bir el telefonu kapatmasına engel olmuştu. Belki de yaşadığı üzüntü, onu bir boşluğun içine itmişti. İlk şaşkınlığın ardından toparlanıp, ‘Kimsiniz, numaramı nereden buldunuz’ diye sormuştu. Telefonu kapatmadığını gören adamın sesindeki kararlılığa, bu kez tuhaf bir samimiyet eklenmişti. ‘Büromda otururken birden bunaldım. Rastgele bir numara çevirdim. Siz çıktınız’ demişti adam. Olanlar şaka gibiydi ama bir anda içindeki hüznü dağıtıvermişti. Adamın sesi, anlaşılmaz bir biçimde öfkesini unutturmuştu. İsmini sorduğunda, şaşkınlıkla ‘Kartaca’ çıkıvermişti ağzından. Tarihi severdi ve bu da onun cesaretine hayran olduğu bir devletti! Adam, aldığı bu cevabın üstünde pek de durmamıştı. Hem zaten isimlerin ne önemi vardı ki! Tesadüfen başlayan bu konuşma uzadıkça uzamış, sanki yıllardır tanışan iki insanın sohbetine dönmüştü. Sonunda telefonu bastırmaktan kulağının acıdığını hissedip, kapatma vaktinin geldiğini anlamıştı! Veda ederken numarasını veren adam, tekrar aramak için izin istemişti. Bu teklifi hiç düşünmeden kabul etmişti. Telefonu yerine bıraktığında, kuş gibi hafiflemiş hissediyordu kendini. O gece, hiç olmadığı kadar huzurlu uyumuştu… Bir telefonun hayatını değiştireceğini nereden bilebilirdi ki!

Ertesi sabah, hava hala kapalıydı. Oysa ışıl ışıl bir gülümsemeyle kalktı yataktan. Birkaç lokma atıştırdıktan sonra aynada kendini seyretmeye koyuldu. ‘Yaşamak güzel’ diye düşündü. Heyecanla telefona uzandı, adamı aramak için. Sonra durdu, vazgeçti. Bundan sonra kimsenin kendisini üzmesine fırsat vermeyecekti. Bu nedenle ilk arayan olmayacaktı. Şimdi müzikle ruhunu doyurmanın zamanıydı! CD lerin arasından Noire Desir’i seçti. ‘Le vent nous portera’ ruhundaki özgürlük isteğini kamçılıyordu. Fincanını alıp tuvalin başına geçti. Yarım bıraktığı resme baktı. Çoktan bitmiş olması gerekirdi. Mısır tanrılarını çizmeye çalışıyordu! Oldum olası hayranlık duymuştu Eski Mısır’a… Fırçayı tuvalde gezdirirken konuştukları geldi aklına. ‘Belki de anlattıkları yalan. Belki de hiç aramayacak’ diye düşündü. Midesinin kasıldığını hissetti. ‘Aynı hataya tekrar düşmeyeceğim’… ‘Aynı hataya tekrar düşmeyeceğim’… Bu cümleyi defalarca tekrarladı! O sırada müziğin bittiğini fark etti. Kalktı, giyindi. Tam dışarı çıkacağı sırada, adamın arayıp da bulamama ihtimaliyle olduğu yere çakıldı. Cep telefonunu vermemişti ki! Kendi kendine kahrederek bilgisayarın başına geçti. E-postalarına bakmaya koyuldu. Öğlenden sonra olmuştu ki telefon çaldı. Arayan oydu. Yine uzun uzun konuşmuş, ertesi gün aynı saat için sözleşmişlerdi. Ama bu kez birbirlerine cep numaralarını da vermişlerdi! Her gün tekrarlanan bu telefon sohbetini özlemle bekler olmuştu. Adeta bir terapi gibi tüm sorunlarını unutturuyordu. Kâh dedikodu ediyorlar kâh siyasetten konuşuyorlardı. Hiç görmediği bu insan, onu hayatındaki herkesten iyi anlamıştı! Bir gün ‘Seni seviyorum’ dedi adam! Hiç beklemediği bu söz karşısında ne demesi gerekiyordu? Sustu bir an… ‘Görmediğin birini nasıl seversin’ diye sordu sonra. Cevap yerine, ‘Sana sevgilim diyebilir miyim’ sorusu geldi. ‘İşte şimdi gerçek yüzünü gösterdin’ diye düşündü. Adamın amacını görmezden geldiği için de kendisine kızıyordu. Üstelik ona yaşadığı acı tecrübeyi de anlatmıştı. Bu yüzden dostluğuna güvenmişti. Oysa karşısına başka bir yüzle çıkmıştı şimdi. Madem öyle, o da oyunu kuralına göre oynayacaktı. Alaycı bir sesle, ‘İstiyorsan diyebilirsin ama sen benim sevgilim değilsin’ karşılığını verdi. Adamın kızıp pes edeceğini sanıyordu. Adamı yıldırmak için, daha da ileri gidip ‘Bilesin ki, ben hala o adamı seviyorum’ diye yalan konuştu. Belki bu şekilde onu yaralayabilirdi. Ama olmadı! ‘Seni ondan koparacağım ve kendime bağlayacağım. Sonra da ait olduğun yere teslim edeceğim’! Adamın bu kararlı sözleri adeta beynine işledi. Öfkesi tedirginliğe dönüştü… Kendisi kadar ukala biriyle karşılaşmaktan mı rahatsız olmuştu? İtiraz edecek oldu, lafı yarım kaldı. Ona aldırmadan kendinden emin bir tavırla konuşmasını sürdüren adam, artık yüz yüze görüşme vaktinin geldiğinden bahsediyordu. Kendini bile hayrete düşüren bir rahatlıkla, kabul etti!

Mayıs gelmişti… Hava olması gerektiği gibi bahar kokuyordu! Aceleyle kalktı yataktan. Giyindi. Toplantısı vardı ama gitmeyecekti. Çünkü bugün onunla buluşacaktı. Son bir kez saçlarını tarayıp çıktı. Kafasında hala tereddütler vardı. Düşünmemeye çalışarak buluşma yerine gitti. Geç kaldığını sanıyordu oysa bekleyen olmadığını gördü. Birbirlerini hiç görmemişlerdi. Buluşma yerine gelen telefon açacaktı. Bunu hatırlayıp aradı adamı. Çalıyordu ama açan yoktu! Canı sıkıldı. ‘Belki de buralardadır. Beni gördü, yanıma gelmekten vazgeçti’ diye düşündü. Son kez aradığında nihayet telefona cevap verdi. Sabaha kadar yazılarla uğraştığı için uyuyakalmıştı. Özür dileyip birazdan geleceğini söyledi. Hem kandırılmadığına seviniyordu hem de bekletilmekten dolayı kızgındı. Gününü berbat etmemek için biraz yürüyüp sinirini dağıtmaya karar verdi. Neredeyse bir saat olmuştu ve adam hala yoktu. Bu kadarı da fazlaydı! En iyisi gitmekti. Hem zaten, tanımadığı biriyle buluşmak da hataydı. O esnada telefonu çaldı, arayan oydu! ‘Geldim. Bankanın köşesindeyim. Sen nerdesin’ diye soruyordu. Şaşırdı! Çünkü o da bankanın köşesindeydi. Görebilmek için etrafa bakınırken birden karşısında buluvermişti. Telefonla konuşmaya devam ediyorlardı. İkisi de bu duruma çok gülmüştü. Öyle bir bakışı vardı ki, içini ürpertmişti. Gri, ışıl ışıl gözleri vardı! Orta boylu, atletik yapılıydı. Saçları kırlaşmıştı. Tokalaşmak için elini uzattığında, adamın dudaklarını yanağında hissetti. Hoş bir parfüm sürünmüştü. Giyimi de ‘kadın tavlamaya çıkan erkek’ tarzındaydı; siyah t-shirt ve siyah pantolon. Kırmızı, spor bir arabası vardı. Bu haliyle, elli yaşında gençlik taslayan biri, imajını çiziyordu. Tüm bu olumsuz düşüncelerine rağmen, arabasına binmişti! ‘Ne kadar genç duruyorsun. 28 Yaşında görünüyorsun’ demişti adam. Her kadının hissedeceği mutluluğu, tüm ukalalığına rağmen o da yaşamıştı! Üstelik bu sözlerin, sadece kendisine söylendiğini sanacak kadar büyük bir saflıkla… Adam, kahve içmek için kendi evine gitmeyi önermişti, aralarında bir şey yaşanmayacağına dair söz vererek! Yol boyunca elini bırakmamıştı. Öyle ki vitesi bile el ele değiştirmişti. Bir şey düşünemez olmuştu, bu samimiyet karşısında. Adam ‘Beni beğendin mi’ diye sorduğunda da ‘Evet’ cevabını vermişti. ‘Peki ya sakat biri olsaydım yine beğenir miydin’ demişti adam. ‘Arkadaşlığından hoşlandığım için geldim. Ötesi beni ilgilendirmiyor’ karşılığına kendi inanmış mıydı acaba?. . Adamın evine vardıklarında, hala yanlış yaptığını düşünmekten kendini alamıyordu! İçeri girdiler. Adam, hiç bırakmadığı elinden çekip dudaklarını dudaklarının üstüne koydu. O an, hayatında hiç hissetmediği bir sıcaklık yayıldı tüm bedenine. Öylesine tatlıydı ki, bu duygu hiç bitmesin istedi! Dakikalarca öyle kaldılar. Sonra salona buyur etti adam. Kendisi de kahve hazırlayıp getirdi. Daha ilk yudumdan, bunun şimdiye dek içtiği en kötü kahve olduğunu, düşünmüştü. Adam karşısına geçip oturmuş, gri gözlerini ona dikmişti. Bir yandan da gülümsüyordu. Birden şeytana benzetmişti adamı. Kanına girip kendisini üzecek olan şeytana! Bu ilk düşüncesinde yanılmadığını zaman gösterecekti…

ANİBAL GÜLEROĞLU

 
Toplam blog
: 1210
: 1542
Kayıt tarihi
: 10.04.10
 
 

İstanbul'da başlayan yaşamım, eski İstanbullu ailemden edindiğim kültürle gelişti. Birinciliklerl..