Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

25 Temmuz '08

 
Kategori
Yolculuk
 

Kasabanın esrarı

Kasabanın esrarı
 

Ayvalık - Türkiye


Yamaçlardaki devasa çam ve servi ağaçlarının örttüğü yeşil tepeden eteklere doğru süzülen keskin reçine kokusu; dar sokakların iki yanına düzgünce sıralanmış taş duvarlı, harap eski Rum evlerinin asırlık cephelerini yalayarak aşağıdaki meydana kadar iniyordu...

Temmuz sıcağının kavurduğu küçük meydanın tam ortasında duran mermer çeşmeden su içmeye gelen serçeler de olmasa; ilk bakışta, görülen manzaranın eski bir fotoğraf mı yoksa gerçeğin kendisi mi olduğu konusunda ciddi bir kuşkuya kapılıyordu insan.

Biraz ileride, sonradan camiye çevrilmiş büyük kilisenin ayakta kalmış çan kulesinin haşmetli gölgesi, yaşlı bir çınar ağacının gölgesine karışıp meydanın orta yerine kadar uzanıyordu.

Bir başka köşede; sineklerin musallat olduğu çelimsiz bir at ve araba, üstünde ortadan kesilmiş birkaç mostralık kan kırmızı karpuz ve arabanın hemen yanı başında duran yaşlı bir adam vardı.

Adam, köylü kasketinin siperini kaş hizasına kadar indirmiş, gözlerini iyice kısmış, dudaklarından hiç ayırmadığı sigarasından ara sıra isteksiz nefesler çekerek, sabırsız, biraz da umursamaz bir tavırla akşamın olmasını, sıcaktan kaçmış insanların yeniden ortaya çıkmasını bekliyordu…

Meydanın etrafına sıralanmış eski taş evlerden bozma işliklerin; önce, önlerindeki plastik, kağıt, sigara izmariti ve kola kutularından oluşmuş çöp yığınları, sonra da, küçük pencereli karanlık loşluğunda çalışan insanların yavaş ve isteksiz hareketleri fark ediliyordu belli belirsiz…

Meydana açılan dar sokakların birinden yukarıya doğru yürüdüğünüzde; kapı önlerine konulmuş sarımsak taşlarının üzerine oturmuş yaşlı kadınların, tepeden süzülen reçine kokulu sıcak rüzgara aldırmadan; sokaktan geçen yabancılar hakkında konuştuklarını, onları dikkatlice süzdüklerini, yabancı bir kaç adım uzaklaşır uzaklaşmaz arkasından bir şeyler konuşup gülüştüklerini duyuyordunuz.

Eski Yunan şehirlerinin gizemli havası; yalnızca şehrin mimarisinde değil, sokak taşlarında, bahçe duvarları üzerinden nazlı nazlı sarkan eflatuni beyaz begonvil çiçeklerinde, aşınmış kaldırım taşları üzerinde kadınsı bir edayla seke seke yürüyen genç kadının derin ve büyülü bakışlarına kadar her tarafa sinmişti...

Eski Nikon makinemle, yalnızca bir kaç eski Rum evi fotoğrafı almak için girdiğim bu dehliz benzeri büyülü sokakların kapı alınlıklarında okuduğum en az yüz yıllık tarih; merakla pencerelerinden dışarı sarkan kadınların kırışık ve umursamaz bakışları, ara sıra genzimi saran küf, zeytinyağı ve reçine kokusu, yoldaki at arabası, çınar gölgesine pervasızca uzanmış beyaz tüylü köpek yavrusu, öğle uykusundan firar etmiş haylaz oğlan çocuklarının koşuşturmaları, evlerin ahşap kapıları ve bu kapıların üzerindeki rengarenk vitraylar; sanki, zamanda yapılmış bir yolculuk hissini uyandırıyordu insanda...

Burada evler vardı, evlerin kapıları, kapıların üzerinde 1855, 1880, 1902 gibi yapılış tarihleri... Ve o mütevazı taş evlerde insanlar yaşıyordu hala... Şu köşede duran kemerli kapıdan kim bilir kaç genç kız gelin olarak girdi, sevişti, hamile kaldı, çocuklarını büyüttü ve öldü… Sonra bir başkası, bir başkası daha... Kim bilir kaç kuşak, bu dar sokaklara açılan küçük ahşap pencerelerin kısa pervazları üzerinde sardunya suladı, dedikodu yaptı ve hayal kurdu...

Eğer, bir gün yolunuz düşerse; mutlaka, Ayvalık çarşısından yukarıya doğru yürüyün, dar sokaklara hiç tereddüt etmeden dalın. Sanki, üç bin yıl önce donmuş zamanın, büyük şehirlerdeki modern hayatın hızlı akışına inat nasıl da dingin ve sakin aktığını kısa bir süre için de olsa mutlaka teneffüs edin...

A. Mesut Tatlıpınar

 
Toplam blog
: 47
: 3759
Kayıt tarihi
: 17.02.08
 
 

İstanbul'da doğdum. Şişli Lisesi'ni ve MÜ Siyasal Bilimler Fakültesi'ni bitirdim. Daha sonra, İ.Ü..