Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

05 Aralık '08

 
Kategori
Öykü
 

Kaşgarlı Mahmut'un doğumunun 1000. yılı anısına - Eser/2

Kaşgarlı Mahmut'un doğumunun 1000. yılı anısına - Eser/2
 

Kaşgarlı Mahmut-alıntı


Kaşgarlı, Terken’in imalı konuşmasını anlamazlıktan gelerek, hayali bir düşmana bakar gibi kaşlarını çatıp, anlatmaya başladı.

-Bana Kur’an-ı Kerim okumayı öğreten Arap Hoca, bizim konar-göçer olduğumuzu, medeni olmadığımızı, doğru dürüst bir yazımız bile olmadığını söyleyip, budunumuzu küçümsedi. Biz onlar için mevaliymişiz. O’na göre Arapça en üstün dil olduğu için, Tanrı Kur’an-ı o dilde indirmişti.

-Peygamberimiz başka dil bilmiyordu ki! Okuma, yazma da bilmiyordu…

-Çocuk yaşımla nerden bileyim! O hocaya duyduğum tepkiyle, Arapça’dan soğudum. Babamı.. (gözlerini yumup, derin bir soluk alarak konuşmasını sürdürdü) ikna edip, Kaşgar’a yerleştim.

-Neden Kaşgar? Balasagun, Semerkant, Buhara, Belh varken, neden orası?

-Çünkü orada Hakaniye lehçesini ana kaynağından öğrenecektim.

-Ne zaman yerleştin?

-Yılını tam hatırlamıyorum, çünkü küçüktüm.

-Peki oradan kaç yaşında ayrıldın? Bu kadar yeri gezdiğine göre, çok olmuştur.

-Elli yaşlarımda vardım…

-Şimdi kaç yaşındasın?

-Altmışaltı.

Terken hızla kafasında bir hesap yapıp rahatladı ve gerçeği açıklamadan önce, Kaşgarlı’nın geliş amacını öğrenmeye çalıştı.

-Peki bu araştırmalarını ne yapmayı düşünüyorsun? Beni aradığına göre!

Kaşgarlı başını hafifçe yana eğerek, vaktinden önce ağarmış sakalını sıvazladı. İçindeki zehiri akıtmaya çalışır gibi kesik kesik konuşmaya başladı.

-O Arap Hoca, şu anda Halifenin sarayında… Araştırmalarımı toparlayıp, bir lûgat halinde yazarak, Halifeye takdim edeceğim. Böylece bir taşla üç kuş vuracağım: Dilimi, budunumu küçümseyenlere cevaplarını verip; Türkçe’nin ölümsüz bir dil olduğunu kanıtlamak ve âlimleri koruyan Sultan Melikşah’ın namını yüceltmek.

-Üçüncüsünü ben söyleyeyim. Asya’yı aydınlatan kandiller arasında bir yıldız olup, Türklük yaşadıkça ölümsüz olmak. Hanlık yerine ilim tacını takmak…

-Çok zekisin Terken Hatun!

-Peki neden Nasr’a başvurmadın? diyen Terken, alacağı cevabı bilir gibiydi.

-Nasr ortada yok ki… Ayrıca âlimleri sevmediğini herkes biliyor. Sonra Melikşah’ın Halife ile iyi ilişki kurduğunu duyunca..

-Bana başvurdun…

Terken, Kaşgarlı’nın önünde çömelerek, ellerini kavrayıp öpmeye başladı.

-Korktun amcam, korkundan kendi devletinden kaçtın, ama ben de yabancı sayılmam!

Kaşgarlı ellerine damlayan gözyaşları karşısında iyice mecalsiz kalıp, bir süre tepkisiz durdu. Terken ise ağlayarak, kesik kesik anlatmaya başladı.

-Babam ölünceye kadar seni arattı… Amacı zarar vermek değil, annesinin adına af dilemekti. Ben o günleri görmedim, önümde de hiç konuşulmadı. Ama babaannemin kötü şeyler yaptığını biliyordum. Çünkü herkes, cezasını bu dünyada çektiğini söylüyordu…

-İbrahim Han neden annesinin adına af dilesindi? O’nun o faciada bir katkısı olmadı ki…

-Hanısı.. Ne yaptı amca? Ne yaptı ki, yıllardır Azrail O’nun kuşcağız canını almayıp, eziyet ediyor? Önce kör oldu, ardından yatalak. Doğduğumdan beri sırtından kurtcuklar ayıklandığını biliyorum.. Her yanına uğrayana, dehşetle “Mahmut musun?” diyor…

-Hanısı’nın başına gelenleri biliyorum.. Ama çektikleri, yaptıklarının yanında hiç kalır. Asıl azabı ahirette çekecek!

-Amcam bana o faciayı anlatır mısın?

Kaşgarlı, uzun uzun Terken’i süzdü. Hanısı karşısındaydı sanki… Fakat o kendinden emin, küstah, bencil kadının yerinde; acı çeken, af dileyen biri vardı karşısında.

-(Ya beni tuzağa düşürmek istiyorsa? Ya tutsak alırsa? Ama döktüğü yaşlar sahici. Baba yok. Nasr durumunu güçleştiriyor. Bir melik veremediğinden, yerinden de emin değil! Lügat için çok heyecanlandı. Ve Hanısı cezasını çekiyor, her can için ölüp, yeniden ölümden beter diriliyor. Açıklamalıyım, inkâr edersem düşündüklerim gerçekleşmez…)

Kaşgarlı’nın yüzü o meşum günü yeniden yaşar gibi bulutlandı, omuzları çöktü. Gözlerini pencereye çevirip, çok uzak bir noktaya dikti. Derin bir soluk alarak, tane tane anlatmaya başladı.

-Dedem Buğrahan Muhammed Yağan Tekin, onsekiz aylık kısa Hakanlık döneminde, genç hatunu Hanısı’nın kışkırtmasıyla, Doğu Karahanlı Arslan Han ile savaşıp, O’nu tutsak aldı. Bu olaydan sonra yaptığına pişman olup, içine kapandı. Ani bir kararla tahtı babam Hüseyn Emir Tekin’e devretti. Bu devir teslim için büyük şölen yapılıp, tabl(davul)lar dövüldü. Bu gelişmeler çok hırslı bir kadın olan Hanısı’yı çıldırttı! Tahta oğlu İbrahim’i geçirmek için, babam Hüseyn Emir Tekin ile diğer tekin(prens)leri şölen sırasında şerbetle zehirledi…

O günü yeniden yaşamanın dehşetiyle yüzü bembeyaz olan Kaşgarlı derin derin soluk alınca, O’nu dehşetten iri iri açılmış gözlerle dinleyen Terken, dili damağına yapışmış bir halde güçlükle fısıldadı.

-Peki sen nasıl kurtuldun?

-Ben bir âlimle daldığım görüşmede şerbeti içmeyi unuttum. Yerime içen matbah (mutfak) görevlilerinden biri ölünce, Hanısı her şeyi o zavallıya yükledi… Tahta oğlu İbrahim’i oturtup, Batı Karahanlı Hakanı yaptı. O kargaşa arasında saraydan kaçıp, kılık değiştirdim ve hiç duraksamadan yol katederek Doğu Karahanlı sınırlarına ulaştım. Babanın adamları her yerde beni aradılar, ama bulamadılar. Gezgin veya âlim kılığında hiçbir yerde uzun süre kalmadan bütün Türk ellerini dolaşıp, onları atlattım. Yıllarca döndüm, dolaştım ve yine Hanısı’nın benzeri torununun karşısında kimliğimi açıkladım. Boynum kıldan incedir yavrum…

Terken dehşet içinde titreyerek, önünde dizlerinin üstüne çöken yaşlı adama hıçkıra hıçkıra sarıldı.

-Amcam… Ona benzeyebilirim, ama asla. asla O’nun kötülüğünü yapmam! Yapmayacağım!
-And iç!

 
Toplam blog
: 214
: 5488
Kayıt tarihi
: 03.08.08
 
 

Emekli eğitimci, araştırmacı yazar, şairim. Ülkemin cennet ile cehennemi bir arada yaşadığı bir zama..