Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

25 Aralık '08

 
Kategori
Deneme
 

Kendi kendime kendimle, ömür dediğin

Kendi kendime kendimle, ömür dediğin
 

Yollar, sesler, yüzler, sokaklar ömür dediğin güzel olan yüzler hasretle öpülen..


Bugün yürüdüm yollarda bir avarelik başımda, başımızda, seni de aldım yanıma..

Ne zamandır seni asmıştım pormantonun üzerinde montelenmiş askının üzerine.. Aslında portmanto dış kapının antreye açıldığı yerde solda. Öylece birgün belki de kendin asılmıştın yerine ya da ne fark eder ki asmıştım seni hep asılmak istediğin yere..

Kapıyı her açtığımda gözümün içine kendini soka soka bakıyordun hani öylesine işleyemiyordun öyle derinlere..

Kapıdan çıkarken bir “ hoşça kal” , kapıdan içeriye girerken bir “ merhaba” idin hani uzunca bir zaman. Alıştığımda artık bir “ hoşça kal “ bir “ merhaba” ya seni de bırakmışım kendini astığın ya da ne fark eder ki seni astığım yere..

Sabitlenmiştin olduğun yere sabit fikirlerin de vardı, sırf bu yüzden, kendini mıhlamıştın olduğun yere ya da ne fark eder ki mıhlamıştım seni olduğun yere..

Bugün kapıdan çıkarken birden düştün kapının önüne, ayaklarımın üzerine.. Eğilip kaldırsam yeniden yanımda taşısam mı yoksa ayaklarımın altına alıp, ezsem mi acaba? .. Uzun uzun baktım düştüğün yere ya da ne fark eder ki düşürdüğün yere…

Birbirinin aynı günleri yaşamıştık öncesinde seninle..Birbirinin aynı günler bile sıkılmışlardı, birbirlerine benzer günleri yaşamanın ısrarcılığına.. Uzun uzun düşünmüştüm birbirinin aynısı olan, kendini tekrar eden günlerini; güvenin yoktu yaşadığın hiçbir güne, kendini bırakmıştın seni ellerinde oyuncak edecek olan günlere ya da ne fark eder ki bırakmıştım ellerinde oyuncak olacağın günlere..

“Birgün; aynı günü yaşarız seninle, birbirinin aynı olmayan günleri; aynı yaşarız seninle.” Diye diye dilinde bülbül olsa, yüreğinde çimen büyüse de; dilin de tüy, yüreğin de ot büyüttün ve yüreğini çiviledin, dilini uzattın ciğerine mundar dedin, beynini; kedi-köpeğe yem ettin.. Uzun uzun baktım o çok sevdiğim yüzüne, yüzünü bırakmıştın; o çok sevdiğin yüzümün üzerine. İnancını kaybetmiştin, sadece kendi söylediklerine teslim olmuştun; inancını kaybetmiş zamanlara ya da ne fark eder ki inancını kaybetmiş zamanlara bırakmıştım seni…

“Hergün; aynı güne uyanmak seninle, hergünü birbirinden ayırmak ve öyle yaşamak seninle, farkında, farkındalık ile” dedin de “ hergün; aynı güne uyanmak “ dışında ne yaşatabildin ki, kendinin yaşamadıklarından başka ya da ne fark eder ki yaşayamadıklarımızdan başka..

Bugün; uzun zaman sonrasında seni de aldım yanıma çıktım dışarıya. Sen ve ben bir kalabalığın içinde uzunca yürüdük birlikte. Konuşmadım seninle. Sen; kendin düştün ayaklarımın üzerine, almak istemedim seni yanıma, sen ise ısrarla “ al beni de yanına “ dedin. Aldım yanıma.. Yürüyoruz. Ne o boynun bükülmüş gibi ya da ne fark eder ki bükmüşüm boynunu..

Bugün kar yağıyor başıma, başımıza. Bir avarelik, bir serserilik bizde, kar da eşlik ediyor bize. Üşüyorduk ikimizde. Serseriyiz üşümek bizim neyimize. Bir otobüse bindik seninle, kendimizi gösteriyoruz millete. Bakın, biz birlikteyiz aynı günü yaşıyoruz ikimizde..Milletle göz göze gele gele oturuyoruz yan yana. Ne o biraz mahçup gibisin ya da ne fark eder ki mahçup etmişim seni..

Kar lapa lapa üzerimize, biz; seninle el ele. Bir simitçi bakıyor yüzümüze yüzümüze. Sıcak bir simit alıp bölüyoruz ikiye. Bizi atıyoruz iki demli çay bir koyu sohbet edebileceğimiz bir gönül bahçesinin içine..Dokunuyoruz kıyıda köşede ne varsa bu an’a kadar dokunamadığımız herşeye. Çayımız da bir güzel ki, gönlümüz de demlenmiş akıyor şimdi berrak cam bardaklara..Ne o kırılıyor gibisin aksinde berraklığının ya da ne fark eder ki kırmışım seni..

Kar; nefesini tutmuşta şimdi fırsat bu fırsat nefesini hızlıca boşaltırcasına yağıyor. Ellerim; camların buğusunu siliyor. Ellerin; ellerimin üzerinde tülleri aralıyor. Nefesini bir çırpıda bırakan kar yerde tutmaya başlamış, dışarıya bakıyoruz. Yağan karları alıyoruz avuçlarımıza, yüreğimizin alevine basıyoruz. Düşün ; geriye ne kalmış ki ; kapatılmış kapılardan, örülmüş duvarlardan başka. Açılır mı, yıkılır mı dersin ? Ne o biraz düşünmüş gibisin ya da ne fark eder ki düşündürmüşüm seni…

Bugün yürüdüm yollarda bir avarelik başımda, başımızda, seni de aldım yanıma..

Ne zamandır seni asmıştım pormantonun üzerinde montelenmiş askının üzerine. Kapıyı her açtığımda gözümün içine kendini soka soka bakıyordun hani öylesine işleyemiyordun öyle derinlere..

Bugün; seni işledim yine; avarelik başımızda, sen yanımda, okudum. Kapıdan çıkarken bir “ hoşça kal” , kapıdan içeriye girerken bir “ merhaba” idin hani uzunca bir zaman.

Bir “ eyvallahım “ kalmıştı, onun da bugün aldım yanımıza. Okudum ; yağan karın, dilimlenmiş sıcak bir simidin, demlenmiş bir bardak çayın gönül bahçesinde.

Şimdi artık “ eyvallahım da “ yok, yaşayacağım ömrümün geri kalanını yaşayamadığımız kadar. Sen artık okuma istersen beni, ellerini kaldır ellerimin üzerinden, ellerinle yaz artık kendi kaderini. Ellerim; ellerinde üşümüş, buza kesmiş ellerinde, gönül bahçende büyüttüğün otların içinde...

Kendi kendime kendimle, ömrümle yaşamak düşmüş yanıma, doğum günümde. Kutlu olsun. Bir kadeh beyaz şarap şimdi var masamın üzerinde kırdığın cevizler ile birlikte.

Ömür dediğin nedir ? yaşanmamış bir hayatın bilmecesi. Ömür dediğin; en güzel fıkrasıdır hayatın ya da ne fark eder ki fıkrası olmuşsun hayatın...

Bugün yürüdüm yollarda bir avarelik başımda, başımızda, seni de aldım yanıma..

Ne zamandır seni asmıştım pormantonun üzerinde montelenmiş askının üzerine.. Aslında portmanto dış kapının antreye açıldığı yerde solda. Öylece birgün belki de kendin asılmıştın yerine ya da ne fark eder ki asmıştım seni hep asılmak istediğin yere..

Önerilerim; Edip Akbayram “ Yaşamdan Ölüme, Aldırma Gönül “, Yeni Türkü “ Vira Vira “

 
Toplam blog
: 43
: 1843
Kayıt tarihi
: 24.06.07
 
 

72 istanbul doğumluyum.  Yağmur yüklü buluttan pamuk şekeri, Yağmurdan sonraki gökkuşağı, to..