Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

22 Aralık '11

 
Kategori
Ben Bildiriyorum
 

KESK grevde gövde gösterisi yaptı

KESK grevde gövde gösterisi yaptı
 

BURDUR KESK


KESK Grevdeydi

 
En Uzun Gecenin Karanlığını, En Kısa Günün Işığı İle Aydınlatmak İçin Türkiye’nin Her Yerinde Alanları Doldurduk
 
Tüm ülkede olduğu gibi Burdur’da da KESK ve KESK’e bağlı sendikalarla sağlıkçılar, AKP iktidarının korku duvarını yıkarak ve tüm yasakları çiğneyerek “yasada yeri yok” dedikleri memur grevini gerçekleştirdiler. Eğitim Sen Burdur Şubesi üyesi öğretmenlerin greviyle Burdur- Isparta Tabip Odası doktorlarının basın açıklaması birleşince kitlesel bir eyleme dönüştü.
 
Tıpkı DİSK’e bağlı Burdur Emekli Sen gibi, yetkili makamların “yasada yeri yok” dedikleri ve yasa dışı ilan ettikleri kamu çalışanı grevi olgusunu, çelişen iç hukuk hükümlerinin üzerinde amir olan Anayasa’nın 90. maddesine ve bu maddeye binaen 87 ve 98 Sayılı İLO Sözleşmelerinden doğan haklarını kullanarak cayır cayır ve cebren gerçekleştirdiler.
 
Eğitim Sen şube binasında toplanan greve katılan öğretmenler, davul zurna eşliğinde Cumhuriyet Meydanında bir basın açıklaması yaptı. Ardından Gazi Caddesi ve Hastane Caddesi boyunca sloganlar atarak gene davul eşliğinde yürüyerek Acil önünde açıklama yapan Burdur- Isparta Tabip Odası eylemiyle birleştiler.
 
CHP Merkez İlçe Başkanı Barış Ayten ile parti üyeleri, BURTÜKODER Başkanı Kemal Arslan, Emekli Sen üyelerinin destek verdiği basın açıklaması metnini okuyan Eğitim Sen Şube Başkanı ve KESK Dönem Sözcüsü Ünal Bülbül’ün açıklamasının satırbaşları şöyledir: 
 
Merhaba,
 
En uzun gecenin karanlığını, en kısa günün ışığı ile aydınlatmak için Türkiye’nin her yerinde alanları dolduran sabahın sahipleri, 
 
Merhaba     
Kapı kulu değil emekçi olduğunu haykıranlar,
 
Merhaba 
İş, ekmek, barış ve özgürlük mücadelesi yürütenler,
 
Merhaba! 
Grevsiz Toplu Sözleşme, Toplu Sözleşmesiz Sendika Olmaz diyenler,
 
Bu gün Türkiye’nin dört bir yanında hak ve özgürlüklerine sahip çıkan kamu emekçileri olarak sadece kendimiz için değil, insanca bir yaşamı hak eden bu ülkenin tüm insanları için grevdeyiz. Alanlarda omuz omuzayız. 
 
Buradan Türkiye’nin her yerinde yüreği aydınlık bir gelecek için çarpan tüm dostlarımıza selam gönderiyoruz. 
 
Selam olsun bu ülkenin onurlu kamu emekçilerine,
Selam olsun kamu emekçileri mücadelesinin yüz akı olduğunu bir kez daha gösterenlere.
 
“Bu sömürü düzenine itirazımız var” diyerek bugün alanlarda bizimle birlikte olan dostlarımız,
 
Hepinizi KESK adına sevgi ve dostlukla selamlıyorum,
 
Hoş geldiniz.
 
Değerli Mücadele Arkadaşlarım,
 
Bu ülkede çok uzun süredir gecenin karanlığı hâkim. Hak ve özgürlükleri için mücadele eden tüm kesimler bu karanlığa mahkûm edilmek isteniyor. AKP iktidarının yaptığı her icraat, attığı her adım bu ülkenin üzerine çöken karanlığı daha da artırıyor. Şimdi, şu saatlerde mecliste onaylanması için canla başla çalıştıkları bütçe bu karanlığı daha da zifiri hale getiriyor.  Bu gün mecliste oylanan,
 
Bu bütçede grevli toplu sözleşme mücadelesi yürüten kamu emekçileri yine yok.
Bu bütçede 659 TL’ye mahkûm edilen milyonlarca asgari ücretli yine yok. 
Bu bütçede kıdem tazminatı gasp edilmek istenen işçiler yine yok.
Bu bütçede gübre parası bulamayan çiftçiler, köylüler yine yok.
Bu bütçede vergi yükü altında ezilen küçük esnaf yine yok.
 
Kısacası Bu Bütçede İnsanca Bir Yaşam Sürdürmek İsteyenler Yine Yok.
 
Peki, ne var bu bütçede?
 
Yine sermayeye teşvik, rantiyecilere kıyak var. 
Asgari ücretten vergi kesintisi var.
Tüm kamu hizmetlerinin tamamen paralı hale getirilmesi var.
Eğitime ve sağlığa değil silahlanmaya ayrılan payın artırılması var.
 
Vergi yükünün yine bizlerin sırtına yıkılması var.
 
Yükün yine halkın sırtına yıkıldığı bu bütçe emekçilerin, halkın değil, sermayenin bütçesidir.
 
“Büyümede dünya ikincisiyiz, kişi başına düşen milli gelir 10 bin doları geçti” diye övünenlere soruyoruz?
 
Kim büyüyor?
 
Sayısını 9 yıllık iktidarınızda 4 ten 38 e çıkardığınız dolar milyarderleri mi yoksa 659 TL’ye mahkûm ettiğiniz asgari ücretli mi?
 
Kim büyüyor? 
 
Teşvik üstüne teşvik yağdırdığınız sermaye mi yoksa 1000 TL’yi aşan açlık sınırının altına ittiğiniz milyonlar mı?
 
Kim büyüyor?
 
Yıllardır topladığınız deprem vergilerini duble yol yapımı için dağıtarak zenginleştirdiğiniz müteahhitler mi yoksa acının dublesini yaşattığınız depremzede Van halkı mı?
 
Değerli Mücadele Arkadaşlarım,
 
Büyüyen sadece bu iktidar, bu iktidarın yandaşları ve sözcülüğünü yaptığı sermayedir. 
Emekçilerin ve yoksullaştırılan halkın ise sıkıntıları, sefaleti büyüyor. AKP iktidarı gerçekleri çarpıtmada ne kadar ustalaşsa da güneşi balçıkla sıvayamaz. Bu ülkenin gerçekleri ortadadır.
 
İŞTE BU GERÇEKLERİN YAŞANDIĞI ÜLKEMİZDE BİZE NEDEN GREV YAPIYORSUNUZ DİYE SORANLARA BURADAN CEVAP VERİYORUZ!
 
Hani,
 
“Nesini söyleyim canım efendim
Arzuhal eylesem deftere sığmaz”
 
Diyor ya ozan.
 
İşte biz kamu emekçileri de her geçen gün daha ağırlaşan öylesine sorunlar yaşıyoruz ki. Hangi birisini sayalım?
 
Bizi grev hakkımızı kullanmaya götüren nedenleri anlatmak için nereden başlayalım söze?
 
Grev Hakkımızı, Örgütlenme Özgürlüğümüzü, Özlük ve Demokratik Haklarımızı yok sayan,
 
Demokratik bir sendika yasasında olması gereken düzenlemelerin hiç birisine yer vermeyen, 
 
Tamamen yandaş konfederasyonun siparişine uygun olarak hazırlanan, 
 
İki aydır Bakanlar Kurulu’nda bekletilen yasa taslağından mı başlayalım söze?
 
Yoksa açlık sınırının 1000, Yoksulluk sınırının 3000 TL’yi aştığı ülkemizde ortalama 1500 TL maaş verilerek açlığa yakın yoksulluğa uzak bir yaşama mahkum edilişimizden mi?
 
Temel tüketim maddelerine en az %40 oranında zam yapanların “bunlar zam değil güncelleme” diyerek halkla alay etmesinden mi başlayalım söze,
 
Yoksa yıllardır gerçek enflasyon rakamlarını çarpıtanların maaşlarımıza sefalet artışı yapmaya devam etmesinden mi? 
 
Soruyoruz: Anayasanın, uluslararası sözleşme ve anlaşmaların bize tanıdığı grev hakkımızı neden kullandığımızı anlatmaya nereden başlayalım?
 
“Devrim, dönüşüm, yeniden yapılandırma” gibi cilalı sözlerin ardına sığınanların,  bizi her geçen gün esnek, güvencesiz, performansa dayalı bir çalışmaya daha fazla mahkûm etmesinden mi?
 
Yoksa iş güvencemizi tamamen ortadan kaldırmak isteyen iktidarın 657 Sayılı Kanununda değişiklik yapmaya hazırlanmasından mı başlayalım söze
 
Yurttaşı “müşteriye”, kamu hizmeti vermesi gereken kurumları “ticarethaneye”, biz kamu emekçilerini “işletme görevlisine” çevirmeye çalışan sistemden mi başlayalım söze,
 
Yoksa kamu alanının yapısını halkın aleyhine düzenleyen KHK Sultasından mı?
 
Milli Eğitim Bakanlığı verilerine göre 150 bin öğretmen açığı varken ataması yapılmayan 300 bin öğretmenden mi başlayalım söze, 
 
Yoksa stajyer öğrencilerin aldığı ücreti, net asgari ücretin üçte birine düşürenlerin aç gözlülüğünden mi?
 
Eğitime ayrılan yatırımın payının 9 yılda 3 kat düşürülmesinden mi başlayalım söze
 
Yoksa vekil,  ücretli gibi adlar altında güvencesiz olarak çalıştırılan yüz binlerce öğretmenden mi?
 
Sağlık hakkının vazgeçilemez temel haklarımızdan olduğunu anlatmak için nereden başlayalım söze?
 
IMF’nin talimatıyla, bir hafta sonra bitirilecek olan yeşil kart uygulaması sonucu beş milyon insanımızın sağlık güvencesinden yoksun hale getirilmesinde mi başlayalım söze,
 
Yoksa asgari ücretin üçte birinden fazla gelire sahip olup SGK pirimi ödemeyenlerin muayene hakkından yoksun bırakılacak olmasından mı?
 
“Katkı” veya “katılım payı” ile vatandaşın soyulmasından mı başlayalım söze                                                                   
Yoksa kamu hastanelerini tamamen ticarethaneye dönüştürerek CEO’lara teslim eden Kamu Hastaneleri Birlikleri düzenlemesinden mi?
 
Televizyon şovlarında fındık fıstık tavsiye eden magazinsel isimlerin tıp otoritesi diye yutturulmasından mı başlayalım söze,
 
Yoksa kurum karlılığını artırmak adına 3–4 dakika içerisinde hastasını muayene etmesi beklenen, meslek kurallarını ayaklar altına alması istenen gerçek doktorlardan mı?
 
İlacın sigortalılar için de paralı hale getirilmesinden mi başlayım söze
 
Yoksa taşeronlaştırılan 300 bin sağlıkçıdan, işçileştirilen120 bin hekimden, günde 36 saat çalıştırılan 20 bin asistan hekimden mi? 
 
Kapı kulu değil kamu emekçisi ve her şeyden önce insan olduğumuzu anlatmaya nereden başlayalım?  
 
Ek Ödemelerin emekliliğimize yansıtılmaması sonucunda çalışırken yaşadığımız sefalet koşullarının emekliliğimizde daha da derinleştirilmesinden mi başlayalım söze? 
 
Yoksa yıllardır sermayeden vergi almaktan kaçınanların, ay sonunu zor getiren işçilerin ve kamu emekçilerinin maaşlarını “gelir vergisi dilimi” ile lime lime etmesinden mi?
 
Soruyoruz? Sendikal hak ve özgürlüklerimiz için sürdürdüğümüz mücadelemizin demokrasi mücadelesinden bağımsız olmadığını anlatmaya nereden başlayalım?
 
Gölgesinde büyüttüğü, üye sayısını 9 yılda 11 katına çıkardığı yandaş konfederasyon yönetimine methiyeler dizen AKP’nin mücadelemize çamur atmaya çalışmasından mı başlayalım söze,
 
Yoksa sendikal faaliyetlerimizin, demokratik eylem ve etkinliklerimizin yargılama konusu yapılması sonucunda 33 üye ve yöneticimizin hala hapiste tutulmasından mı?
 
Çağdaş demokrasilere yakışan yere yerleştirdiğimiz çıtaya tutunarak sendikal hak ve özgürlüklerimizi aşağı çekmeye çalışan yandaş konfederasyondan mı başlayalım söze, 
 
Yoksa mesnetsiz suçlamalara dayanan iddialarla 25 üye ve yöneticimize 6 yıl 3 ay ceza verilmesinden mi?
 
Hizbul Kontra afla dışarı salınırken, halkın oyuyla seçilmiş milletvekili ve belediye başkanlarının, 53 gazetecinin, aydınların, bilim insanlarının düşüncelerinden ötürü yıllardır ceza evlerinde tutulmasından mı, 
 
Yoksa savunma hakkına bile tahammülü olmayanların onlarca avukatı tutuklanmasından mı başlayalım söze?
 
Susurluk’un kilit isimleri, faili meçhul cinayetlerin tetikçileri “somut delil bulunamadığı” gerekçesiyle tahliye edilirken taktığı puşi delil olarak gösterilen Cihan Kırmızıgül’ün 2 yıldır hapiste tutulmasından mı başlayalım söze?
 
Yoksa N.Ç. davası sanıklarına ödül gibi cezalar verilirken, kadına yönelik şiddet ve cinayetlerinin çığ gibi artmaya devam etmesinden mi?
 
YÖK’ün eski başkanı Cumhurbaşkanı baş danışmanlığına soyunurken, parasız- bilimsel- demokratik- anadilde eğitim isteyen yüzlerce öğrencinin zindana atılmasından mı başlayalım söze,
 
Yoksa Çukurova Üniversitesi Balcalı Hastanesi’nde taşeron hukuksuzluğuna karşı çıkan,  27 işçiye 27 şer yıl hapis istemiyle dava açılmasından mı?
 
Evet, Sevgili Arkadaşlar,
 
Nereden başlarsak başlayalım söze anlatmak istediğimiz aslında gayet açıktır.
Yoksulluğun, adaletsizliğin, hukuksuzluğun hâkim kılınmak istendiği bir ülkede, 
Emeğin, emekçilerin haklarının tanınmadığı bir ülkede demokrasiden de sendikal hak ve özgürlüklerden de söz etmek mümkün değildir.
 
İşte biz, emeğin haklarına ve değerlerine sahip çıkmanın demokrasiye ve özgürlüklere sahip çıkmaktan geçtiğine inan kamu emekçileri olarak, grev hakkımızın yasal teminat altına alındığı bir Toplu Sözleşme düzeni için, kamu hizmetlerinin ticarileştirilmesine,  “KHK Sultasına”, Angarya ve zorunlu fazla mesaiye her türlü güvencesiz çalıştırmaya son verilmesi için, tüm çalışanlara kadrolu iş güvencesi,  insan onuruna yakışır bir ücret ve sağlıklı çalışma koşullarının sağlanması için,  çalışma yaşamının demokratikleştirilmesi için,
Temel ücretlerin artırılmasıyla sağlanacak gerçek bir eşit işe eşit ücret sistemi için,
Ek ödemelerin tüm emekçiler için eşitlenerek emekliliğe yansıtılması için,
Net asgari ücretin açlık sınırı olan 1.000 TL’ye çıkarılarak tüm ücret ve maaşlarda bu tutarın vergi kesintisi dışında bırakılması için, hukuksuz, haksız ve mesnetsiz biçimde yapılan gözaltı ve tutuklamalara son verilmesi, tutukluların serbest bırakılması için, temel haklarımıza yapılan tüm saldırılara karşı grev hakkımızı kullanıyoruz. 
 
Buradan AKP Hükümetini Son Kez Uyarıyoruz!
 
Emek düşmanı politikalardan vazgeçin! Uluslararası sözleşme ve anlaşmalarla sahip olduğumuz grevli toplusözleşme hakkımızı tanımak zorundasınız!
 
Eğer taleplerimize olumlu bir yanıt alamazsak, bizi çok daha kitlesel ve çok daha kararlı olarak karşınızda bulacaksınız.  
 
Siz neo-liberal politikaları uygulamakta ne kadar kararlıysanız biz de haklarımız ve geleceğimiz için mücadele etmekte en az o kadar kararlıyız.
 
Yaratmak istediğiniz korku imparatorluğuna teslim olmayacak; emeğin, eşitliğin, adaletin ve barışın safında olmaya devam edeceğiz!
 
“Durmak yok yola devam” diyerek, baskı ve şiddetle tüm toplumu tahakkümü altına almak isteyenlere karşı  “yılmak yok mücadeleye devam” diyerek dimdik ayakta duracağız. 
 
Sizin tek teminatınız şiddet, baskı ve daha fazla yoksulluksa bizim teminatımız fiili meşru mücadele geleneğimizdir.
 
Değerli Mücadele Arkadaşlarım,
 
Bugün 21 Aralık. En uzun gecenin en kısa gündüzün yaşandığı gün. Bu gün karanlık her zamankinden daha erken çökecek. Gece her zamankinden daha uzun sürecek. Ama inanın yarın aydınlığa daha fazla yakınlaştığımız bir gün olacak.  Çünkü bizler biliyoruz ki, karanlığın en koyu olduğu an aydınlığın da en yakın olduğu zamandır.
Buradan hep birlikte söz veriyoruz.  Karanlığın, baskıların, yoksulluğun, sefaletin dünyasına karşı, emeğin dünyası için mücadelemizi yükselteceğiz. 
 
Yaşasın İnsanca Yaşam Mücadelemiz!
Yaşasın Onurlu Direnişimiz!
Yaşasın KESK!  
 
Toplam blog
: 510
: 505
Kayıt tarihi
: 04.04.08
 
 

"Cv" Dedikleri Özgeçmişim 1953 yılının karanlık günlerinde Haziran ayının 24. günü, ağaçların mey..