Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

05 Eylül '12

 
Kategori
Öykü
 

Kim bu Gözlerindeki Yabancı

Kim bu Gözlerindeki Yabancı
 

Alıntı'dır


Bir kaç “ yalan” önceydi, seviyorum dediği. Oysa başından beri yalanmış, nereden bilecekti ki bu kadar çok sevildiğine inandırılmışken…aldatıldığını.

Aşk O’na göre kazanılması çok zor birşeydi. O mutluluğu yaşarken birden kaybetmekse…? Öyle de oldu. Birden kaybetti, dünyanın sonu gelmiş gibi. Önce aşkı, sonra güveni, sonra da kendini…Şimdi, asıl zor olan, bu zor bulduğu şeyin karşılığında kaybettiklerini yeniden kazanmaktı. Peki onca olan bitene rağmen, her sabah uyandığında, kim bırakıyordu O’nu acıyan, kanayan kalbinin tam ortasına?

Sabahları hazırladığı kahvaltı masasının aşkla süslediği sofrasında, her zaman yakın otururlardı; çay bardağıyla tabağı kadar yakın. Ve delicesine aşıktı bu adama. Adamın bunu bilmesine gerek yoktu; çünkü kadın ne zaman sorgulasa kendi geçmişini, hiç kimseyi böyle sevmediğini biliyordu. O’na bu sonsuz aşk ve sadakatle bağlı kalmak, kadını ziyadesiyle mutlu etmeye yetiyordu, adama duyduğu aşktı kadını bu kadar mutlu yapan. Daha çekici, daha yakışıklı, daha kariyerli ya da daha zengin, daha kültürlü veya sosyal hayatı daha dolu yaşayan, daha iyi sevişen, daha romantik, daha anlayışlı  bir adam var mıydı etrafta farkında bile değildi. Kadının bildiği tek şey, bir başkasını bu kadar çok sevemeyeceğiydi. Yüreği sorguluyordu elbette. Kendisini sevdirtmek için hiçbir şey yapmamış bir adam böyle kayıtsız sevilemezdi mutlaka. O’na böylesine büyük bir aşkla bağlı olmasının diğer nedeni de, adamın kadına olan aşkıydı. Adam ne kadar da hissettiriyordu kadına kendisi için özel biri olduğunu. “ Böyle bir aşk ancak masallarda olur ”  sözü, kendileri için kullanılabilecek en klişe sözlerden biriydi,  ama öyleydi. Kadın,  uyanamadığı bir düş gördüğünü ve adamın “ gerçek” olmadığını düşündükçe, delirmiş olmaktan duyduğu endişe ile etrafa baktığını da biliyordu. “ İnandır” diyordu adama. “Lütfen beni inandır.Senin, aşkımızın ve yaşanan her an’ın gerçek olduğuna inandır beni. “ diye yalvarıyordu. Kadın, adamın ve var olan bu aşkın gerçek olduğuna inanamadı seneyi deviren aylar boyunca. Ruhu aç kalmıyor, aşk denilen o besleyici vitamini damardan alarak, tüm bedenine yayılmasına teslim oluyordu.

“ Gözlerimin dibindesin, ^ama^  mıdır gözlerin, ben de kendini görmezsin?  Varsın 28 harf eksik olsun alfabeden, biz seninle hep, bir cümleyiz. “ (s)

Kadını bir kez daha hayata bağlayan, herşeyi  ile yeni  bir dünya kurandı adam.Yaşananların, paylaşılanların, paha biçilemez değerde, muhteşem görünümlü bir vazo ve onun içinde hiç solmayan güller gibi kalması inanılmazdı. Seneler geçmişti ve aşkları da tıpkı vazodaki güller gibiydi, solmuyordu.

Bir gün;

Herhangi bir günün, herhangi bir öğleden sonrası, herhangi bir mevsimiydi. O büyük depremde…önce ev yıkıldı, sonra vazo ve güllerdi yere düşen, kırılan paramparça olan. Vazonun kırılan bir parçasını aldı kadın yerden. Elleri titriyordu, yüzüne doğru yaklaştırdı ve kendine baktı. Adama sormuştu önce,“ Kim bu kadın? “ diye. Oysa şimdi kendinin kim olduğunu bilmiyordu. Kendisi de, yüreği , aklı, aşkı gibi, aynı anda yok olmuştu. Ellerinden akıp giden tek şey, çaresizlikti. Çare bulunacak şeyin ne olduğunu bilseydi eğer. Geçmişin izleri, kanayan birer yaraya dönüşüyordu hızla, zamanla yarışarak. Yutulması zor bir lokma takılmıştı boğazına, biliyordu, hazmetmek daha zor olacaktı. “ Kim bu kadın? “ diye sordu yeniden. Adamın dudaklarının arasından geçen sessizliğin ağzını, bıçak açmıyordu. Biliyordu kadın; susmak, çok şey demekti. Uğradığı ihanetin girdaplarına batıp çıkıyordu, boğulacak gibi oluyordu. Yeniden yaşam var oluyordu ki, katlanamadığı şey; içindeki acıdan çok, hayatta kalıp, yeniden yeniden içine salınan ihanetin zehirini taşımaktı. Daha da kötüsü oldu. Sadece bir kadındı kim olduğunu sorduğu. Başka bir kadın daha olmuştu şimdi. O, o ve o, üç kişiydiler, adam olmayandı. Hiç olmayan, asla olamamış. Nasıl mümkündü? Bunca sene , böyle derin bir aşk, şüphenin, güvensizliğin bütün harfleri silinmişken aralarından ve masal gibi bir aşk, kendini inşaa etmişken bütün bunların üzerine. Birlikte oldukları yıllar boyunca, kendinden başka iki kadın daha olduğu, hem de ta başından beri adamın, başka kadınlarla da ilişkisi olduğu, nasıl mümkün olurdu. Kendisi de “ başka kadınlar” dan biriydi demek ki  adam için.

“Ve nihayetinde, peşine düştüğün nef’sin zavallı, basit bir oyuncususun. Hadi çağır şimdi heveslerini bir bir ve zil takıp oynayın şafak vaktini bekleyen şeytanlar gibi. “(s)

Herkes gibi biriyim demek ki diye düşündü kadın. Kendisi’nin diğerlerinden bir farkı olmadığını anladı. O büyük ve derin dediği aşkın masal olduğunu biliyordu şimdi ve işte şimdi uyanmıştı.Zaman herşeyin ilacıdır diyorlardı, vitamin eksikliği kimsenin umurumda değildi, ölüyordu. Aylar geçti. Kadın ağır tramvalar atlattı, psikolog desteği aldı, alkole başladı, ama ne yaptıysa atamadı adamı içinden. Çok denedi. Nefret etmek için adamın en çirkin hallerini düşlüyordu, olmuyordu. İçinden defalarca bağırıp kızıyor, bu kez unutacağından emin oluyordu, ama olmuyordu. Hiç kimse adamı, kadının kalbinden söküp atacak  güce sahip değildi ve kadın hiç kimseyi sevemiyordu O’ndan başka.Aylar geçti, zaman ilaç olamadı. Aşk mıydı herşeyi affettiren? Hala yerli yerinde tutan neydi? Karşılaştılar yeniden. Ağlıyordu kadın. “ Unut “ dedi  adam, “ herşeyi unutabilirsin” dedi. Kadının aklı bir yana çekiştirdi, kalbi bir yana. Aşk bir yana çekiştiridi, ruh bir yana. İhanet bir yana çekiştirdi, sadakat bir yana.Bir çok yerinde yara vardı, yerlerini ezberlediği. İyice kemiğe kadar işlemiş, sızlayan kanayan, kanadıkça sızlayan. Kabuk tutsa da geçse dediği, fakat, kopardıkça yeniden kanayan, hiç geçmeyen. Kapalıydı kapıları. İlk, adam girmişti içeri, son çıkan yine O’ydu. Kadın hafifçe araladığı kapıdan adama bakıyordu; üzgün, endişeli ve özlemle. Yavaşca geriye doğru bir adım attı, kapının iki kolunu tuttu ve yavaş yavaş, önce araladı, sonra sonuna kadar açtı. Hala kapının önünde duruyordu. İçeriye bir ışık yayıldı. Gözlerinin dibinde bir gölge belirdi ilkin, sonra gittikçe tanıdık birisi olduğunu anladı. Adam ellerini uzatmıştı kadına doğru. “Aşkım “ dedi bir ses gaipten gelir gibi. Gözlerinin dibinde duran adam, kirpiklerini araladı kadının. Bir iki damla yaş düştü o an. “ Aşkım “ diye karşılık verdi kadın.

“ Bahar’ım demek isterdim, ancak, sana, hoş geldin hüznüme aşkım diyebiliyorum. Hoş geldin…”(s) 

 
Toplam blog
: 76
: 634
Kayıt tarihi
: 08.04.10
 
 

Yemek seçmem, kızartmayla köfteyi tokken bile yerim. Çaysız ölürüm; migrenim tutar. Ya çoktur bir..