Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

03 Eylül '12

 
Kategori
Öykü
 

Orda bir köy var uzakta

Orda bir köy var uzakta
 

Alıntı'dır.


Hani her defasında bırakıp gidiyorsun. Ben kalıyorum geriye öğle sıcağındaki köy sokakları gibi; ıssız, tenha, bomboş. Sonbahar yapraklarının savrulan sesi başımda. Hani her defasında bırakıp gidiyorsun ya beni. Ben kalıyorum geriye. Evimizin hemen yanından geçen çayın sesi saklıyor gülüşlerimizi. Bahçeye indiğimde üzerine bastığım küçük çakıl taşlarının sesi hatırlatıyor bana seslenişini. Bahçedeki bir ayağı sallanan tahta masada duran elmalar. Biri senin biri benim dediğim, ve “ iki elmaya gerek yok, ortadan ikiye bölsek yeter “ diye kestiğin bıçak.

Çeşmenin olduğu yer, çamur olmuş yine. Ne zaman ellerimi yıkayacak olsam üzerime sıçramasın diye altına kova koyardın ya, yine yok! Dedim sana ikimizden biri daha çabuk yaşlanıyoruz, hatırlıyor musun kovayı nereye koyduğumuzu? “Avluyu yıkayayım” demiştin, mutlaka sen bir yerde unuttun. Avlu demişken, ocağın etrafındaki tuğlaları biraz yükseltecektin, yine kaldı. Sen gelene kadar kızartma yapayım desem, dumanda kalacağım büsbütün. Ama olsun, isli cezvemizden bir kahve pişirirsin, unuturum gider. Sormayı unuttum; kızartmanın üzerine sarımsaklı yoğurt dökeyim mi?

Oratalık biraz serinleyince, çıkarız damın üzerine, salkım salkım dökülen asma çardağının altında köyü seyrederiz demli çayımızı içerken. Ekmeğin arasına kaymakla bal sürerim ben, sen de alay edersin benimle; “ Yiyiyorsun yiyiyorsun sonra da çok şiştim diyorsun, daha şimdi sofradan kalkmadık biz aşkım? “ diye. Küser, kapris yaparım ben de sana ne var! Bu kadar güzel olmasaydı o zaman bal kaymak.Tel dolabın içinde sabah kahvaltıdan kalan yağlı kesik varmış, bir lokma ekmekle yiyeyim dedim, bozulmuş. Acı bir şey olmuş tadı. Kızdım sana, buzdolabına konmaz mıydı bu?

Seviyorum ben bu toprak taş evi içinde sen varken. Ama her defasında bırakıp gidiyorsun ya beni. Sen gurbet oluyorsun, ben yetim kalıyorum geriye. Bir hal, bir ahval içinde derdimi dökerken kapımızın önündeki güle, gece kusmaya başlar yavaş yavaş yüzüme yokluğunu. Biliyor musun? Baykuşların yarenlikte üstüne yok. Ama yakından, ama uzaktan mutlaka duyuruyorlar bana seslerini. Bazen ürperiyorum. O an gecenin serinliği, sessizliği korkuttuğunda kollarında olmayı istiyorum. Hani bir gece yine böyle dizlerimi karnıma çekip kollarının arasına sıkıştırmıştım ya kendimi? “ Ne oldu aşkım üşüdün mü? “ demiştin. “Evet!" dedim sana, "üşüdüm biraz ” hatırlıyor musun? Aslında korkmuştum, kollarının altına biraz daha sığınmaktı niyetim. Yani kendimi en güvende hissettiğim yere.

Sabah Gülçiçek teyzenin ahırdan avaz avaz bağıran eşeğinin sesiyle uyanırım yine. Bilirsin, her sabah olduğu gibi yani. Ardından, sanki tavuklarından birini kümesten bir tilki çalmış gibi bağıran horoz. Sahi? “ Şu horozu bir yakalayayım, kesip suyuna pilav yaptırmazsam sana“ dediğin horoz kimin horozu bulabilmiş miydin, söylemedin bana henüz.Off! Ne güzel giderdi yanında iki duble rakı! Yemekten sonra meyveleri sen hazırlarsın ama, oyun bozanlık yok. Elmanın kabuğunu döndüre döndüre hiç koparmadan soyuşunu izlemeyi seviyorum, bir de şeftalinin çekirdeğini çıkardıktan sonra dilim dilim tabağa sıralayışını. Ezberledim gerisini,dinle bak anlatayım; Sonra hafif sarhoşluğun başlar. İsmimi sayıklamaya başlarsın önce. Sonra beni ne kadar çok sevdiğini. Ardından mırıltılı bir sesle bir şarkı dökülür dudaklarından, ama gerisini bir türlü hatırlayamaz, bana söyletirsin. Masa öyle kalır sabahı karşılamak için. Seni, kolunun altına girip yatağa yatırmaya çalışırken hep söylediğin şey kulaklarımda çınlıyor şimdi; “ ben… sensiz… yatmam… ben… sensiz… yatmam…”

Sen, böyle, her defasında bırakıp gidiyorsun ya beni; ellerim bakır, gözlerim gece, içim ıssız. Gün doğmadan burada ol, özledim seni.

 
Toplam blog
: 76
: 634
Kayıt tarihi
: 08.04.10
 
 

Yemek seçmem, kızartmayla köfteyi tokken bile yerim. Çaysız ölürüm; migrenim tutar. Ya çoktur bir..