Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

29 Temmuz '13

 
Kategori
Öykü
 

Kırık bir arkadaşlık hikâyesi

Kırık bir arkadaşlık hikâyesi
 

Küçük Hasan, Kahramanmaraş'ın şirin bir köyünde yaşamaktadır. Anne ve babası diğer köylüler gibi hayvancılık ve tarımla uğraşmaktadır. Hasan boş zamanlarda önüne katılan koyunları otlatmaktadır.

Hasan 14-15 yaşlarına gelince babası akşamdan onu yanına çağırdı ve "Bak Hasan," dedi." Artık ben ihtiyarladım. Sen ise büyüdün adam oldun. Yarın anayın eğirdiği yün iplikleri Maraş'a götürür bir güzel boyatırsın. Anan da onları bize halı, kilim dokur. Olur mu oğlum ?

Anası karşı çıksa da karar verilmiştir. Hasan da bu işe zaten dünden razı. Şehri görmek ister ama eline geçmezdi. Kendisinin diğer arkadaşlarından neyi eksikti ? Onlar şehre gidip geldiklerinde gördüklerini, yediklerini ballandıra ballandıra anlatırlardı.

Babası Maraş'ta ip boyacısı bir Ustanın dükkanını tarif etti ve yetişmezse onlarda kalıp ertesi günü köye dönmesini sıkı sıkı tembih etti. Zaten durumu kendisiyle giden köylülere de tembihleyecekti. O zamanda nerede öyle otobüs, kamyon ? Köylüler Maraş'a hatta Antep'e bile at, katır veya eşeklerle gider gelirlerdi.

Hasan sabahı zor etti. Sabahleyin erkenden kalkıp en güzel elbiselerini giydi. Anası boyanacak ipleri Atın heybelerine yerleştirdi. Babası cebine gereken harçlığı koymuştu. Maraş'a giden diğer köylüler de hazır olduğunda Hasan'ın anası komşularına onu emanet etti ve yola koyuldular. Güneş de dağların arkasından görünmek üzereydi. Köylüler ise yolda sohbete tutuşmuşlardı. 

Hasan şehri göreceğim diye sevinçten uçacaktı.

Katar  Maraş'a vardığında güneş biraz yükselmişti. Aman Allahım şehir ne kadar da kalabalıktı! Yükler dükkanlara pazara  indiriliyordu. Hasan tek kalmıştı. Sonunda babasının tembih ettiği gibi bir komşusu Kapalıçarşıda bulunan dükkana  Hasan'ı götürdü.Çuvalları, halı iplerini boyayacak ustanın işyerine teslim etti. Atını da oradaki hana bırakacağını işi bitince oradan almalarını belirtti.

İpleri boyayacak usta kır saçlı, güleryüzlü, babacan tavırlı biriydi. Adamın bir de Hasan'ın yaşlarında oğlu vardı. Usta, Hasan'a:

Siz oynayın, ben en güzel şekilde iplerinizi boyarım ama  bugün yetişmez. Çünkü sırada  boyanacak çok ip var. Baban benim iyi dostum uydurma iş yapamam. Yarına Allah kerim. İplerin boyanıp bir güzel kuruması lazım. Seni yarınki katara yetiştiririz inşallah." deyince Hasan şaşırmıştı. Biraz sonra oyunun telaşıyla  söylenilenleri unuttu gitti.

Akşam olunca  Usta, Hasan'ı da alarak evlerine götürdü. Evde ustanın Hasan ve arkadaşından üç, dört yaş daha küçük bir kızı da vardı. Ustanın hanımı yere bir sofra serdi. En güzel yemekleri ortaya koydu. Hasan şaşırmıştı. Sanki yemekler kendisinin için özel hazırlanmıştı. Neredeyse anasının yaptığı yemeklerden daha güzeldi.Yemeklerini birlikte neşeyle yediler. Çocukların gülüşmeleri  birbirine karışıyordu. Usta ve karısı birbirlerine bakıp güldüler. Çocuk dünyanın heryerinde çocuktu. Sadece birbirlerinin adını bilen iki çocuk ne de güzel anlaşmışlardı. Evin hanımı ikisine bir yatak serdi. Yatakta İki arkadaş bir süre kıkırdaşıp durdular. Pencereler yaz günü açıktı. Gündüzün de yorgunluğuyla serin odada iki arkadaş mışıl mışıl uykuya daldılar.

Ertesi günü yine usta ve iki çocuk birlikte dükkana gitti. Usta yarım kalan işlerini tamamlarken  iki arkadaş da oyun oynadılar.  Usta,  rengarenk boyadığı halı iplerini kurutup çuvallara doldurdu. Vakit burada öyle hızlı geçiyordu ki...

Köylülerin gitme vakti geldiğinde usta, Hasan'ın atını handan getirtip ipleri ata sağlı sollu çattı.

Köylü komşusu Hasana: "Kalk hadi " dedi. Hala sen oyun oynuyorsun. Geç kalacağız.

Ustayla köylü Hasan'ı ata bindirdiler.

Hasan arkadaşına baktı, arkadaşlık ne  güzeldi. Bir türlü arkadaşından ayrılmak istemiyordu.

"Yine gel Hasan, yine gel  !" diye bağırdı arkadaşı, Hasan atı sürerken.

Hasan şehirdeki arkadaşını, oynadıkları oyunları ve yediği değişik yemekleri günlerce unutamadı. Hasan,durup durup o kadının yaptığı lezzetli yemekleri anasına anlatıyordu.

Anası ise : "Bizden ne farkları var oğlum onlar da güzel yemekler yaparlar, hatta şehirde bizden çok yemek çeşidi bilirler." dedi.Sonra onlar çocuklarını hep sanata verirler.

 Anası Hasan'ın boyattığı iplerle rengarenk halılar dokumuştu.

Babasının askerlikle ilgili sorunları olduğu için şehre gitmeye çekiniyor. alışverişe ve ipleri boyatmaya artık Hasan'ı yolluyordu. Bu durum birkaç kez tekrar etti. Hasanla Ustanın oğlu pek iyi arkadaş olmuşlardı. İpleri boyatmaya gittiğinde hep arkadaşında kalırdı.

Aradan  yıllar geçti. Hasan evlenip barklandı. Eşiyle şehre yerleşmişti. orada da bir süre ziraat ve hayvancılıkla uğraştı. Bunun dışında yapacak iş pek yoktu.

1970'li yılların sonuna doğru çevredeki insanlar Suriye'ye giderek birşeyler getirip satıyor, ufak tefek ticaret yapıyorlardı. Suriye'ye geçiş kolaylaşmıştı. Bir dostu Hasan'a da Suriye'ye gitmesini önerdi. Hele oya, eşarp boncukları, kahve fincanları o kadar kar getiriyordu ki. Özellikle yükte hafif, pahada ağır olan boncuklar mahalle kadınları tarafından kapışılıyordu. Sigara kağıdı da hafif, Suriye'de ucuz fakat Türkiye'de ise  çok  pahalıydı.

Hasan da önce Ali isimli arkadaşıyla gidip gelmeye başladı. Halep'te alışverişi iyice öğrendikten sonra da hanımıyla birlikte Suriye'ye gitti. Ama Arapça bilmediklerinden yine de sorun çıkıyordu. Satıcının biri kendilerine alışverişlerinde yardımcı olması için hemTürkçe hem Arapça bilen bir Tercüman ayarladı. Ona yüz Suriye lirası verdiler. Adam çok sevinmişti. Hep Halep'e geldiklerinde o adamı kiraladılar ve ondan yardım aldılar.

Eve lüzumlu olan eşya, çay tabakları, kahve fincanları, çay, şeker o kadar kar getiriyordu ki. Tek sorun onları iki gümrük arasında yaya taşımak ve gümrükten sorunsuzca geçirebilmekti. Hanımı kendisine bu konuda çok yardımcı oluyordu. Zor bir iş de  olsa yüzleri gülmüştü.

Hasan'ın saçlarına kır düşmüştü. Artık ona "Hasan Amca" demeye başlamışlardı.

İşte beşinci seferlerinde  Halep'te Bab-ul Faraç denilen semtte indikten sonra, Kapalıçarşıdan epeyce, kumaş, oya ipi, boncuklar, sigara kağıdı vs. aldılar. Hasan'ın da eşinin de elleri doluydu. Garaja dönerken Hanımı, Hasan'a sitem etti:

-Hasan, dedi. Hani sen kaç seferdir eve bir et makinası alacağım demiştin? Almadın.

Hasan Da -Dur hanım, az ilerde büyük bir dükkanda görmüştüm. Şimdi oraya bakar alırız,  dedi.

Yaklaştıklarında İçerde Türkiye'de çok pahalı olan bir takım makinalar, makaslar, araç ve gereçler gördüler. Kapının önüne çıkan iriyarı ve Hasan yaşlarındaki dükkan sahibi:

Eyy Türk , dedi. Gelin hele. Hasan şaşırmıştı.

-Sen nerelisin ? diye sordu Hasan'a

-Antepliyim,

-Yalan söyleme dedi. Hasan'a gülerek, çıkar nüfus cüzdanını !

Hasan büsbütün şaşırmıştı. Adam kendisinden güzel Türkçe konuşuyordu.

Hasan nüfus cüzdanını çıkardı. Doğum yeri "Maraş" yazıyordu.

Lan sen Maraşlı değil misin ?

-Eh , biz sürekli Antep'e gider geliriz de ondan Antepliyim dedim, dedi Hasan.

-Ya, dedi adam. Senin adın Hasan Kara değil mi ?

-He ya, dedi Hasan.

-Peki Bozlar köyünden değil misin ?

-Evet, dedi Hasan.

-Öyleyse sen benim yatağımda niye yattın  oğlum  Hasan ? dedi adam şakayla. 14-15 yaşlarındayken b bbizim evde kalmadın mı sen ? 

Karısı ve Hasan iyice afalladılar. .

-Sen küçükken halı ipi boyatmaya Maraş'a bizim dükkana gelirdin. Oradan tanıdım seni, dedi.

Hasan'ın kafasında işte o zaman şimşekler çaktı. Eski çocukluk arkadaşıydı bu iriyarı adam.

Hasan'la hanımı gülmekten kendilerini alamamışlardı.  

"Hasan yine gel !" diye çağırırdı ya küçükken.

Hasan'ın kulaklarında "Hasan yine gel!" sesi yeniden yankılandı sanki.

Adam, Hasan'a sıkı sıkıya sarılmıştı.

Hasan - Yahu, dedi, sen beni taa 55-60 yıl sonra nasıl tanıdın ? Ne var ne yok hele ! Hasan'la hanımı gülmekten kendilerini alamamışlardı. 

Orada sizde, Kilim Boyacısı  Usta' nın evinde kalmıştım ya ! Vay gidi günler vay !Satıcıyla Hasan sıkı sıkıya sarıldılar Satıcıyla Hasan sıkı sıkıya sarıldılar  

İçeri geçtikten sonra,

 Hasan: " Hanım, şu et makinasını sormuştu da," dedi. Acaba kaç para ?

Hele oturun, dedi adam. Acelesi yok. O kolay. 

Hasan, küçükken yatağını paylaştığı arkadaşının adını hatırlayamamıştı.

Kusura bakma, dedi, senin adın neydi ?

-Miran, dedi dükkancı. Aynı yaşlardaydılar zaten.

Sen Ermeni misin ? diye sordu Hasan.

Evet,  dedi Miran, 

İşte "Dağ dağa kavuşmaz, insan insana kavuşur ." dedikleri bu olmalıydı. 

Hasan'ın zihninde Ermeniler için öyle kötü yargılar yoktu. Çünkü ana babası Hasan'a böyle bir ayrılık gayrılıktan söz etmemişlerdi. Onlar yıllar yılı dost yaşamışlardı.  

Hatta anası, gençliğinde Ermenilerle ilgili yaşadığı çok acıklı olayları anlatırken ağlardı. "Bir pınar başına gittiğimde   iki ermeni kadınla bir yaşlı adamın vurulmuş olduğunu gördüm. Üçü de yeni vurulmuş, ölmüştü zavallılar. Genç olan kadının yanında ise 9-10 aylık  bir bebek vardı. Bebek ağlıyor, bir taraftan da ölmüş anasının memesine yapışmış emmeye çalışıyordu." derdi. Derdi de ağlardı.

Bunları düşündükçe Hasan hiç kimseye kin duymamayı öğrenmişti belki de.  memesine me

Miran ise sanki uzaktan gelen akrabalarını görmüş gibi sevinmişti. Hasan'dan gözlerini ayıramıyordu. 

Miran ve ailesi Maraş'ta zamanla barınamamışlar, İplik Boyacı ustası olan Miran'ın babası onları alarak Suriye'ye geçirmiş. Bir süre Halep'te mesleğe devam etmiş ve vefat etmişti. Sonra da anası tabii... Saatlerce konuştular. Miran sürekli Maraş'tan bahsediyordu.

Söyle dedi Miran, Maraş'ın dondurması hala öyle bıçak kesen cinsten, sert ve lezzetli mi ?

- Evet dedi Hasan Kahramanmaraş dondurmamız meşhurdur.

-Merak ediyorum, yine, mis gibi kokan simit satılıyor mu ? Hani çocuklar bir sopaya simitleri dizer satardı. Biz de alınca önce kafamızdan boynumuza geçirir, öylece oynar, sonra da acıkınca yerdik. Mis gibi susam kokardı, yine öyle mi ? Simit satılıyor mu ?

-Satılıyor  ya dedi Hasan, Kahramanmaraş'ın çoğu yiyeceği doğaldır.

-Peki, dedi Miran, Her evde yine tarhana yapılıyor mu ? Tarhana yapamayanlara acırlardı hani ?

-Yaparlar ya ! dedi Hasan. Tarhana yapmamak bizde bir eksikliktir.

"Çocukluğumu geçirdiğim bu şehir burnumda tütüyor." diyordu Miran  "Sağ gözle bir daha görebilsem..."

-Gel ,dedi Hasan, gel misafirimiz ol."

-Gelemem artık, diyordu Miran, artık zor biraz., Yaşımız biliyorsun artık geçti.

Gitme vakti geldiğinde Hasan, ısrarla elle çalışan bu et makinasının fiatını sordu.

Miran ise "Beğen birtanesini, dedi

Hasan  -Ben bilmem ki hangisi iyi hangisi kötü, dedi

Adam da en iyisinden bir et makinasını kutuya koyup teslim etti.

Eski bir arkadaşımdan para alamam, diye parayı geri çevirdi. Ne yapsalar parayı kabul etmedi.

Bize gidelim. Bu gece bizde misafir kalın ne olur, diye rica etti, Miran

Hasan da: -Vallahi otelden yerlerimizi ayırttık, parasını yatırdık, çok sağol, dedi. Sonra,

 "Miran, dedi . Allahını seversen Maraş'tan bir isteğin var mı ? Ben her zaman ticaret için gelip gidiyorum nasıl olsa, söyle" dedi. 

Miran da: " Gelirsen bana Maraş'ın çok güzel kırmızı acı yaprak biberi olur. Bir kilo kadar getir dedi.

- Ne demek, elbette getiririm. Dedi Hasan.

Ondan sonraki seferinde Hasan eski çocukluk arkadaşının kırmızı biberini, Antep baklavası ve Maraş'tan aldığı bazı hediyeleri ona getirdi. Yine eskilerden, Maraştan konuştular.

Karşılıklı hediyeleşmeler bir süre böyle devam edip durdu.

İnsan olmak ve bir arada yaşamak ne güzeldi. Şimdilerde 90 yaşını geçmiş Hasan Amca, Miran'ı merak ediyordu. Zira şimdi savaş içindeki Suriye'ye hem müslümanlar hem  de Ermeniler sığmaz olmuştu. Onbinlerce Suriyeli mülteci ülke dışına çıkmış , acaba Miran ve ailesi nereye gitmişti ?

*Canlı kaynak: Hasan KARA (  K.Maraş Bozlar 1921 doğumlu)

 

 

  

 
Toplam blog
: 123
: 1874
Kayıt tarihi
: 02.07.12
 
 

68 kuşağındakileri iyi bilirim. Çalışmam ziraat üzerine. İnsanların ana dilleri ile konuşmalarını..