Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

06 Haziran '12

 
Kategori
Gezi - Tatil
 

Kıyı kıyı

Trabzon’un doğusuna doğru yol alan minibüsümüz maviyle yeşili ayıran karayolunda ilerliyor. Trabzon’un Şana yerleşim biriminde yeşillikler içerisinde estetiği olmayan o cezaevi türünde yapı ne öyle?! Konuğum dost Dr. Ziya Önder vahlanarak gülen doğanın yaralanmış yanını gösteriyor.Denizi kesen, kıyı boyu ilerleyen yapılar bu kez de maviye olan özlemimizi çoğaltıyordu. Trabzon - Sarp arası bu örnekleri görmek doğa adına, bu bölgede yaşayan insan adına üzüntü kaynağı.

Minibüsümüz,solumuzda çarşaf gibi uzanan maviyle dostluklar kuruyor. Kimi yerde durup çoluk çocuk aşağıya iniyoruz. Bir taşın üzerine, yolun kenarına çöküp yeşille, maviyle bol bol konuşuyoruz.Minibüsümüz Yomra’yı, Arsin’i, Araklı’yı geride bırakmıştı. Sürmene’deyiz. Memiş Ağa Konağı (Kastel) durmuş bize bakıyor. Dünü taşıyan mimari yapısıyla birilerini bekler gibi.

Burası Çamburnu. Hemen, Orman Bakanlığı’nın dinlenme yerine çıkıyoruz. Sahipli bir yer. Görevliler var. Ne güzel! Orman içine yerleştirilmiş kapalı mekanlar, oturma yerleri yorgunlukları atmaya birebir. Sonra, elimizi donduran baş parmak kalınlığında durmadan akan çeşme söyleşimize ortak oluyor, katılıyor.

Çamburnu deniz kıyısından yüksek. Bu nedenle, kıyıya ağaçlarla kaplanmış merdivenli yoldan iniyoruz. Serinlik denizin mavisiyle buluşmuş. Oyuk taştan atlayıp doğal plaja ulaşıyorum. Kabinler yapılmış, ama bakımsız.

Of’u geride bırakıp Rize’ye ulaşıyoruz. Dar kıyı kenti Rize büyüyüp genişlemiş. Deniz, dolgularla yeni yerleşim yerlerine kavuşmuş. Kıyıdan geçen yoldan güneye baktığınızda Rize’nin yükseğine kurulmuş Ziraat Çay Bahçesi’ni, kalesini görüyorsunuz. Yeşilin tonlandığı, çoklaştığı Rize’yi görmek için bu iki yükseltinin birisinden şöyle bir bakmanız yetecektir.

Minibüsümüzün direksiyonunda dost Dr. Ziya Önder. Minibüs kendisinin. Böyle konuklar dostlar başına. Samsun Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’nde görev yapıyor. Herkes son model otomobiller alırken, Dr. Ziya tutmuş Ford minibüs almış.Meslektaşları, tanıdıkları yadırgamışlar minibüs tutkusunu. Oysa dostları için aldığını nereden bileceklerdi. İşte böylesine sıcak yürekli Dr. Ziya Önder.

Yolumuz Sarp’ta bitecek. Ardeşen’deyiz. Deniz Kıraathanesi, Namık Günel Caddesi, İbrahim Hakkı Beşli tabelasını uzaktan okuyoruz. Minibüsümüz ana yoldan kuzeye kıvrılıyor. Doğallığını koruyan serin bir bahçedeyiz. Ellisini aşmış birisi karşılıyor bizi, merhaba diyor bize. Tek tek ellerimizi sıkıyor. Ne sıcak karşılama öyle! Masalar birleştiriliyor, oturuyoruz. Bahçenin çalıştırıcısı İbrahim Hakkı Beşl - ellerimizi sıkan emekli öğretmen – “Köy Enstitüsü’nün son mezunlarındanım.” diyor. Sesinde, hakkı olan bir övünme payı var. Biz de ulusumuzun yüzünü ağartan bu kurumlarla, yetiştirdiği yurtsever öğretmenlerle övünmeliyiz.

Birleştirip tekleştirdiğimiz masamıza İbrahim Hakkı Beşli’yi de alıyoruz. Ardeşen’in,ardı-şen sözcüklerinin birleşip ses değişikliğine uğramasıyla ortaya çıktığını anlatıyor. Karadeniz dağlarının ardının güzelliklerle dolu olduğunu Ardışen adıyla bir kez daha gözlüyoruz, yaşıyoruz.

Ardeşen’i tanıtan yemeği Laz böreği. Bildiğimiz börekten ayrılan yanı tatlı olması. 23 oteli var Ardeşen’in. Okuma oranı il içinde Fındıklı’dan sonra geliyor.

Emekli Öğretmen İsmail Hakkı Beşli, Laz’dan Lazcadan söz ediyor. Laz, Çayeli’yle Sarp arasında yaşayan insanımız.Kafkasya’dan seksen bin kişi olarak gelip Cenevizlilere, korsanlara karşı savaşmışlar. Dövüşken, savaşçı oluşları belirgin özellikleriymiş. Kafkasya’dan gelip bu yöreye yerleşenler arasında Çeçen, Gürcü, Abaza, Çerkes de var.

Lazca konusuna geçiyor Beşli. Lazcanın 33 harfli bir abecesi olduğunu söyleyerek b-p, s-z, h-ğ seslerini karşılayan ara sesleri tanıtıyor, örnekliyor. Beşli şöyle sıralıyor, ğe(el), guçhe(ayak), bapu(dede), szar(su).

Laz ve Lazca konularında edindiğimiz bilgileri bilirkişi – Yunancadan İngilizceye, Almancaya; matematiğe, tarihe uzanan alanlarda başvuru kaynağımız – emekli öğretmen Sayın Ahmet Dikmen’in önüne seriyorum. Büyük bir sabırla, hoşgörüyle dinliyor. Sonra yaz diyor.

“Lazların merkezi: Sarp’ı geçince Fazis(Rıyon) nehriyle karşılaşılır. Bu nehirle sahilden itibaren vadiyi izleyen 196 km.(?) içeride eski çağda Lazların merkezi olan Lazos şehrine ulaşılır. Lazların merkezi, bu şehir ve bu merkez etrafında Riyon vadisiydi.

Lazca: Her ne kadar Kafkas dilleriyle karışıksa da bu dilde Gürcü sözcükler ve kurallar hakimiyeti vardı. Gürcüce bilen, Lazlarla kolaylıkla anlaşabilir. Pek az da Ermenice sözcük bulunur. Rumcanın etkisini görürüz.

MÖ 750 – 250 yılları arasında Karadeniz Ereğli’sinden Hopa’ya kadar Yunanca konuşan Yunan kökenli halklar yerleşmiştir. İşte bu durum, Doğu Karadeniz yerli halkının dilini Rumca etkilemiştir görüşüne açıklık getirmektedir.

Lazcanın Alfabesi: Böyle bir alfabe yoktur. Lazca olduğu ileri sürülen alfabeyi gördüm. Bu alfabeyi Almanya’da çalışan birkaç kişi Lazistan’dan oraya giden kişilerle uydurmuş, yazmış ve basmışlardır.”

Söze, Trabzon Belediye Meclis Başkanı Sayın Şevket Çulha giriyor. “ Fransızlar ‘Laz’ sözcüğünü ‘lasie’ olarak yazıp okurlar. Bu da, Asyalı anlamındadır. Lazlar o bölgenin ( Ahmet Dikmenin Lazos dediği) yerli halkı. Sayın Hakkı Beşli’nin, ‘Lazlar seksen bin kişi olarak geldi.’ görüşüne katılmak olanaksız. 1450’lerde dünya nüfusu 400 milyon. Bunu, ‘lazlar seksen bin kişi olarak geldi.’ görüşünün yanlışlığına bir örnek olsun diye veriyorum.” Evet, Sayın İsmail Hakkı Beşli, Sayı Ahmet Dikmen ve Sayın Şevket Çulha Laz ve Lazca konusunda böyle diyorlar.

Dost Dr. Ziya Önder Hopa’da duralım mı diye hanımlara soruyor. Hanımlar Rus Pazarını gösteriyorlar. Anlaşıldı duracağız deyince minibüs kahkahaya boğuluyor.

Minibüsü Rus Pazarına yakın bir yere park ediyoruz. Hopa Rus Pazarı rahat alışveriş yapılacak biçimde düzenlenmiş. Hopa Belediyesi’ne teşekkür etmekten geçemeyeceğim. Sanayi motorlarından çocuk oyuncaklarına, elektrik araç gereçlerinden yemek tabaklarına değin her şeyi bulabilirsiniz. Trabzon Rus Pazarını aratmıyor Hopa Rus Pazarı.

Pazar alışverişi bittiğinde minibüste buluşuyoruz. O da ne? Minibüs çalışmıyor. Hoppala! Ne yapacağız şimdi! İtiyoruz yine çalışmıyor. Günlerden pazar, usta da bulunmaz diye yakınıyoruz. Dr.Ziya, motor kapağını açıyor,orasına burasına birlikte bakıyoruz. Bir de ne görelim, mazotu süzen cam kap kırılmış. Yakıtsız araba çalışır mı?

Açık dükkan, motor ustası aramaya koyuluyoruz Hopa’da. Benzin satış yerinde oturanlara yanaşıyorum. Önümüze iyiliksever biri düşüyor Ali Osman Karaosman. Hopa Çay Fabrikası’nda çalışıyor. Pazar olduğu için dükkanın kapalı olduğunu söylüyor. Ustanın evine doğru yol alıyoruz. Buluyoruz ustayı, dükkanı açtırıp kırılan cam kabı alıyoruz. Minibüsümüzü park ettiğimiz yere geliyoruz. Yarım saat içinde sorun çözümleniyor. Dr. Ziya minibüsün kontak anahtarını çevirip marşa basınca önce kesik kesik, sonra büyük bir gürültüyle motor çalışıyor. Minibüsün içini bir sevinç kaplıyor, çocukların, hanımların gerili yüz kaslarının yerini gülen mimikler alıyor.

Ver elini Sarp diyor Dr. Ziya. Yol bozuk. Asfalt çukurlarla kaplı. Minibüsü bir o yana, bir bu yana kırıyor. Çukurlardan kurtulacağını sanıyor, ama nerde! Karşıdan araba gelince asfaltın çukuruna düşüyoruz. Hopa - Sarp arasındaki dolgu çalışmaları da hızla sürüyor. Birkaç yıla çukuru olmayan yola kavuşacağımızı umuyorum.

Sarp dedikleri sınır köyündeyiz. Sınır ötesinde duran o görkemli yapılarda akrabaları olduklarını söylüyor konuştuğumuz sarplılar. “ Vadinin iki yakasında akrabalar karşı karşıya öyle mi?” diyorum. Evet dercesine başını sallıyor yaşlı nine. Bir yandan da çayı toplamayı sürdürüyor yaşlılığından beklenmeyen ataklıkla. Vadinin kuzey ve güney uçlarında iki güvenlik kulesi duruyor. Yaşlı nine, “ Oturun, dinlenin. “ diyor. Sonra ekliyor: “ Sakın fotoğraf çekmeyin, yasak.” Ben de, “ Yasak eskidendi.” diye takılıyorum. Gülüşüyoruz.

Bir günlük geziyi bitirip Trabzon’a dönerken emekli Öğretmen İsmail Hakkı Beşli’nin bir dörtlüğünü mırıldanıyorum:


“Salı günü dediğim Ardeşen’in haftası

Motorla gitmek için yoktur deniz havası

Akşama doğru geldi Şefik’in arabası

Bindik de gidiyoruz Allahaısmarladık.”


06 HAZİRAN 2012'YE DÜŞEN NOT

Güzel yurdumuzun maviyle yeşilin her tonunun buluştuğu karadeniz değişik kültürlere kucak açmış, onları yaşatmıştır.Bu topraklar üzerinde her güzellik, kültürel kalıntılar varsıllığımızın kanıtıdır.Böyle bir coğrafyada yaşamak şans olduğu kadar ona sahip çıkmak da bir görevdir!


( Hürses, Trabzon/Vakfıkebir, 13.07.1992, Sanat-Yorum, 5. sayfa )

 

 

 
Toplam blog
: 1064
: 732
Kayıt tarihi
: 24.03.12
 
 

Türkay KORKMAZ, umuda yolculuğu ertelemez. Mermeri delenin damlanın sürekliliği olduğunu bilir. Y..