Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

12 Ağustos '10

 
Kategori
Öykü
 

Komutan

Komutan
 

şems


Patlamayan bir silah, uygunsuz bir kadın kahkahası, bir erin çığlığı…


< hanımefendi="" aşağıya="" atladı="">


Meral’in buhranının sebebiydi aslında ona giderken nasip olan bu tabir.

Hanımefendi olabilmek mümkün olmamıştı bir türlü. Sevgilisi Albay, karargâh komutanı Faruk Bey ayrılamadığı, ancak görüşmediği karısı yerine Meral’le gezmeyi uygun görüyordu. İşin aslını bilenler de fark ettirmediklerinden, Hanımefendi gibi olabilmişti ama sadece gibiydi işte…

Üç gün önce bugün için hazırlanmasını istemişti Faruk ondan. Tavırlarındaki yapaylık korkutucu olduğu kadar düşündürücüydü de. Ara sıra dedikodulardan bıkmış olmaları bir kenara, galiba başka bir rahatsızlığı daha vardı komutanın. Bu sevda yüzünden yediği sürgünler, rütbe durdurma cezası bile bu denli sarsmamıştı onu. Şimdi ne olmuştu da durgunlaşmıştı. Geceleri uykudan uyanıp silahını temizlemesi de ne demek oluyordu. Canına kast edeceğinden şüpheleniyor, geceleri nöbet tutup o karargâha gittiğinde uyumayı tercih ediyordu.

Ordu evine sık sık geliyor olmaları bugünün önemini kavramasını zorlaştırıyordu. Özel günleri hatırlamaktaki beceriksizliği düşünüldüğünde, öyle bir şey olmadığı da kesin gibiydi. En son karısının bu randevuya geleceğini hep beraber konuşulacağını kurguladı. Bu randevu için orayı seçecek kadar bunamadığını düşündü sevgilisinin.

Geriye tek bir şey kalıyordu. En sonunda gerçeği anlamış olduğunu düşündü. Bu her şeyin sonu demekti. Garip telefonların bir açıklaması olabilirdi bu yeni durum. Örgüt onu Albay’ı kendine âşık et diye görevlendirmişti, ama ona sakın sen kendini kaptırma diyen olmamıştı. O sert görünümlü ‘önemli’ komutanın böylesi insan olabileceğini kimse düşünmemişti.

Faruk fotoğraf sanatında çok başarılı, şiir konusunda da epeyce iddialı uslanmaz bir romantik çıkmıştı. Gün geçtikçe birbirlerine kapılıvermişlerdi. Örgütün istediği bilgileri düzenli olarak internet yoluyla aktarıyordu. Anlaşılmasın diye bir edebiyat sitesinin posta bölümünü kullanıyordu. Albay önemsiz görevlere atandıkça, onun örgüt için daha önemli işlere kaydırılma riski de artıyordu. Her an bir bahane ile ayrılmasını isteyebilirlerdi.

Tüm bunları öğrenmiş olma ihtimali düşündüğünde; komutanın ona törensel bir veda hazırladığını anladı. Yemeğin orta yerinde onu öldürecekti. Böylece lekelenmiş onurunu biraz olsun temizleyecekti.

Meral bu sabah önce şarjörü boşalttı, silahı her zamanki yerine, ceketin cebine koydu. Yemek saatini beklemeye başladı…

O konuyu açmadan her şeyi anlatma fikrini unuttu hemen. Örgüt onu yaşatmazdı bunu yapsaydı. Faruk’un hayatını riske atamazdı. Bir plan düşünmeye başladı. Faruk kendi hayatına dönmeli, en az zararla bu işten sıyrılmalıydı.

Ona olan aşkını sahte sanması korkusu feci bir şeydi. Gerçek bir aşktı bu, çok şeyi umursamadan yaşanan tamamen gerçek bir sevda.

Başlangıcı doğal yolla olmamışsa da, sonraki her şey tamamen gerçekti.

Çocukluğundan beri kin, nefretle beslendiğini düşündü. Aldığı eğitim tersini söylese de, ırk savunusunun başka bir ırkçılığa sürüklendiği eleştirisini yapamayacağı kadar kapalı bir örgütlülüktü onların ki.

Mantığın bittiği yer emir-komuta zinciriyle doldurulmuş balmumu bir dünya gibiydi. Rolleri çok önceden belirlenmiş figüranlar, kendilerini başrolde sanmaktan başları dönük bir şekilde yaşayıp gidiyorlardı. Bu zavallı dünyada kendine biçilen adi rol Faruk’u yakmaktı. O kadar faşizan komutan varken neden onu seçtiklerini anlayamıyordu. Onun şansızlığı örgüte göre önemli mevkide olmasıydı.

Evden çıkarken yürüyerek gitmek istediğini söyledi Meral. Son isteğini yerine getiriyor gibi olur dedi komutan.

Korumasına bugün izin vermişti. Baş başa ara sokaklardan yürüyerek orduevine gitmek hayal gibi olacaktı. Faruk fotoğrafçı gözüyle etrafı seyrederken, Meral onun yüzüne baktı bolca. Küsmüş akşamsefaları selamladı yol boyunca onları bir de her bahçeden sarkan turunç ağaçları. Adlarını Faruk’tan öğrendiği sarıçiçekli çalılar, ortancalar uğurluyorlardı Meral ablalarını. Arnavut kaldırımı benzeri taş yollardan geçtiler. Tıngırdayan fayton sesleri kulaklarında, küçücük bir manolya ağacının açtığı koca çiçeğe şaşırıp anayola çıktılar. Yolu sulayan itfaiye aracı komutanı gördüğünde kesti sulamayı, geçmelerini bekledi. Kasap Mithat kapının önüne çıkıp saygıyla eğildi, Kuaförü Necmi ne kadar şık bir çift diyerek, kasabanın en beyefendi kişilerinden olduğunu gösterdi bir kez daha. Meydandaki çeşmeden kana kana su içti ağzını dayayarak. Yine o şarkı geldi aklına ‘seviyorum seni’ gülümsedi, bu kez Faruk sormadı neye güldün diye. İşte o an her şeyin bittiğini anladı. Hazırladı kendini bitişe…

Faruk ilk kez onun karar vermesini istedi ne yiyeceklerine…

Şaraplarını yudumladıktan sonra elini cebine attı, silahını çıkardı, biraz tereddütlü ama çok ciddi bir şekilde tüm şarjörü boşalttı Meral’in üstüne…

Silah ateş almamıştı, Meral avucundaki mermileri göstererek gülmeye, kahkaha atmaya başlamıştı…

Masadan kalkarken seni hep sevdim komutan dedi, koşturmaya başladı, avucundan bir mermi yere düştü yuvarlandı Faruk’un ayağına kadar geldi…

Bir asker durun yapmayın diye çığlık atarken Meral kendini aşağıya bıraktı aynı er çığlık attı.

< hanımefendi="" aşağıya="" atladı="">

O sırada bir el silah sesi duyuldu…

Temmuz 2010

Nadir

 
Toplam blog
: 70
: 412
Kayıt tarihi
: 02.11.09
 
 

Gençliğime kadar İskenderun'daydım, sonra Yıldız Teknik'te İnşaat Mühendisliği okudum fakat o mesleğ..