Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

20 Eylül '13

 
Kategori
Gezi - Tatil
 

Konniçiva Japonya, Nihao Çin

Konniçiva Japonya, Nihao Çin
 

Tokyo Kulesi'nden gece manzarası...


Konniçiva Japonya (2): Tokyo

Hans’ın evine vardıktan sonra, birer duş yapıp yattık. İki-üç saat kadar uyuduktan sonra, zor da olsa kalkıp toparlandık ve hep beraber yakındaki bir metro istasyonuna yollandık.

Müstakbel Japonya yolcuları, dikkat! Bu yazı dizisinin ilk tavsiyesi geliyor: PASMO

İstanbul’un Akbil’i (İstanbulkart olmuş, ben görmedim), ya da İzmir’in KentKart’ı gibi bir kart bu. Para yüklüyorsunuz, bütün toplu taşıma araçlarında güle oynaya kullanıyorsunuz. Ayrıca her köşe başında bulunan yiyecek/içecek otomatlarında da bu kartla ödeme yapabiliyor, mesela bir şişe su almak için bir avuç dolusu bozuk parayla uğraşmıyorsunuz. Dahası var. Aslında Tokyo bölgesinin kartı olmasına rağmen, seyahatimizin ilerleyen günlerinde Kyoto, Osaka ve Kobe’de de PASMO’larımızı kullanabildik. Bu saydığım şehirlerdeki kullanımı yalnızca metro ile sınırlıydı gerçi, ama o kadar kusur kadı kızında da bulunur yani. Uzun lafın kısası, faydalı bir icat.

PASMO’larımızı aldıktan sonra, Hans’ın ara sıra gittiği bir barda birer bira içtik. Uykudan kalktığımızda kocamla paylaştığımız bir sandviç haricinde gün boyu hiçbir şey yemediğimizden, biralar bittiğinde “Ne yiyelim?” ve “Nerede yiyelim?” den başka birşey düşünemez olmuştuk.

“Nerede?” demişken, Tokyo’da kaldığımız bölge ile ilgili biraz bilgi vereyim. Roppongi, şehrin eğlence ve alışveriş merkezlerinden biri, şık mağazalar, kafeler, restoranlar, disko ve kulüplerle dolu, özellikle geceleri çılgınca hareketlenen bir yer. Büyük uluslararası firmaların merkezleriyle pek çok büyükelçilik de burada bulunduğundan, yabancı nüfusu da oldukça kalabalık.

Cıvıl cıvıl Roppongi caddelerinden birinde, restoranların kapı önlerine ve camekânlara koydukları plastikten yapılmış yemek modellerine bakarak, bir süre yürüdük. Japonlar bu modellere “şokuhin sampuru” diyorlar, “yiyecek örneği” anlamına geliyormuş. İlk gördüğünüzde ilginç geliyor ama menülere yemeklerin fotoğraflarını koymaktan çok da farklı değil aslında. Ramenden pizzaya, tempuradan hamburgere, dondurmadan biraya kadar aklınıza gelen gelmeyen bütün yiyecek ve içeceklerin modelleri var. Ismarladığınız yemek önünüze geldiğinde, görüntüsü modeliyle tıpatıp aynı oluyor.

“Suşi yemek ister misiniz?” diye sordu Hans.

“Karnım çok aç, suşiyi başka zaman denerim.” dedim.

“Ben de suşi istemiyorum bu akşam.” dedi kocam.

Bir restoranın önünde durduk. Camekândaki modeller fena görünmüyordu.

“Burası nasıl?” diye sordum. Beyler birbirlerine baktılar. Kocam;

“Neden olmasın?” dedi.

İçeride bizimkinden başka sadece bir masa doluydu. O masadaki müşterilerin Japon olmasını iyiye işaret saydık. Garsonlar, su, ıslak mendil ve İngilizce bir menü getirdiler. Biraz ondan, biraz bundan derken, menüde ısmarlamadığımız pek az şey kaldı. Hans, “Dur birader, önce birşeyler yiyelim.” dememize aldırış etmeden, sake istedi. Küçük seramik şişeler içinde gelen ve yaz mevsimi olduğu için soğuk servis edilen sakelerimizi, minik seramik kaplara doldurup, “Kampai!” (*) diyerek boş mideye yuvarladık. Hans garsona işaret edip, ikinci turu istediğinde, ne kocam, ne de ben itiraz ettik. Nasıl olsa birazdan yemeklerimiz gelecekti.

Şimdi şöyle bir durum hayal edin; karnınız çok aç, açlıktan gözleriniz kararıyor. Karın nahiyenizden korkunç sesler geliyor, zira mideniz yokluktan kendi kendini öğütmeye başlamış. Bıraksalar önünüzdeki ıslak mendili yiyeceksiniz. Nihayet ilk yemekler masaya geliyor. Oracıkta durmuş, sizin onları yemenizi bekliyorlar ve...

...heyhat, elinizde sadece bir çift çubuk var!

“Bak, bu çubuğu baş ve işaret parmaklarının arasında sabitle. Hah, öyle. Diğer çubuk hareket edecek, o sabit kalacak.” dedi kocam.

“Böyle mi?” dedim, havada denemeler yaparak.

“Aynen öyle, ama çubukların uçlarını bir hizaya getir.” dedi Hans.

“Olmuyor.” diye sızlandım.

“Oluyor işte.” dediler koro halinde.

“Tabii, tabii. Karidesimi düştüğü sosun içinden çıkarır mısın lütfen? Teşekkür ederim. Aç karnına o son sakeyi içmeyecektik.” dedim.

“Neden?” diye sordu kocam.

”Eh, bir lokmayı on dakika kovalıyorum tabakta.”

“Sake demişken... Bakar mısınız?” dedi Hans garsona.

Neyse uzatmayayım, yemek boyunca türlü maskaralıklarla bizimkileri eğlendirdim. Bu arada restorandan çok memnun kaldık, denediğimiz her şey çok lezzetliydi. Yemekten sonra yürüyerek eve döndük, uzun ve deliksiz bir uyku çekmek üzere yattık.   

(Devam edecek...)

(*) Japonca “Şerefe!”

 
Toplam blog
: 81
: 1521
Kayıt tarihi
: 04.07.06
 
 

Kişinin kendini anlatması zor. Her şeyden birazım, her şeyim yarım.   ..