Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

20 Ekim '08

 
Kategori
Kültür - Sanat
 

Korku çağı olmasın

Korku çağı olmasın
 

Albert Camus “17.yüzyıl matematik çağı, 18 yüzyıl fizik çağı, 20.yüzyıl korku çağıdır.” diyor. Korku nedir? Bir bilim midir? Hayır, elbette değil. Ama bu korkuda bilimin payı vardır.

Pratik alanda bilimin öğretilerinin, o öğretiler sonucu oluşturulan, insan başta olmak üzere canlı yaşamını hedef alan silahların bütün dünyayı yok edebilecek boyuta ulaştığını kabul etmek gerekir. Bu bağlamda korku bir bilim değildir, ancak korkunun sistemli uygulanan bir teknik olduğu da su götürmez bir gerçektir.

Bugün insanlar aşılmaz duvarlar önünde yaşamaktadırlar. Gelecekten umutsuz, perişan, yoksul çaresiz. Çünkü insanı körelttiler, küçümsediler, işkencelerden geçirdiler, sürdüler, öldürdüler ve yalan söylediler.

Dünyayı yöneten emperyal güçler insanı dinleyeceğe benzemiyor. Ne öğütleri, ne ağıtları, ne yalvaran gözlerle ellerini açmış aç ve yoksul insanları. İnsanlar arasında diyalogu bitirdiler, öldürmenin haklı görüldüğü, insan ve canlı yaşamının hiçe sayıldığı bir ortam oluşturuldu. Dostu dosta, kardeşi kardeşe düşman ettiler. Ülkelerin yer altı ve yer üstü değerlerine el koyma çabası ile ülkelerde kargaşa yaratıldı, güvensizlik yaratıldı, korku salındı yüreklere. Kan ve barut kokusu içinde ceset yığınları oluşturuldu.

Ancak insanlar “bize gerçek anlamda hükmedemiyorlar çünkü içimizde olanlara hükmedemiyorlar” diyorlar, diyecekler, hem de güçlü bir haykırışla dile getirecekler bu gerçeği.

Yıllar öncesine bakıldığında bu denli bir korkunun olmadığını, insanlar arasında yardımlaşma ve diyalogun filizlendiğini ve pratikte yerini aldığını görürüz.O nedenle kimi zaman “ah geçmişte böyle miydi ya..” cümlesi dökülüverir dilimizden. Geçmişi ve geçmiş yaşantıyı arar dururuz, özlem duyarız geçmişe.

Geçmişin öykülerine masallarına bakıldığında, birbiriyle çatışan krallar ve kahramanların anlatıldığını, bu Kahramanların her zaman hizmet ettikleri kraldan ahlakça daha üstün kişiler olarak temsil edildiğini, kötü ve beceriksiz hükümetlerin yönetimi altında iyi insanların yaşadığı zorluklarla mücadele edildiğini görürüz.

Örneğin Türk tarihinde Dede Korkut hikâyeleri, Manas Destanı, Oğuz Kaan Destanı gibi kahramanlık hikâyelerinde hep bu ikilem vardır. Hatta Koçaklamalarımızda, sevda hikâyelerinde (kerem ile aslı, Ferhat ile şirin..), türkülü hikâyelerimizde (bozlaklar), ozanların dilinden dökülen mısralarda, ağıtlarımızda hep bu mücadele karşımıza çıkar.

Yoksulluğun olmadığı yerde açlık korkusu yoktur, savaşların olmadığı yerde ölüm korkusu yoktur, afetlerin olmadığı yerde gelecek korkusu yoktur, iyiliğin olduğu yerde kötülük korkusu yoktur, saygının ve kabullenmenin olduğu yerde terk edilmişlik korkusu yoktur, sevginin olduğu yerde yaşlılık korkusu yoktur.

Azra Erhat “ Hümanizma, insanın kendine örnek seçtiği bir insanda bütün insanlığı görerek, bularak, severek insanlığı insanlık yolunda daha ileri götürecek işler yapmasıdır.” diyor.

Yunus’un dediklerine kulak verelim:

“Bu dünya bir gelindir

Yeşil kızıl donanmış

İnsan böyle geline

Bakar bakar doyamaz”


Diyerek dünyaya ve insana olan sevgisini dile getiriyor. Ya da Hayyam’ın dediği gibi:

“İnciyi isteyen dalgıç olacak

Varı yoğu dosta verip dalacak

Canı avucunda, nefesi göğsünde

Ayağı baş olacak, başı ayak! “

Korkunun olmadığı, yardımlaşma ve paylaşımın olduğu, yoksulluğun ve çaresizliğin olmadığı, geleceğe güvenle, sevgi ve umutla bakan insanların olduğu özgürce bir yaşam alanı oluşturmak dileği ile.

 
Toplam blog
: 210
: 910
Kayıt tarihi
: 04.05.08
 
 

Eğitimciyim. Bir insanın çağdaş bir gelecek için, aydınlanma için çok okuması gerektiğine inanıyo..