Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

24 Nisan '11

 
Kategori
Öykü
 

Köşeyi dönen adam

Hava soğuktu. Meteoroloji karın yağacağını söylüyordu. Artık hayat birkaç gün beyaz olacaktı. Sadık güneş olmasına rağmen üşümüştü. Yerinden kalktı. Sandalyesini eline aldı. İçeriye geçti.

Odanın içi sıcacıktı. İşe geleli henüz bir saat olmuştu. Müşteri olmasa da beklemeliydi. Tıpkı bir balıkçının oltasını denize atıp beklemesi gibi beklemeliydi.
Sabır her şeyin başıydı. Onca ay dükkanına gidip gelmiş ama doğru dürüst kazanamamıştı. Yine sabredecekti. Elbet aklına daha iyi bir fikir gelecekti.
Oturduğu masadan yağ tenekelerine baktı. Onları saymaya başladı. Yüz teneke yağı vardı. Haftada bir iki teneke sattığı oluyordu. Sadık daha fazla satmak istiyordu. Bunun için fiyatları düşürmeliydi. Böyle giderse ne vergisini verebilecek ne de dükkan kirasını ödeyebilecekti.

Düşündü. Fiyatları düşürse az kazanıp çok satmış olacaktı. Bu sirkülasyonda ancak sürümden kazanabilirdi. Bunun içinde firmalardan ucuz yağ bulması gerekiyordu. Kapı açıldı. İçeriye Sadık’ın oğlu Veli girdi.

Sadık “Oğlum müşteri gelirse yağları düşük fiyatta sat.”
Veli “Baba o zaman batarız. Niye öyle oldu?”
Sadık “Oğlum fiyatları düşürmesek o zaman batacağız. Baksana haftada bir iki teneke satıyoruz. Bu kiraya mı yetsin vergiye mi?”
“İyi de baba yağlar biterse ucuzunu nereden bulacaksın?”
“Ben bu gün şehir dışına çıkacağım. Antakya’ya gideceğim. Oranın yağlarına ucuz diyorlar.
Veli “Baba yağı vilayetten al.”
“Oğlum her zaman kaynaktan ucuz olur. Vilayettekiler de yağı Antakya’dan veya benzeri yerlerden alıyorlar.”
Veli “İyi öyleyse. Peki ne zaman geri gelirsin?”
“En geç bir hafta sonra buradayım.”

Veli babasına güveniyordu. O oldukça zekiydi. Ticareti bilen hesabı yapan biriydi. Ucuz zeytin yağı bulabileceğinden adı gibi emindi. Babası dükkandan çıkarken bilinmeyen bir coşku bütün bedenini sardı. Çünkü babası geri geldiğinde artık ucuz yağ satmanın keyfini yaşayacaktı. Seviniyordu. Cebine para girecekti. Kaç aydır cebi para görmemişti. Belki öğle yemeği için bir daha eve gitmez yemeğini lokantada yerdi. Hatta harçlığını biriktirip tatile de çıkabilirdi. Daha neler neler yapmazdı ki. Veli en çok hayal kurabildiğine seviniyordu. Yerinden doğrulup diyafonun düğmesine bastı.”Çırpanlı’ya bir çay.
Karşıdan cevap geldi. “Tamam.”
Az sonra çay geldi. Dükkana çaycı ile yandaki berberin kalfası da girdi.
Veli çaycıya “Bir çay daha getir.” Dedi. Çaycı çıktı.
Veli çay dolu bardağı berberin kalfasına uzattı. “Al bunu sen iç.” Dedi
Kalfa boş sandalyeye oturduğunda sordu. “Baban nerede?”
Veli “Antakya’ya yağ almaya gitti.”
“O zaman seninle vilayete gider geliriz.”
Veli “Olmaz. Dükkanı bırakamam.” Dedi. Ardından sordu. “Vilayette ne işin var?”
“Cem Yılmaz’ın yeni filmi gelmiş. Arog. Gelseydin sinemaya beraber giderdik.”
“Ben gidemem. Babam telefon filan açarsa beni bulamaz. Kızar bana.”
Sadık terminaldeydi. Elinde bileti ile bekliyordu. Sonra bileti katlayıp cebine koydu. O an anons yapıldı.

“Sivastan kalkıp Antakya istikametine gidecek olan otobüsümüz hareket etmek üzeredir. Tüm yolcuların yerlerini alması rica olunur.”. Sonra bir uyarı müziği aldı. O an yolcular birer ikişer otobüse binmeye başladı. Sadık’ta bindi. Orta sıralardaki yerine oturdu. Şoför de geldi. Mavin yolcuları kontrol etti. Şoföre “Tamamız.” Dedi.Sonra otobüs ağır ağır terminalden çıktı.

Sadık’ın aklı hep alacağı ucuz yağdaydı. Yanına yüklü miktarda para almıştı. Paralarını bez bir keseye koymuş, onu da ceketinin iç cebine yerleştirmişti. Yolculuk esnasında bir süre yağlarını düşündü. Ama dışarının manzarası onu cezp etti. İşini unuttu. Dağlara ve ormanlara daldı gitti.

Otobüs Adana’ya geldiğinde bir saat mola verdi. O zaman zarfında karnı acıkan Sadık terminaldeki dürümcünün yanına geldi. Dürümcüye iki adet dürüm yapmasını söyledi.
Dürümler lezzetliydiler. Sadık karnını doyurduğunda keyfi birden yerine gelmişti. Oturduğu bankta bir müddet daha bekledi. Anonsu gelince yerinden kalkıp otobüsüne bindi. Otobüs kornasını çalarak terminalden çıktı.

Adana çıkışı manzara bir başkaydı. Hemen dağların ardında deniz vardı. Buraları bir başka güzeldi. Ak denizin ılıman iklimi bilmeyen için oldukça büyüleyiciydi.
Sadık yol kenarlarındaki portakal bahçelerine hayranlıkla baktı. İlk defa portakal ağacı görüyordu. İskenderun’u düşündü. Gözünün önüne denizin içinde gemiler geldi. Onları da ilk defa görecekti. Biraz sonra ilk göreceği deniz ise hep çocukluğunda hayal ettiği şeydi.

Otobüs Toprakkale kavşağından döndü. Erzin’e doğru ilerledi. Sadık’ın yanında oturan adam “Bak amca biraz sonra Erzin’e gireceğiz. Yolun hemen sağında Issos harabeleri var. Orası Büyük İskender’in bir gece kaldığı yer.” Dedi. Sadık yol boyu konuştuğu arkadaşının sözünü dinleyerek başını yoldan hiç ayırmadı. O an denizi gördü. İçi bir hoş oldu. Nihayet çocukluğundan beri hayal ettiği karşısındaydı. Denizin görüntüsüne bir süre öylece daldı. Sonra Issos harabesini görmeye çalıştı. Az sonra onu da gördü. Harabe küçük bir kulübeden ibaretti. Tuğlaları topraktandı. Harabenin hemen yanında tren istasyonu vardı.
Nihayet Antakya'nın Kırıkhan ilçesindeydi. Zeytinyağı fabrikalarının birindeydi. Sadık ofise girdi. Selam verdi. İçeride dört kişi vardı. Fabrika sahibi masasındaydı.
Sadık sordu. “Zeytin yağının tenekesi ne kadar?”
Fabrika sahibi fiyatı söyledi. O an Sadık cebinde bütün parasını çıkartıp masanın üzerine koydu. “Bunun hepsine ver.” Dedi.

Fabrika sahibi şaşırdı. “Amca ben seni kalender biri zannetmiştim. Senin için bu yağ alsa alsa bir veya iki teneke alır zannettim. Fiyatı düşük söyledim. Şimdi yağın fiyatını yeniden düşünmemiz lazım.”
Odanın içinde oturan diğerleri itiraz etti. Biri “Çok yanlış yapıyorsun. Amcaya fiyatını söyledin. Sonra değiştiriyorsun. Sözünde dur.” Dedi.
Fabrika sahibi “Ne yapalım başka çare yok.” Diye konuştu.
Artık Sadık ucuza kaptığı işi ile geri dönebilirdi. Seviniyordu. Geri döneceğine değil köşeyi döndüğüne seviniyordu

Bir elli Nc kiraladı. Satın aldığı yağları içine yükledi. Sonra elli Nc ye bindi. Şoför ile Sivas’a doğru yol aldılar.
Komşu esnaflar şakınlık içindeydiler. Sadık’ın arkadaşlarından biri “Bu tam da Nasrettin hocalık oldu. Ama Sadık yemeği kürküne değil kalenderliğine yedirdi.” Diyordu.

T. Mustafa YAŞAR 

 
Toplam blog
: 235
: 350
Kayıt tarihi
: 14.09.10
 
 

1973 Karabük doğumluyum. Üniversite uluslararası İlişkiler mezunuyum. Arkeoloji ve okültizm ilgi al..