Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

17 Temmuz '06

 
Kategori
Eğitim
 

Köy enstitüleri

Yaba, dirgen, karasaban, döven, modul, nacak, helki, bakraç........
Bu sözcükler yüzyıllardır vardı. Anadolu insanının elinde birer alet, dilinde türküydü. İmecede dillenir, türkülerde söylenir, halk ozanlarının sazına eşlik ederlerdi. Yıldız Dağı kadar çok, Kızılırmak kadar akıcı, bozkır kadar yalındılar. Yüzyıllarca kendi hallerinde yaşadılar Anadolumun kırında, bayırında, deresinde, tepesinde, köyünde kasabasında. Uzun kış aylarında; Ferhat ile Şirin’in, Kerem ile Aslı’nın öyküsü, Karacaoğlan’ın aşkı, Pir Sultan’ın sazı, Köroğlu’nun, kavgası oldular Bolu Beyi’ne karşı. Gün geldi bir deyimde yer aldı; gün ola harman ola, dedirtti Anadolu insanına. Gün geldi bir atalar sözü oldu; dağ ne kadar yüceyse de yol üstünden
geçer, dendi dillerde. Boncuk boncuk terler döktürttü alınlarda, ikilemeler yarattı. Bilmece olup; çıt deyip çalıya sıçrayarak, ay ışığını anlattı. Yumak yumak birleşti, çoğaldı, yüzyıllar boyu sürdü bu yaşam.

Aylar, yıllar, yüzyıllar yaşanmış bu topraklarda. Gün olmuş , devran dönmüş. Dumanlı Dağları’nın üstündeki sisler kalkmış, tarlalarından çıkan pınarların Yeşilırmak’ı, yaylalarından çıkan pınarların Kızılırmak’ı beslediği zirvelerdeki köyüme, Asarcık’a dek ulaşmış, Atatürk aydınlanması. Dağların doruklarındaki köyümü okula kavuşturmuş, Tevfik öğretmen. Okutmuş, yazdırtmış köy çocuklarını. Yakmış aydınlanma ateşini en kuytu köşelerde.

Ben yıllar sonra katıldım bu yaşama . Aydınlatma meşalesini, elime aldığımda hala üzerinde onun adı vardı. Dillerde o öğretmen, Tevfik öğretmen anılıyordu. Sonraları ben de okudum, aydınlandım onun yaktığı ışıkla. Anadolumun yaşamı, sözcük sözcük öbekleşip şiir olmuş, öykü olmuş, roman olmuş yapraklara dizilmişti. Bilmeceler belgelenmiş, deyimler dizinlenmiş, sözcükler derlenmişti. Türkçem bir kat daha çoğalmış; bilim dili, sanat dili olmuştu.

Kimdi bunlar? Türkçemi dünyaya sunan kimseler. Şairler, öykücüler, romancılar. Bunlar, Tevfik öğretmenlerdi. Köy Enstitüleri’nde yetişmiş Anadolu’nun içinden çıkmış yüzlerce köy çocuklarıydılar. Yaba, dirgen, nacak, modul, bakraç, helki..... roman olmuş, şiir olmuş, öykü olmuş, söz olmuş başköşede yerlerini almışlardı. “Yılanların Öcü, Irazca’nın Dirliği, Kaplumbağalar, Efendilik Savaşı Onbinlerce Kağnı ‘yı okurken , Fakir Baykurt’la dolaştım; Burdur, Isparta, Denizli yörelerini. Isparta , Gönen Köy Enstitülü yıllarını yaşadım birlikte. Mehmet Başaran’ın konuğu oldum Trakya’da. Kepirtepe Köy Enstitülülerinin öykülerini “Ağıtsız “ adlı öyküsünde dinledim. Ümit Kaftancıoğlu götürdü beni ”Tek Atlı Tekin Olmaz” diyerek başladığı masallarıyla Kars yöresine. Dönemeç’te tanıdım, Cılavuz Köy Enstitüsü’nün yaylalardaki gerçeğini. Dağların Sultanı’nı Dursun Akçam tanıştırdı Ardahan köylerinde. Yaylalardan Konya düzlüklerine Mahmut Makal’la indim. İvriz Köy Enstitüsü’nü, “Bizim Köy”leri gezdik birlikte.

Düziçi, Pazarören, Akçadağ, Dicle, Ernis, Pulur, Beşikdüzü, Pamukpınar, Akpınar, Gölköy, Arifiye, Çifteler, Aksu, Ortaklar, Savaştepe, Kızılçullu Köy Enstitüleri’ni dolaştırdı: Behzat Ay, Yusuf Ziya Bahadınlı, , Ali Yüce, Selahattin Şimşek, Şevket Yücel, Mahmut Yağmur, Hasan Kıyafet, Osman Şahin, Adnan Binyazar, Osman Bolulu, Recep Bulut, Ali Çiçekli, Nebi Dadaloğlu, Maksut Doğan, Ali Kemal Gözükara, Şerif İken, Haşim Kanar, Ahmet Köklügiller, Özkan Rafet, Vehbi Polat, Fehmi Salık, Mehmet Adem Solak, Hüseyin Avni Tatar, Ahmet Uysal, Hayrettin Uysal, Şevket Yücel, Hazım Zeyrek, Arif Baş, Mevlüt Kaplan, Hüseyin Başaran, Hüseyin Ecer, Yusuf Gür, Hasan Kalender, İbrahim Kuyumcu, Mustafa Şanlı, İbrahim Şimşek, Hasan Turan ve niceleri. Karış karış, köy köy, kasaba kasaba, taramışlar yurdumu, yaşamı sözcüklere dökmüş, bilimin sanatın emrine sunmuşlar Türkçemi. Bir Hitit tableti kadar eskiye inmiş, bir bilgisayar sözcüğü kadar güzel ve yeni sözcükler türeterek katmışlar Türkçeme. Irazca’nın Dirliği, Yılanların Öcü, Efendilik Savaşı, Yar Bükü, Yoz Davar, Tütün Yorgunu, Ahlat Ağacı, Köyümden, Memleketin Sahipleri, Doğunun Çilesi, Dor Ali, Dönemeç, Yelatan......bunlar gibi yüzlerce eser üretilmiş Köy Enstitülülerince....

Önce yapıları kurmuş Köy Enstitülü öğrenciler. On yıl Hasanoğlan Köy Enstitüsü’nde kurucu öğretmenlik yapan, Mustafa Güneri’nin anılarında, fotoğraflarında yaşadım bozkırın canlandırılışını. İnsanımızın azimle yarattığı güzellikleri izlerken gözlerim yaşardı. Hasan Ali Yücel’i, İsmail Hakkı Tonguç’u tanıdım burada. Duvar ören, çatı yapan, dikiş diken, kaynak yapan, kilometrelerce uzaklardan kanallarla su getiren öğrencilerle birlikte oldum. Öğrencilerin yaptığı açıkhava tiyatrosunda seyrettim sergilenen tiyatroları. Kütüphanedeki dünya klasikleri kamaştırdı gözlerimi. Dört kız öğrenci oturmuştu duvar dibine; ikisi mandolin çalıyor, biri kazak örüyor, biri kitap okuyordu. Hasan Ali Yücel, sevgiyle okşuyordu ücra köylerden gelen köy çocuklarının saçlarını. Talip Apaydın’dan dinledim, bozkırın bu müthiş değişim öyküsünü.

Eğitim buydu işte dedim. İnsanın üretken olması, insanın doğayla birlikte olması, insanın yaratıcı olması, bütün bunlar insanın mutlu olmasını sağlıyordu. Köy Enstitüleri, üretken, yaratıcı, paylaşımcı, doğadan ve toplumdan kopmayan mutlu insanların buluştuğu gerçek eğitim kurumlarıydı. Böyle olduğu için, onlarca bina yapılmış, yüzlerce fidan dikiliş, binlerce aydın öğrenci yetiştirilmiş, yüzlerce; şiir, öykü, roman yazılmıştı. Topluma çağ atlatan bir eğitim biçimi, dünyada ilk ve tek olarak Anadolumda başlatılmıştı. Yüzyılımızda, ülkemizde ve dünyadaki eğitim yavanlığını düşündükçe, Köy Enstitüleri’ndeki eğitim modelinin insanlık için bir kurtuluş olduğunu görüyorum.

 
Toplam blog
: 52
: 4210
Kayıt tarihi
: 17.06.06
 
 

1952 yılında Sivas- Asarcık Köyünde doğdum. Yurdun çeşitli yerlerinde öğretmenlik yaptım. Kabataş Er..