Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

26 Ekim '10

 
Kategori
Seçim
 

Koy sandığı önüme gör gününü

Koy sandığı önüme gör gününü
 

Halk, bir çizgideki partileri, ne yaparsa yapsınlar iktidara taşımıyor. Güvenmiyor, inanmıyor yahu! Bu artık anlaşılmalı, anlaşılmalı ki ona göre yeni projeler üretebilmeli.

Halk, bir iç konuşmaya sanki şöyle diyor:

• Sen misin jandarma dipçiğiyle beni zapt u rapt altına alan,

• sen misin valisinden kaymakamını devletin bürokratlarını partinin emrinde çalıştıran,

• sen misin kılığımdan kıyafetimden dolayı beni şehirlerden kovan,

• sen misin "Ulan öküz Anadolulu! Sizin milliyetçilikle, komünizm ile ne işiniz var? Milliyetçilik lâzımsa bunu biz yaparız. Komünizm gerekirse onu da biz getiririz. Sizin iki vazifeniz var: Birincisi, çiftçilik yapıp mahsul yetiştirmek. İkincisi, askere çağırdığımızda askere gelmek." diyen,

• sen misin demokrasiye geçiyoruz diye açık oy kullandıran,

• sen misin açık verdiğim oyu kapalı kapılar ardında resmî görevlilerine saydıran,

• sen misin hiçbir itiraza imkân vermemek için benim oylarımı cayır cayır yakan,

• sen misin benim ezanımı bir gecede değiştiren,

• sen misin yıllarca beni yokluğa, yoksulluğa, ilkelliğe mahkûm eden,

• sen misin kasanda tonlarca altın varken şekere zam yapıp bir bardak şekerli
çayı bana çok gören,

[Ek bilgi: O dönemin başbakanı, 12 Aralık 1945’te, “Elimizde 700 bin ton hububat stoku ve 209 ton altın var.” demişken, 1948’de, mevcut hükümet, şekere 5 kat zam yapıyor. Şekerin fiyatını 500 kuruşa çıkarıyor. Böylece hükümet, vatandaştan (bugünün parasıyla) 1 katrilyon lira ek vergi alıyor. Zam kaçınılmaz mıydı? Elbette hayır. Çünkü devletin kasasında 209 ton altın vardır ve sadece 7 – 8 ton altın bozdurarak bu açığı kapatabilirdi. Dahası dönemin bakanlarından biri yapılan zamlardan sonra: “Havadan para geldi.” demiştir. ]

• sen misin savaş bitmesine rağmen benden aldığın ürünü silolarında stoklarken (700 bin ton hububat) onun bir kısmını çürüten ve bana “karne”li bir hayatı reva gören,

• sen misin benim değerlerimle çatışan,

• sen misin benim değerlerime sınırlamalar getiren,

• sen misin her seçim yenilginden sonra bana “göbeği kaşıyan adam”
yakıştırması yaptırtan,

• sen misin yine her seçim yenilginden sonra benim tercihim için, ‘rasyonel bir açıklaması yok.” diyen,

• sen misin benim gözüme boyamak için, asla inanmadığın değerlerle ilgili birtakım “açılımlar”a imza atan,

• sen misin kafandaki “statüko”yu bana dayatan,

• sen misin köklemiş yapıları harekete geçirerek partilerimi kapattıran,

• sen misin Atatürk’e zerre kadar karşıtlığım olmamasına rağmen, “irtica” “mürteci” gibi yaftalarla beni “Atatürk düşmanı” gibi göstermeye çalışan,

• Sen misin Türk Silahlı Kuvvetleri’ni bu ülkenin bağrından çıkmış yüce bir kurum olduğuna yürekten inandığım halde, benim, TSK’yı yıprattığımı empoze etmeye çalışan,

• sen misin sandıkta oyumu alamayınca seninle birlikte eden yapıları harekete geçiren, toplumu geren,

• Benim oylarımla seçilen iktidar statükodaki taşları yerinden oynatırken ona,
“Toplumu geriyor.” yaygarası koparan,

• Sen misin benim oylarımla iktidar olan hükümetin seçmek istediği cumhurbaşkanını seçtirmemek için “emekli” birine “367” formülü ürettiren ve seçimin iptali için Anayasa Mahkemesi’ne başvuran,

• sen misin ‘halka rağmen” “halkçılık” yapan, koy sandığı önüme, gör gününü.

Dahası da halk, sanki her darbeden sonra zinde güçlerin tavrına karşı inat gösteriyor. O her darbe sonrasında güya rayından çıkan demokrasiyi rayına oturtmak için yönetime el koyan darbecilerle sandıkta inatlaşıyor ve şunları söylüyor kendi kendine:

• Sen misin yaptığın darbelerle canım ülkemin batının nezninde “Uganda” seviyesinde algılanmasına yol açan,

• Sen misin seçtiğim ve iktidara taşıdığım partiyi kapatıp 27 Mayıs 1960’la tercihimi hiçe sayan ve benim seçtiğim başbakan ve bakanları asan,

• Sen misin 10 Ekim 1969 seçtiğim hükümetin yerine (9 Mart 1971 darbe müteşebbisleriyle uğraşacağına) “tarafsız bir hükümet” kurduran ve benim oylarımla hükümet olan partiyi al aşağı eden,

• sen misin sıkıyönetim hâkimiyeti senin elinde iken silahını gözüme sokan, binlerce kişilik “mağdur listesi” yaratan,

• sen misin sonra da yeni bir anayasa yapıp, kendini ve anayasanı tek oylama ile kabul ettiren,

• üstüne üstlük sen misin anayasaya geçici 15. maddeyi koyarak darbeyi yapanların ömür boyu yargılanmasını engelleyen,

• sen misin 6 Kasım 1983 seçimlerinden birkaç gün önce televizyona çıkıp oyumu yönlendirmeye çalışan,

• sen misin iktidara gelen partimi “bay fötr”ün Ali Cengiz Oyunu’yla alt eden,
• sen misin postmodern darbelerle beni mağdur eden,

• sen misin can sıkıntısıyla dolu olduğun bir gece sitene e-posta bırakan,
koy sandığı önüme, gör gününü.

Son söz: Türkiye’de seçmen, 1950’den beri hiçbir dayatmayı kabul etmeden oy vereceği partiyi bir şekilde buluyor. Seçiyor. Aralarında parti politikası olarak farklar olsa da DP, AP, ANAP, AKP seçmenin kendine yakın bulduğu ve ekseriyetle oy verdiği partiler. Bugün de iktidarın yanlışlarını, hatalarını kollayarak bunu oya dönüştürmeye çalışan, hiçbir somut politika üretemeyen partiler, yarın yapılacak bir seçimde büyük ihtimâlle yine hüsrâna uğrayacaktır.

 
Toplam blog
: 300
: 1022
Kayıt tarihi
: 13.06.10
 
 

Tarih, edebiyat, şiir, dil ..