Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

13 Mayıs '07

 
Kategori
Ben Bildiriyorum
 

Köyde matem var

Köyde matem var
 

S.GÜZEL


Şehir fena sıktı. Doğaya hasret kaldık. Hani hafta sonu kaçamağıyla yetinemeyeceğiz artık. Kaçalım buralardan. Ama nasıl?

Çiftlik kurabiliriz mesela. Bırakalım işi gücü yerleşelim bir köye. Süt üretme çiftliği kuralım. Devlet kredi de veriyormuş. Fena fikir değil. Kurduk hayallerimizi.

Benim aklım sadece bahçede ki ağacın altına kuracağım hamakta ve kuş seslerinde. Belli etmiyorum kuzene. Düşünsene diyor kuzen mangal yapmak için yer aramayacağız artık. O da benden farklı değil hani.

Tamam kuralım çiftliğimizi olsun bitsin. Nedir bu şehrin çilesi. Belediye tesislerini de gezmekle olmuyor. Hem mangala da izin yok orda.

Çoktandır ismini duyarım Çavuşköy’ün. Gidip görmeli, çiftçiyle konuşmalı, sorunlarını dinlemeli, İşin risklerini öğrenmeli.

Çıktık İstanbul’dan bir sabah vakti.

Âşıklar yolunu geçtikten sonra ulaşabiliyorsun Çavuşköy’e. Yol kenarındaki karşılıklı duran ağaç dallarının yerlere eğilerek birbirine kavuşmasıyla oluşmuş. Geçit, yeşil bir kalp şeklini almış adeta. O yüzden bu yola âşıklar yolu derlermiş.

Köyün girişinde bizi ağaçtaki saka kuşlarının ıslık orkestrası karşılıyor ve birde çoban köpeği. Çok sırnaşık. Arkamızdan ayrılmıyor. Besbelli oyun istiyor yaramaz. Kimsecikler yok ortada çünkü. Ben çok korkarım köpeklerden. Neyse gel bakalım, rehberimiz olursun, beraber dolaşırız. Isırmak yok ama. Hani bir masal kitabı vardı, Ayşegül ormanda.

Biraz ilerledik toprak yolda. Tahta masalı bir kır kahvesi. Muhtar toplamış etrafına köylüyü neler anlatıyor kim bilir. Köyün tek minareli bir camisi var. Caminin arkası alabildiğince yeşil.

İleride iki inek otluyor. Başında Rüştü amca çekirdek çıtlatıyor.

- Selamünaleyküm

- Aleykümselâm. Buyurun çocuklar. Nerdensiniz? Kimi ararsınız buralarda?

- İstanbul’dan geliyoruz amca. Çiftlik kuracağız da biz. Bir bakalım dedik. Nasıl durum. (Çok kokuyor bu inekler, sera kursak daha iyi olmaz mıydı kuzen)

Rüştü amca anlatmaya başlıyor. Bayağı bir şaşkın.

- Zor çocuklar, davulun sesi uzaktan hoş gelir. Süt sudan ucuz. Ben besi için tutuyorum. İki ineğim var. Millet kahvede oturur ben bunları otlatırım. Hayvan ikindi vakti otlamak ister. Kahvede sohbetin en koyu olduğu saatler. Aklım onlarda kalır. Hanımda yukarı köye villalar yapılalı beri pek bir sosyetik oldu. Eskiden o sağardı inekleri. Siz er kişiyi inek sağarken gördünüz mü hiç? Zaman değişti. Ben sağıyorum artık.

Bayır aşağı bir yerdeyiz. Yemyeşil çimenlerin üzerinde, iğde ağacının altında yuvarlak mavi bir masa başında, karşıki tepelere dalıyor gözümüz. İğde ağacının kokusu buram buram yayılırken, şöyle derin bir nefes alıp, köyün sessizliğinin sesini dinliyoruz. Çimenlerin üzerini saran kan kırmızı gelincikler etrafındaki beyaz kır çiçekleri ile halay çekiyorlar. Rüştü amca çay da demlemiş bize. Çayın tadına doyulmuyor. İçtikçe içesi geliyor insanın. Kaç bardak içtim bilmiyorum. Temiz hava bizi sarhoş etti.

Aman diyorum içimden, ne sütü, ne ineği, biz şu kuş seslerini, toprağın kokusunu özlemişiz.

Kirazlar dallarda sallanıyor, olmamışlar henüz. Yerden çilek topladık. Erikler de fena değildi.

Gözüm, siyah feraceli koşturan kadınlara takılıyor.

- Rüştü amca nereye gidiyor bu hanımlar?

- Sormayın çocuklar, yastayız biz aslında. Bizim Rıdvan geçenlerde şehirden birileriyle tartışmış. Korkusundan silah almış. Öyle dururmuş yanında. Âşıklar yolunun üstünde bir tepe var. Geçen hafta arkadaşlarıyla eğlenmeye mangala gitmişler. Biraz da demlenmişler hani. Durmuyor şu meret şişede durduğu gibi. İçtikleri şişeleri dizmişler o küçük tepeye. Vurmak istemişler şişeleri her nedense. Son şişe kalmış. Silah tutukluk yapmış. İşte o sıra Selçuk gelmiş yanlarına. Rıdvan silahıyla oynar. Son kurşun, son şişedir kalan. Selçuk askere gidecek meraklanır. Durur Rıdvan’ın başında. Silah patlar aniden. Ama şişe sağlamdır. Selçuk yığılır arkadaşının kucağına. Yerdeki beyaz soğanlar kana bulanır. Oracıkta can vermiş Selçuk. Kurşun burnundan girmiş, başının arkasından çıkmış delikanlımın. Rıdvan ben yaptım demiş. Kaçmamış. Götürdüler onu da. Bugün Selçuk’un yedisi. Okumaya gider hanımlar. Canımız çok yandı, çok. Bir anacığı var rahmetlinin. Dilimde varmıyor rahmetli demeye. Dik durur gibi olduydu ilk önce. İçin için kanarmış yarası meğer. Üç gün sonra gazete de görünce oğulcuğunun resmini, beyin kanaması geçirdi. Onu da kaldırdık hastaneye. Yoğun bakım da şimdi. Kurtulmaz diyor doktorlar. Kurtulsa da nasıl yaşar bu acıyla bilmem ya.

Anneler gününde bir annenin hazin sonu. Yazık olmuş demekten başka ne yapılabilir. Her şey için çok geç artık.

Köyde hayat devam edecek.

Rıdvan hatasının bedelini ödeyecek. Ama Selçuk ve annesi neyin bedelini ödediler?

Yirmi beş yaşında demir parmaklıklar arkasında bir genç, yavuklusu asker yolu gözlemeye hazırlanan toprak altında bir genç ve yüreği bu acılara üç gün dayanabilen yaşlı bir ana…

Rüştü amca ve çoban köpeği uğurladı bizi.

Haftaya Hollanda’ya gideceğim ben dedi kuzen. Asıl inekler orda.

Yolun açık olsun. Ben seracılık yapacağım. En azından kötü kokmuyorlar.

Yine silah sesleri dışarıda. Fenerbahçe şampiyonluğu kutlanıyor. Kutlayalım ama dilerim sevinçler üzüntülere dönüşmez. Kurşun adres sormuyor çünkü.

FOTO: S.GÜZEL

 
Toplam blog
: 106
: 1384
Kayıt tarihi
: 21.02.07
 
 

Bir yaz gecesi hatırasıyım. Haziran doğumluyum. Bilirler haziran doğumlular. Hele ki haziranın tam..