Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

26 Aralık '07

 
Kategori
Çevre Bilinci
 

Küçük balık

Aralığın son günleri, gün aydınlık, hava sıcak. Bayramın son günüydü dün. Kimse kış diyemezdi bu havaya. Ceketini çıkartmış insanlar cadde boyunca ağır adımlarla acelesiz yürüyor, kimi durup denizi seyrediyor, sevgililer, sanki sevmeyenlerin inadınaymış gibi sarmaş dolaş, sahilde dünya umurlarında değilmişçesine yürüyorlardı.

Sakin ve sessizdi ortam. Limanın derinliğine doğru yürüdüm. Ta limanın gemi çıkışına kadar, balık avlayanları seyrede, seyrede ağır adımlarla. Bazen de kayaların üzerinde taştan taşa atlayarak. Akdeniz, deniz gibiydi dün. Sakin, ancak yüzü yeni kırışmaya başlamış ellisini biraz geçmiş insanların yüzü gibi az kırışıktı. Bir taşın üzerine oturup iyot kokan denizi seyrettim bir süre.

Aynı yollardan döndüm. Dönerken gördüm o balıkçıyı. Balık avlayanların içinde O çok hareketliydi. Orta yaşlı, kirli sakalları uzamış bir balıkçı. Balıkçı çok acımasız, balıkçı boğazının derdinde, balıkçı çok hırslı. Hırslı ki gelen balık küçükmüş, büyükmüş umurunda bile değil. Geleni iğneden alıp yanındaki su dolu kovaya atıyor. Bir daha dönüp bakmıyor kovaya. İşim izlemekmiş duygusuna kapıldım ve izlemeye başladım balıkçıyı.

Bir balık daha çekti denizden balıkçı. Minicik bir balık. Bir lokmalık bile değil. Küçük balık, minik ve sevimli ama yakalanmak istemeyen afacan çocuklar gibi sağa sola atıyordu kendini. Küçücüklüğüne, bir lokmayı bile oluşturamayacak minikliğine acımadı balıkçı ve aldırmadı küçüklüğüne, iğneden çıkartıp attı kovaya. Balık şaşkın, balık ürkek, balık korku içinde bir ileri bir geri atıldı. Kovanın sert plastik duvarlarına çarptı, çarptı, çarptı burnu bir süre. Ümitsiz ve çaresiz durgunlaştı. Kovadaki diğer balıkların kimi ölmüş, kimi oksijensizlikten zor kımıldıyordu.

Kovanın yanındaki taşın üzerine oturdum. Balıkçıyla göz göze geldik bir ara. “Büyüğü rast gele”dedim. Sanki onlar balık değilmiş, onları yakalayıp yemek çok matahmış gibi. Yaşlı gördü balıkçı beni ve “sağol dayı” dedi.

Balıkçının tüm dikkati denizdeki iğnenin ucunda. Tüm düşüncesi “balık geldi, kuyruğunu vurdu oltaya, yeme yanaştı, yedi, yo yemedi, hah şimdi işte!” hızla çekti misinayı. Tüh!.. hay Allah! kaçtı. tüm bunları davranışlarıyla öylesine ve doğallığı ile anlatıyordu sanki. Misinayı sarıp yeniden attı denize, balıkçı yine denizin içine, taaa iğnenin ucuna kadar denize daldı adeta, tüm benliğiyle ta....iğnenin ucunda dünyadan kopup gitti balıkçı, balıkçı denizin dibinde kaldı.

Minik balık kovada. Biraz sakin, ama çaresiz. Şimdi ürkek değil, şaşkın da değil hatta. Korkuyor mu o da belli değil. Adeta kabullenmiş gibi denizden koparılmayı, daha sakin yüzüyor. Ama çaresiz olduğu kesin. Balıkçı hala denizin dibinde iğnenin ucunda. Çıkamıyor yukarı bir türlü. Elimi uzattım bir hamlede kaptım o minicik, bir lokma bile olamayacak kadar küçük balığı denize attım. Balık önce dibe doğru indi, sonra suyun yüzeyine çıktı, açığa doğru hamle etti önce birkaç kulaç sonra döndü. Gözgöze geldik sanki. Küçük balık teşekkür ediyormuş gibi geldi. Denize doğru gülümsedim.

Balıkçı hala denizin dibinde ve iğnenin ucundaydı.

Kalktım yürüdüm sakin, huzurlu ve duygu yüklü yürüdüm.

Aralığın son günleri, gün aydınlık, hava sıcaktı Mersinde...

 
Toplam blog
: 3
: 1557
Kayıt tarihi
: 25.12.07
 
 

"Anlamaz ham adam, olgun adamdan Söz hem az, hem öz gerektir vesselam"                   ..