Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

25 Mart '07

 
Kategori
Mizah
 

Küçük ilanlar

Küçük ilanlar
 

Özel dedektif: Benim mesleğim! Karın doyurmasa da cep harcılığı, evdeki sokaktaki tüylü tüysüz çocuklarla emeğinin karşılığını paylaşmak çok zevkli. Eşim “İki üç kuruş için kendini helâk ediyorsun “ dese de bana gıpta ettiğinden emindim!

O çalışkan insan! Senelerdir; Aynı saat de kalkarak, aynı yoldan giderek, aşağı yukarı her öğlen kantinde aynı yemekleri yiyerek, iş toplantılarında üstünden birbirine benzer iltifatları günbegün toplayarak, emekliliğine kaç gün kaldığının hesaplarını yaparak, planlı programlı iş aş hayatını idame ettirirken; Ben özgürlüğümün haracını ödemekle meşguldüm.

Günlerimi mütevazı iş yerimin adını hiç olmazsa şehrimin karşı yakasına değin duyurabilmek düşleriyle, kendimi hem de birlikte çalıştığım iyi niyetli yardımcılarımı avutmakla geçiriyordum. Herkes kısmetine düşeni alır! Bizim de işlerimiz vakti saati geldiğinde, bahar dalları gibi yeşerecektir! Sermayesiz kal! Ama reklâmsız asla! Bu sözüme can-ı gönülden katılmama rağmen, gazeteye bir ilan da benden diyemiyordum.

Çünkü: Ufak tefek işlerde başarılı olmuş, dağları devirememiştik. Abartılısını versem, ne yüzle? “İyilik sağlık ver! Kötülüklerden koru! Doğru yoldan ayırma!” diye yakaracaktım. Mütevazı bir tanıtım içinde bir kaç fırın ekmek yememiz gerekiyordu.

Mahallemizin bakkalı bizleri tanımazken.. Uygun bir slogan bulamamaktan kaynaklanıyordu benim sorunum. Neydik! Ne olduk! Ne olacağız!

Gel bunu küçük ilanlara sığdır! Renklerimizde de kararsızdık. Turan Bey “Sarı-kırmızı olsun Göztepe’ye yakınız” diyordu. Filiz Hanım “Körfezin taa bir ucundan geliyorum kırmızı tamam da yanına bir de yeşil katalım canlı durur”dan vazgeçemiyordu. Onları çiğneyip geçemiyor, âşık olduğum renkleri ifşa edemiyordum! Neticede renksiz kalmıştık!

Tüm bunlara çare ararken, Bir sabah çözümün peşime takılıp, iş yerine girmiş olduğunu gördüm. Masamın üstünde yeşil kadifeden bir örtü vazonun içinde sarı kırmızı güller.

Filiz Hanım dar eteği, topuklu zarif sandaletleri, örgü örmeyen bomboş elleriyle tam bir sekreter! Takım elbiseli Turan Bey’in her zamanki ciddi çehresi yerini çocuk bahçesine devretmiş! Gözlerim, gri pembe eşofmanıma, tozlu spor ayakkabılarıma takılıyor!

Kılık kıyafetim den ötürü özür dilemeye hazırlanırken, Filiz Hanım kahvemi elime tutuşturarak “Bugün Amerika’dan müşterilerimiz geliyorlar; Siz inanmamıştınız gördünüz mü? Allah’tan ümit kesilmez demiştim, ne yapıp edip işi almalıyız”

Kahvemi bitirmeden, deri siyah çantalı, siyah gözlüklü, siyahî devasa centilmen ile misler kokan Amerikalı mis adeta içeri süzüldüler, diğer iri yarı iki centilmen kapının önünde beklemeye koyuldular. Filiz Hanım hangi dilde meramını anlatıyordu çıkartamadım, lâkin güzel mis şakır, şakır Türkçe konuşuyor bana söylediklerini dönüp anında yanık tenliye tercüme ediyordu. Turan Bey’de boş durmuyor, misafirleri üçüncü kez limon kolonyasıyla arındırıyordu. Büyük bir zarafetle masaya bıraktıkları çeki göresiye kadar bir lâf ettiğimi hatırlamıyorum. Şimdi sıra bana gelmişti “ Kabul edemem, çeki kastediyorum! Ben bilim adamı yani kadını değilim! Kendi ülkenizin doğusunda %60 batısında %70 Balarılarının neden ve nereye kaybolduklarını nerden bilebilirim, dediğinize göre benim vatanımı henüz %20 si terk etmiş! Doğaldır! Göçebelik kanımızda var, bal kültürümüzü yayıyorlardır!

Arılarımız bizden etkilenmiş olabilirler! Sizinkilerin kaçış sebeplerini sizler çok iyi bilirsiniz! Zannediyorum yüz bulmasınlar, şımarmasınlar diye onları aramak istemiyorsunuz!

Bir daha dönmezler ise, geri kalanı da giderse, tozlaşma yok, meyve yok, birçok canlı türü de yok olacak, tabii ki oturduğu dalı kesenler de. Yaş dallar da!

Ben arının huyunu suyunu bilmem, balınla aram iyidir.

Evden kaçan, bahçeden çalınan bir iki köpeği sahiplerine kavuşturabildik! Kafesten uçan egzotik bir papağanı Turan Bey çam ağacında buldu, geri dönmeye ikna etti. Hepsi bu kadar.

Takdim ettiğiniz meblağ altı basamaklı, dolar bazında. Karşılığında ömür boyu çuval, çuval arımı toplayacağım hem biz sizin arılarınızı tanımıyoruz bile!” Tam hızımı almışken, Filiz Hanım ahenkli bir “Just a moment” (bir saniye) çektikten hemen sonra (Ben onu şimdi hizaya getiririm) dercesine yanımda bitiverdi. Şimdiye dek gözlerinin bu kadar büyük olduğunu fark etmemiştim. Tatlı bir sesle! “Teklifi geri çevirmeden iyi düşünün! Bu insanlarla bir senedir yazışıyoruz, bu iş uğruna İngilizce kurslarına gittim, Sizin, insanların dilinden çok hayvanların dilinden anladığınızı ispat etmek için, garibim Turan Bey film kamerasıyla aylardır gizlice peşinizden koşturdu, anlaşıldı Sizi! Üzmek istemezdim, başka çarem kalmadı, en kötüsü de bu davranışınız yüzünden dilimiz fakirleşecek, bunun da yegâne sebebi siz olacaksınız! Neden mi? Onları bulamaz isek bizden sonraki nesiller balarısının ne olduğunu bilemeyecekler dolayısıyla “Ağzından bal akıyor!-Gözleri bal renkli güzelim!-Bal gibi yuttun!” gibi deyimleri lügatimizden silecekler! Bu milletinize yapabileceğiniz en büyük haksızlıktır!” Artık karşı koyamazdım; Hassas telime dokunarak Filiz Hanım direncimi kırmıştı.

İşi kabul ettik, çeki aldık, arıları bulduk! Onlar “Genlerimizle oynuyorlar bizi geri göndermeyin” diyerek sığınma talep ettiler. Doğu yakasına belirli aralıklarla belirli sayıda gönderdiğimiz kovanları bir müddet sonra çaktırmadan sırayla terk ederek, Anadolu’nun peri bacalarına dönmek koşulu ile taleplerini kabul ettik! Şu anda Amerikalılar, Amerikalı arılar mutlu! Filiz Hanım’ın ve Turan Bey’in başlarını kaşıyacak vakitleri yok işler yoğun!

Eşimin de iltifat dinlemeye, emekli maaşı beklemeye ihtiyacı kalmadı!

Benim ise kafam karışık ve eğik eskisi gibi yakaramıyorum! Amma uluslar arası nam salmış Dedektif –Holding’in (Eski günlerini mumla arayan) Yönetim kurulu başkanıyım!

 
Toplam blog
: 584
: 853
Kayıt tarihi
: 01.03.07
 
 

Dinleyenin olmadığı yerde anlatmanın önemi! Nasıl YAZAN oldum. 'Yalnız doğar, yalnız göçer' eskile..