Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

02 Haziran '18

 
Kategori
Deneme
 

Küller ve Güller

Başka bir şehirde ve bir otel odasında,  keyifli geçen yolculuğun yorgunluğunu attığım uykumdan “Sabahın bu erken saatinde yataktan kalkmaya zorlanıyor musun? O halde şöyle düşün: Bir insanın işini yapmak için kalkıyorum. Yapayım diye doğduğum ve bu dünyaya getirildiğim şeyi yapacağım diye mi yakınıyorum? Yoksa yorganı üzerime çekmek için mi doğdum?” diyen yabancı bir sesle uyandırıldım.

“Bu da ne? Otelin uyandırma servisi böyle mi çalışıyor,” diye düşünürken gözlerimi açtım. Yorganı üzerimden fırlatıp odaya göz gezdirdiğim sırada çaldı telefon . Ahizeden “Günaydın efendim uyandırma servisi,” diyen görevliye “Teşekkür ederim ama sizden daha hızlı davrananlar var,” dediğime kendim de inanamadım. Zaten görevlinin de söylediğimden pek bir şey anlamadığını biliyordum. Şaşkınlığımı üzerimden atıp  gerçekliğe dönmek için kalkıp yeni güne hazırlandım. Kahvaltı sırasında gezi programına bir göz attım.Epeyidir merak ettiğim yeri görünce ilk sırada görünce sevindim.

Az sonra  denizden 1600 metre yükseklikte kurulmuş Sagalassos Antik Kenti'ne doğru yola çıkmıştık bile. Denizden yükselirken kulaklarımda basıncın etkisini hissettiğim sırada ses bir kez daha “Merhaba,” dedi. “Ölümsüz tanrılara ve bize keyif verebilir misin?” Çevreme baktım, benden başka duyan var mı diye?

Benden başka kimsenin duymadığına emin olduğum ses, sordu: “Değişime tabi olmamış insanı nerede bulalım?” “Bilmem ki,” dedim.  “Değişmemek… Niyetin değişime uğramamış birilerine ulaşmaksa boşuna yorulma, bu pek mümkün değil,”  derken “Pes doğrusu,” diye geçirdim içimden. “Nasıl da uyduruyorsun bunca düşünceyi. Üzerinde bile durma, nasılsa bu bir iç konuşma. Az sonra biter.” İçimdeki huzuru korumaya çalışarak arkadaşlarımla sohbete daldım.  Otobüsün penceresinden kayıp giden manzaraları hayranlıkla izlerken fısıldadı yine. “Kendini rahatsız etme, basitleştir. Hatırla ki mutlu yaşam, çok az şeye bağlıdır.” “Anlaşılan bugün benimle birliktesin, gitmeye niyetin yok. Peki o halde ne yapalım, hoş geldin yol arkadaşım.” Onu kabullenmenin verdiği rahatlıkla  konuşmamı az önce söylediğine yanıt, sürdürdüm.  “Haklısın,” dedim. Uzun zamandır böyle yaşamaya gayret ediyorum, ben de. Basit ve yalın.”

 “Tüm yeryüzü sadece tek bir noktadır,” dedi beni duymamış gibi. “Sohbeti nasıl da yönlendiriyor,” dedim kendi kendime. Üstelik bundan da hiç rahatsız değilim.” Dedim şaşırmış halde. ”Orası, burası  yok mu yani?” diye sordum ardından. Sustu bir süre. Sonra ekledi. “Bütünün doğasının kendisi dışında bir şeyi yoktur.” Bu bir tesadüf değil mi? Yani karşılaşmamız…” Soruma soruyla yanıt verdi. “Senin içinde bile bir şeyler her an düzen bulurken evrenin içinde farklı olabilir mi?”  “Ama buna inanmak güç oluyor bazen,” dedim.

“Kendini gönüllü olarak Clotho’ya bırak, senin kaderini dilediği olaylarla örmesine izin ver.” ”Clotho da kim,” diye sordum. “İnsan yaşamındaki önemli olayları belirleyen kader tanrıçalarının en genç olanı.”  “Biliyor musun,” dedim. “Sen eski çağlarda yaşamış olmalısın. Artık biz insanlar tanrı ve tanrıçalara…” susturdu beni gür sesiyle. “Her daim her eylemini ve düşünceni sanki o an yaşamdan ayrılacakmışsın gibi belirle.”

 “Ne demek istediğini anlayamıyorum.  Biraz daha açık ve net olur musun?” Diyorum ki;”Kendi doğan ile evrensel doğayı izleyerek bu yolda dosdoğru ilerle, zira ikisinin de yolu aynı,” dediği sırada Sagallasos'a vardık. Şehrin dik yamaçlarında ilerlerken rehberin sesini bastıran bir tonda "Sonradan gelen önceden olana sıkı sıkıya bağlıdır aslında,” dedi. Tam o sırada antik şehrin tiyatrosunun basamaklarında kendisini dinleyip alkışlayan Sagalassos  halkına selam verirken belli belirsiz bana el salladığını gördüm. “Selamını aldım,” dedim. Gülümsedi. “Dikkat et!” diye çınladı sesi kulaklarımda. ”Önündeki taşa,” diye ekledi. ”Sağ ol,”dedim. “Bir düşüşten sonra yeniden geri dön, eylemlerinin çoğu insana yakışır cinsteyse mutlu ol. Doğanın yolunda ilerliyorsun, düşüp de huzuru bulana ve son nefesini de havaya katana dek.”

Şehri çevreleyen yolu kâh patikayı kullanarak kâh geniş  merdivenleri kullanarak takip ettik. Yol boyunca yayılmış sarı kantoronlar, gelincikler ve mürver ağaçları baharın yeryüzündeki coşkusunu  içimize taşırken Antoninler Çeşmesi’ne geldik. Gürül gürül akan çeşmeden su içerken  yanımda belirdi. Artık yalnızca sesiyle değil görüntüsüyle de bana eşlik ediyordu. Yunan tanrılarını andıran yüzünü görünce gülümsedim.

“Geçmiş ve geleceğin sonsuzluğu içinde Dünya’nın en eski şeyine dokunuyorsun. Kıymetini bil. Bir zamanlar içtiğim suyu şimdi de sen içiyorsun.” Çağıl çağıl akan suyun biriktiği havuzda yüzümü yıkayıp ferahladım. “Olayların akışı bir tür nehirdir ve zaman güçlü bir akıntıdır,” derken . yükseklerden fışkıran suyu işaret etti. ”Kaz kendi içini,” dedi “Görüyorsun ya sen kazmayı sürdürdükçe hazır her an fışkırmaya.” Sonra aniden “Hadi,” dedi. ”Yola devam.” “Nereye?” diye sordum. “Kütüphaneye,” dedi. “Kütüphaneleri severim,” dedim. “Hadi öyleyse düş peşime.” Yol boyunca ağaçların meyvelerinden  kuşlarla ve cümle börtü böcekle beraber nasiplenirken “Evren, Tanrı ve evren, hepsi kendi mevsiminde meyve verir,” deyiverdi göz kırparak.

Kütüphane de sessiz olmamı rica etti. Zira içerisi geçmiş yüzyılların bilge insanlarıyla doluydu. Dikkatlerini dağıtacak en ufak bir sapma, tarihin akışını değiştirebilirdi. Bu sorumluluğu göze  alamadığımdan söylediğine aynen uydum. Kütüphanenin zemininde yer alan mozayiğe gözüm dalmıştı ki içinden bir yerlerlerden Achilleus’un,  annesi, deniz perisiThetis’e veda ederek Truva Savaşı’na gitmek üzere olduğunu söyledi. İstersem onunla sessizce vedalaşabileceğimi fısıldadı. Beni tanımadığını aklıma bile getirmememin daha iyi olacağını salık verdi. Achilleus’u hep birlikte uğurlayıp kütüphaneden çıktığımız sırada “Az sonra,” dedi, “Yolun yukarısında kral mezarlarında, vedalaşacağız şimdilik.”  “Şimdilik mi,” dedim şaşkınlıkla. Babacan bir tavırla azarladı beni. “Bin yıl yaşayacakmış gibi davranma. Kendisinden kaçılamayan başının üzerinde duruyor. Henüz ayaktayken ve mümkünken iyi bir insan ol. Şeylere, seni yanlış yorumlamaya iten ya da senden kendi istedikleri gibi yargılamanı isteyen kişiler gibi bakma. Aksine onları gerçekte oldukları gibi gör.” Bir an göz göze gelsek de kaçırdık bakışlarımızı. Kaya mezarının oyuğunda bir poz fotoğraf istedim  ondan. Kocaman bir kahkaha attı. Objektifimi mezarların en görkemli oyuğuna doğrultmama izin verdi. Önce bir çakımlık alev gibi parıldadı  yoğun bir dumanın gölgesinde.  Hemen ardından mis kokulu güle dönüşmek üzere savruldu evrene,  “Hayat kısa, mutlu olmayı ihmal etme!” diye yüzyıllar öncesinin bilgeliğiyle seslenen Marcus Aurelius’un külleri.

02.06.2018 ESRA KARA

 
Toplam blog
: 35
: 330
Kayıt tarihi
: 27.02.14
 
 

“Hikayeler hep aynı hikaye” diyorsan ve değiştirmek istiyorsan… 1969 yılında Ayvalık'ta doğdu..