Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

04 Nisan '10

 
Kategori
Sosyoloji
 

Küreselleşmenin kıskacındaki milli devlet ve bir virüs olarak Türkiyelilik kavramı

Küreselleşmenin kıskacındaki milli devlet ve bir virüs olarak Türkiyelilik kavramı
 

Ey Türk Milleti, tutsaksan özgür, çıplaksan giyimli, yoksulsan varlıklı olacaksın. Yeter ki birliğini bozma

BİLGE KAĞAN

Dünyayı aynı şemsiyenin içine alıp tek tip devlet, tek tip ekonomi, ve tek tip bir hayat sunan küreselleşme çağımızın en önemli tehdit unsuru olarak varlığını pekiştirmektedir.Sınır tanımayan teknolojiler;Dünya Bankası, IMF, Dünya Ticaret Örgütü, ILO gibi örgütler küreselleşmenin hukuki organizasyonları olarak karşımıza çıkmaktadırlar.Artık insanlar mesafe kavramını bir kenara bırakarak dünyanın herhangi bir yerindeki olaydan anında haberdar olabilmekte bulunduğu yerden ayrılmadan ticaret antlaşmaları yapabilmekte, tüketim kültürü insanların hayat felsefesi olmaktadır. Bu süreç bir bakıma engellenemeyen süreçtir.Bunun farkında olan ve ekonomik gücü elinde bulunduran ulus ötesi şirketler ve ulus ötesi devletler(modern imparatorluklar) küresel güç olarak karşımıza çıkmaktadırlar. Ve bu küresel güç hegemonyasını bu sistem üzerinde bilinçli bir biçimde uygulanabilir bir proje olarak bize dikte etmektedir. Amerikalı gazeteci Thomas Friedman[1]”Pek çok açıdan küreselleşme biziz. Biz kaplan değiliz.Kaplan olan küreselleşme.Ama biz o kaplanın sırtında gitmeyi en iyi beceren halkız.Ve şimdi herkese kaplanın sırtına çıkmalarını ya da yolumuzdan çekilmelerini söylüyoruz.Bu kaplanı idare etmede bu kadar usta olmamızın nedeni onu yavruyken alıp yetiştirmiş olmamızdır.”diyor. Ve aynı kişi küresel hegomonik gücün sözcülüğünü üstlenerek küresel kültürün anatomisini ortaya koyuyor.”Biz Amerikalılar, hızlı dünyanın havarileri, geleneğin düşmanları, serbest piyasanın peygamberleri, ileri teknolojinin duayenleriyiz. Hem değerlerimiz hem Pizza Hutlarımızın yayılmasını isteriz.”

İnsan kaynaklarını bu şekilde hedef alan küresel kültür anlayışı ihtiyaçlara cevap vermez. Çünkü esası tüketim ve güce bağımlılık olduğu için hafızaları tazelemez. Kozmopolit bir kültürü öngörür. Böyle olunca da sınıf, bölge din ve kültüre göre belirlenmiş bölünmüş geniş halk kitleleri arasında bir ahenkten söz etmek mümkün değildir.Bireyselliğin geçerli olduğu , dayanışmanın azaldığı, toplumun içindeki ayrışmaların çoğaldığı bir dünya, küresel gücün beslendiği bir dünyadır.” Bu gücün hasmı olan çoğunluğu ve onun sözlerini bertaraf etmek ise hem kudretini perçinler hem de ömürlerinin uzamasını sağlar.Yaşamlarını bu şekilde sürdürmeye çalışırken önünüzde size benzemeyenlerin derisini parçalayıp gözlerinize büyük bir ciddiyetle bakar ve”Korkacak bir şey yok” diye mırıldanırlar. Daha da ötesi bu cinayetleri sizin yararınıza işlediğine sizi de inandırır ve bilincinize de bu kutsal tarzla sahip olur.Çoğunluk için kanun koyar, ve çoktandır sahip olduğu bilincinizden “tamam” reyini ustalıkla aldıktan sonra da sizi kendileri için yönetmeye başlarlar”.[2]

Kendisini serbest piyasanın peygamberi olarak tanımlayan küresel güç, ulus ötesi şirketler, büyük güç blokları iletişim araçlarıyla tüketim kültürünü destekleyip milli kültürleri ve milli devletleri pasivize etmektedir. Çeşitli finans kaynakları ile milli devletlerle rekabete girmiş, milli reflekslerden bağımsız, yeni bir kozmopolit küresel kültür yaratıp, milli olanı yok etme gayretine girmiştir.Bu yaratılan zamandan bağımsız , tarihin içinde yer almayı reddeden, biçimsiz bir kültürü empoze eden küresel güç, insan kaynaklarını kontrolü altına alıp, insanların zihinlerini dönüştürecek, insan hakları, özgürlük, halkların eşitliği gibi kavramları kullanarak hegemonyasını daim kılacaktır. Ardından milli ve dini değerlerin hükümsüzleştirilmesi ve sonra içinin boşaltılması için faaliyetler yürütecektir. Bu sayede küreselleşme sistem içinde bütünleşme değil , farklı kültürler, farklı uygarlıklar ya da bölgeler arasında yeni çatışmalar doğuracaktır.Bir bütün olarak kapitalizmin vahşi saldırılarına karşı güçlü olabilecek olan birey, parçalanmış ruhunu geri çağıramayacak ve modernizmin manifestosuna ruhunu teslim edecektir.Bunun sonucunda gücünü kaybetmiş, küçük dini-milli gruplara bölünmüş ve hayalleri kutsanmış bir yaşama biçimiyle, özgürlüğünün arttığını zannedenler gönüllü tutsaklar olacaklardır.

Artık küresel güç, yeni bir dünya yorumu ve hedefi olan kültürel kodların , milli devletlerin anlama ve tanımlama biçimlerini içeriksizleştirmiş onları kendisi yapan mefkurelerden uzaklaştırmış, tarihlerini mitolejilerini , kültürlerini inançlarını amaçsız anlatılara, dönüştürmüştür.Dünyayı düzenleme ve tanzim etme davasından vaz geçmiş realiteyi meşru gören küçük gruplar hegemonyanın tanımladığı bir dünyada yaşamaya teşvik ediliyorlar.Çünkü küresel güç bilmektedir ki:”Bir milletin dünyası bulunduğu yer kadar değil, değerlerinin ulaştığı yer kadardır.”[3] Bu inancı kırılan topluluklar millet olamaz ve milli devlet kuramazlar. Çünkü artık onları koruyan ve kollayan bir güç kalmamıştır.Kendi değerlerinden habersiz insanlar ve toplumlar farklı telkinlere de açık insanlar ve toplumlardır.

MİLLİ DEVLET

Milli bütünleşmeyi hedef alan, özgürlük, insan hakları, halkların eşitliği, ilkelerini kendi hedefleri doğrultusunda kullanan küresel güçler, kendi içlerinde radikal bir milli devlet olma sürecini yaşamaktadırlar Buna ileride değineceğiz. Ancak önce milli devlet nedir? Millet-devlet ilişkisi nasıl oluşur? gibi sorulara cevap arayalım.

İnsanların yaratılışlarından gelen farklılıkları vardır.Bunu Yüce Allah böyle istemiş, bu farklılıkların tanışıp kaynaşmaya vesile olmasını emretmiştir.Bu farklılıklar insanlar çoğaldıkça belirli toplulukları meydana getirmiş, coğrafyanın da etkisiyle farklı kültürler oluşmuştur.Bu kültürler milletleşme sürecinde şuurlu bırlik telikler oluşturmuş ve ortak hedefler , dünyayı anlama ve anlamlandırma, kendini koruma, değerlerini ileriki kuşaklara aktarma misyonunu örgütlü yapılar olarak şekillendirmiş ve böylece milli devlet oluşmuştur.

Devlet kurma süreci ile millet olma süreci esasında farklılıklar gösterir.Millet için topluluğun ortak anılarını ve sembollerinin oluşturulması, tarihi geleneklerin geliştirilmesi ve aktarılması;ortak kültürün işlenmesi, anavatanın sembol ve mitlerinin sınırlarının belirlenmesi, işlenmesi, aktarılması;anavatanın içindeki kaynakların kullanımı ve bu topluluğun üyeleri için geçerli ortak hak ve ödevlerin tanımlanması gerekmektedir.Kıvamını bulan bu tür bir millet politik bir örgütlenme iradesini gösterebilecek bir duruma geldiğinde devlet şeklini alacaktır.Devlet dört öğeden oluşur:Millet, ülke, egemenlik ve politik örgütlenme

Millet, ortak değerler etrafında belirli bir inanç, dil, fikir, kültür anlayışı içinde oluşturulmuş şuurlu bir topluluktur. Örneğin;Marksizimde millet yoktur, sınıflar vardır.Bu sınıflar sömüren ve sömürülen sınıflardır.Dünya tarihi bunların mücadeleleri tarihidir.Burada millet ile halk kavramlarına da değinmek gerekir.Millet olarak dünya sahnesinde var olan bir topluluğun amacı, diğer milletlere karşı ortak menfaatlerini korumak, ortak inanışları, hayat tarzını, âdet, bilinç ve iradeyi devam ettirmektir.Halk ise, belli bir zaman ve yerde birlikte yaşayan insan topluluğudur.Halk kavramında devamlılık yoktur.Halk, kişilerden oluşan fiziksel topluluktur.Bunun için “halkların kardeşliği”, ”halkların özgürlüğü” söylemleri kolektif yapının benimsenmediğini, ayrımcılığın meşrulaştırıldığını gösterir.Bu iki kavram gibi “ulus-devlet”, ”milli devlet” kavramları da (eş anlamlısı gibi görünmekle beraber) farklılıklar göstermektedir.Ulus devlet sosyolojik olarak tek bir etnik ve kültürel halkın bir devletin sınırları içinde ikamet etmesi ile oluşur. Böyle bir ulus devlet Portekiz , İzlanda Japonya gibi birkaç örnekte görülür.BM’ye üye devletlerin %10’undan azı ulus devlettir. Milli devlette ise yerli olanın seferber edilmesi, bürokratik birleştirme vardır. Toplumu aynı hedefe yöneltme, aynı mitlere, tarihe, kültüre , dine , dile, ortak yaşarlılığa bağlanmayı tembihleme millet kurma süreci olarak değerlendirilir.Tek hukuk, yargı, vergi sistemi, para politikası, idarenin örgütlenmesi, sigorta, sağlık, eğitim, ulaştırma gibi hizmetlerin verilmesi devlet kurma bilincidir.Fransa, tarihinin yüceliğini kahramanlarını, milletin sahip olduğu erdemleri herkesçe paylaşılan bir duygu haline getirip, Ernest Lavisse’nin ders kitabı arayıcılığıyla içinde bulunan birçok etnik grubu tek inanç etrafında toplayıp standart tarih öğretimine baş vurdu.Devlet ve millet kaynaşmasını sağladı.Meksika, farklı kültürel mirasların devletin birleştirici rolüyle Mexiko City’nin doğusunda bulunan antik kent kalıntılarından, antropologlardan ve ressamlardan faydalanarak, modern milli devletin soyunun bin yıllıl bir Meksika geçmişine bağlanmasını sağladı.

Devletin ikinci öğesi olan ülke, devlet egemenliğinin ve kudretinin kullanıldığı bir yerdir.Bunun için sınırların olması zorunludur.Aksi halde toprağa bağlı olmayan, ona kendinden değerler katmayan bir topluluk oluşur ki biz böyle bir topluluğa ‘göçebe’ adını veririz. Böyle bir topluluk millet ve devlet olmanın getirdiği hayatı yaşama kolaylığından, dünya ölçeğinde bir değer olmanın gururundan mahrum kalır.

Egemenlik, ülkenin sahip olduğu vazgeçilmez bir değerdir.Egemenliği sağlamak, devletin varlığını sürdürmek için emredici kuvvet ve iktidar zorunludur.Kamu yararı yapılan fiillerin temelidir.Egemenlik iki şekilde karşımıza çıkar.Dış egemenlik, dünya ölçeğinde sınırları ve iç yapısıyla bağımsızlık;iç egemenlik, şahısların üstünde yetki ve kudreti, toplumsal düzeni, adaleti sağlamaktır.

TÜRKLERDE MİLLET ANLAYIŞI VE MİLLİ KİMLİĞİN OLUŞUMU

Türklerin ele geçen ilk yazılı metni olan Orhun Abidelerinde kutlu devlet, kutlu toprak, ve kutlu millet vardır. Bunlar Türk devlet anlayışının temelini oluşturmaktadır. Türklerdeki kutlu millet anlayışını çözmek için bu yazılı eserlere de bakmak gerekir.

Göktürk çağındaki Türk adı kavim adı olarak değil “ Türk Devleti” olarak anlaşılmıştır. Çünkü Türk kelimesi Kutadgu Bilig’de kut ve töre kavramları ile izah edilmiştir. Kut, ilahi kaynaklıdır. Hizmet, bilgi ve nefs kontrolünü içerir. Bunlara sahip olanlar kut kazanır saadet ve mutluluk kazanır. Kut insandaki asli cevherdir.Kut saf olanı destekler.Kut’da yükselmek için adalet gereklidir.Kut’un muhafazası daimi iyilik ve uyanıklıkla mümkündür.

Töre ise nizam manasına gelir.Ve Töre’nin özellikleri vardır. Töre ihsanla bilinir. Töre; bilgili, akıllı ve uyanıktır. Zulüm yanan ateştir, yaklaşanı yakar ; Töre sudur, akarsa nimet yetişir. Töre güneşi parlaklığını ancak adaletten alır. Beylik törenin takibi için konulmuştur. Tanrı kendi nizamının yürütülmesi için beylik vermiştir. Dolayısıyla bey (hakan) kuldan fakirlik adını kaldırmalıdır. Bunu yapamayana bey denmez. Töre beşeriyete kut kazandıran insanları kendi hakikatlerine ulaştıran prensipler toplamıdır. Kitabelerde Tanrı’nın yaratıcısı sıfatı Törütgen Tengri kavramıyla izah edilmiştir. Törenin gerçek koruyucusu da “kadir-i mutlak” olan Törütgen Tanrı’dır. Türk kelimesi töreye mensup veya onu benimsemiş olan muhtelif kavimlerin bir üst kimliğidir.[4] Yani Türk devleti bir medeniyet anlayışının bir kainat görüşünün devletidir. Nasıl İslamiyetten evvel Kırgız, Kazak Tatar vs muhtelif bağlar töreyi benimsemekle Türk olmuşlarsa bu töreyi benimseyenler dünyayı bu şekilde yorumlayanlar Türk olmuşlardır. Yugoslavya’da İslamiyeti Osmanlıdan öğrenen Boşnakların ”Türk oldum” demeleri birde bu noktadan değerlendirilmelidir. Töre öyle belirleyicidir ki Kök Türk tabiri de buna bağlıdır. Türk, töreye uyan ;töre ise Tanrı’nın yaratış kanunları demektir. Yani Türk Tanrı’ya yönelen insan demektir. Türk töreyi hakiki manada yaşayıp onu en üst düzeye çıkaran topluluk demektir. Bu anlayışla şuurlu bir topluluk oluşmuş kan bağı bağlayıcı olmamıştır. Uygurların, Gagauzların Osmanlıların Kazakların Azerilerin Türklükleri asırlar boyu Türk mihverli bir devlet ve tevhid kültürü içinde yaşamış olmalarından ve kültürel bir bütünlük kazanmalarındandır. Burada şöyle bir soru akla gelebilir.Madem ki Türk, Töre’ye uyan topluluklara deniliyor öyleyse Türkçe nasıl ortaya çıktı? Araştırmacılara göre Türkçe Töre’nin içinde doğduğu ilk topluluğun dilidir. Törede kara renk hakikat sembolüdür. Orhun kitabelerinde geçen karabudun hakiki kavim manasına gelir. Çünkü kitabelerde Köktürk devleti içinde onca kavim bulunmasına rağmen törenin kaybından en fazla üzülenler bunlardır. Ve kendilerini Türk sıfatıyla birlikte anarlar. Bugünkü dil farklılıkları da coğrafi sebepler ve kültürel etkileşimlerle ortaya çıkmıştır.

Türklerde şovenist bir ırk anlayışının olmadığını bu şekilde belirttikten sonra ırkçılığın batıda nasıl ortaya çıktığına ve Türkler de milli şuurun nasıl oluştuğuna kısaca değinelim.Batı ülkelerinde sanayi devrimi uluslaşma, özgürleşme ve sınıf kavgalarıyla başladı ve gelişti. Irkçılığın da gelişimi-bu sanayi devrimi ile paralel olarak-doğa bilimlerinde yapılan araştırmaların, hayvanlar ve bitkiler ile ilgili sınıflamaların artması sonunda da insanların bu çembere dahil edilmesi ile başladı. İsveçli bilgin Fenni 1735’deki Doğa Sistemi adlı kitabında canlı alemini sınıflara böldükten sonra insanları da fiziki moral özelliklerine göre türlere ayırdı. Bu türler Avrupalı Amerikalı Asyalı ve Afrikalıydı.19.yy da bu sınıflar çok çeşitlendi. Kimi Türkleri bir ırk olarak alıp Avrupalı saydı. Kimi Türk’ü Kafkas ırkından gösteriyordu.Dünyada ilk göçlerin orta Asyalı ırklar ve Moğol Turan kolları tarafından başlatıldığı ve bunların Avrupa’nın ilk halkları olduğu anlatılıyordu. Saf ırk teorisi Almanya’da çok kabul gördü. Bu saf ırk teorisine inanan bazı İngiliz yazarlar Almanlığı seçerek bu teorinin yaygınlaşmasına hizmet etmişlerdir. Bu gelişmeler. Batını üstünlüğünün sadece sanayi ve coğrafi keşiflerden değil biyolojik özelliklerinin sonucu olduğu fikrini yerleştirdi

Türk toplumunda milliyet şuuru esasında tarihin eski çağlarından beri vardır. Bir araştırmacıya göre tarihte millet merkezli devlet siyaseti güden ilk devlet adamı hun imparatolarından Çi-Çi’dir.

Ancak eski Türklerdeki milliyet duygusu ile Fransız ihtilalinden sonraki dönemlerde oluşan milliyet duygusu farklıdır. Çünkü Türklerin İslâmı kabulünden sonra kendi kimliklerini İslam kimliği ile birleştirmiş Türk ve müslüman kelimesi aynı manaya gelecek kadar derinleşmiştir. Hatta Pr.Dr.Halil İnancık’a göre absürt sayılabilecek bir ümmet anlayışı sonunda halk, köylü olan ve vergi ödeyen bir unsur olarak kalmış 1520’den sonra Osmanlıda Türklük kimliği kalmamıştır. Oysa Arap ve İran kavimleri asla kimliklerini kaybetmemiştir.

Fransız ihtilalinden sonra çok milletli imparatorluklar bundan etkilenmiştir. Osmanlı devlet adamları bu milliyetçi cereyanı önceleri doğru yorumlayamamış hatta kendilerini rahatlatacak ve batının bir iç problemi olarak görmüşler. Devlet-i Âliyye için faydalı olacağını düşünmüşlerdir. İkinci Viyana yenilgisi ile ilk defa toprak kaybına uğrayan Osmanlı devleti 1774’de Küçük Kaynarca antlaşması ile ortadoks tebasının koruyuculuğunu Rusya’ya vermiş kapitülasyonlarla birlikte batılı ülkelerin Osmanlı üzerindeki baskıları artmış, borç yükü fazlalaşmıştır.Sırpların ve Yunanlıların yaşadıkları yerlerin, Mısır’ın elden çıkması ve Paris antlaşmasının imzalanmasıyla Osmanlının toprak bütünlüğü Avrupa devletlerinin orak güvencesi altına girmiştir. Bunların sonucunda yavaş yavaş milli benliğin gelişmesi anlayışı ortaya çıktı. Kırım ve Kafkasya’dan Anadolu’ya göçler oldu. Kırım savaşından sonra Rusya’daki Türklerle olan siyasi ilişkiler gelişti.II.Mahmut devrinde ilk Türkçe gazete çıkarıldı.Ermenilerin ve Rusların Anadolu üzerindeki iddiaları Anadolu Türklüğünün gelişmesini sağladı.II.Abdülhamid döneminde Osmanlı tarihinde ilk olarak Türkçe’nin imparatorluk içinde resmi dil olarak kabulü gerçekleşti(1676).Ayrıca II.Abdülhamid’in İslamcılık politikası ile Müslümanların paylaştıkları inançlara , değerlere, geleneklere öncelik vererek ırk, dil, din farlılıklarını dikkate almayışı Anadolu’da kalmış müslümanların Türk milleti şekline doğru gelişmesini hızlandırdı.Bunlarla beraber Türkiye dışındaki Türklerle olan ilişkilerin artması İsmail Gaspıralı’nın “Dilde, fikirde, işte birlik” sloganıyla sesini duyurması, Yusuf Akçura’nın milli bir siyaset izlemenin gerekliliğini belirtmesi dağılmakta olan Osmanlı da İslam milleti anlayışının Türk milleti anlayışına dönüşmesinde önemli etkileri oldu.Ahmet Hikmet Müftüoğlu, Mehmet Emin Yurdakul, Şemsettin Sami, Ömer Seyfettin, Ahmet Vefik Paşa gibi yazarlar milli şuuru oluşturmaya yönelik eserler verdi. 1890’ lı yıllardan sonraki gazetelerde “Türk Gazetesidir” ibareleri yaygınlaştı. .Namık Kemal, konularını Osmanlı ve İslam tarihinden alarak tarih şuuru ile milleti uyandırma yoluna gitti Balkan Savaşları sonunda Osmanlı bir Asya ülkesi durumuna geldi ve değeri artı. Yapılan bütün çalışmalar Osmanlıyı kurtarma çabası olarak kaldı.II.Meşrutiyetin getirdiği özgürlükçü hava gayri müslimlerde hak taleplerini arttırdı.Ermeniler Ermenice’nin de resmi dil olarak kullanılmasını bile istediler.Sonrasında imparatorluk içindeki Müslümanlar , Arnavutlar ve Araplar da ayaklandılar.

Bütün bu olanlar Türklerin dışındaki unsurların milliyet hissi ile birlikte hareket etmeye başladıklarını göstermektedir.Bu gelişme Osmanlının içinde kurucu asli unsur olan Türkler arasında “Biz kimiz?” sorusunun sorulmasına yol açtı.Çeşitli dernekler vasıtasıyla milli şuur oluşturulmaya başlandı.Bu dernekler ülke dışında Türklere ait eserleri yurda getiriyor, kitap çevirirleri yapıyor, burslar veriyor, yerli malı kullanma bilincini işliyorlardı.Yerli malına yönelme, Osmanlıda ticareti elinde bulunduran Rumları iflasın eşiğine getirmiş ve Rumlar Osmanlı yönetimini kendileriyle alış veriş yapılması hususunda tehdit bile etmişlerdir.Osmanlıda milli şuurun gelişmesinde Batıda Türkler hakkında yapılan ilmi araştırmaların da etkisi olmuştur.Macar Türkolog Vambery, Alman Wilhem Radlof gibi araştırmacılar Türklerin milli bir topluluk olduğunu , dünyanın çeşitli yerlerine dağılmış bulunduklarını tarih, dil ve kültürlerinin çok eskilere dayandığını ortaya koymuşlardır.Lamartine, Pierre Loti, Claude Farrere’nin Türkler hakkındaki yazıları da milli gururu okşamıştır.Ayrıca 1877 de Batı’da bir Türk hayranlığı başlamış, Türk sanatı ilgi uyandırmıştır. Türk salonu, Türk odası şeklinde müzeler oluşturulmuştur.

Osmanlı toplumunda milletleşme sürecini sistemleştiren ve ilmi temellere oturtanların başında Ziya Gökalp gelmektedir.Gökalp tarihte toplumun geçirdiği aşamaları kabile toplumu (aşiret), ırki yakınlık (kavim), ortak din (ümmet), ortak kültür(millet) olarak ayırır.Ona göre millet ırkî, kavmî, coğrafî, siyasî, iradî bir zümre değildir.Millet lisanca, dince ahlakça ve estetikçe müşterek olan yani aynı terbiyeyi almış fertlerden oluşan bir zümredir.

Daha sonraları Mustafa Kemal , Misak-ı Millîci bir sentezle kongreler yapmış bugünkü sınırlarımız içinde yaşayan milletimizin kaynaşma temelini oluşturmuştur.Ve böylece toprağa bağlı milli devlet fikrini oluşturmuştur.1924 anayasasında da ‘Türkiye’ ülke adı olarak kullanılmaya başlanmıştır.Devlet, milletten önce oluşmuş yani devlet mevcut sınırlar içinde bir millet oluşturmak gibi önemli bir görev üstlenmiştir.Atatürk ‘Türkiye Cumhuriyetini kuran Türk halkına Türk milleti denir’ diyerek devletin birleştirici yapısını ortaya koyar.24 anayasasında ‘Türk devletine vatandaşlık bağı ile bağlanmış olan herkes Türk’tür.’ ibaresine yer verilerek güçlü bir devlet-millet kaynaşması ortaya konmuştur.

Böyle bir tarihi süreçten geçen ve milli şuura ulaşan Türk milleti bugün, dün olduğu gibi kıskaç altındadır.1000 yıla yakın bir zaman diliminde mührünü vurduğu bu topraklar, bir dönem emperyalizmin şimdi de küresel güçlerin hedefi durumundadır.Bu milletin asıl unsurları arasına nifak tohumları ekilmekte azınlıklar üzerine kurulu bir yapı oluşturulmaya çalışılmakta ve millete bağlılık ‘Türkiyeli’ kavramı ile çok kültürlü içi boş, tarihsiz, cılız, dünyaya sunacağı değerleri olmayan bir topluluk oluşturulmaya çalışılmaktadır.

BİR VİRÜS OLARAK TÜRKİYELİLİK

Neoliberal akımın dillendirdiği özgürlük, eşitlik, halkların kendi kimliklerini yaşama, kaderlerini tayin etme isteği 4 haziran 2003 tarihinde BM’de yasalaşmıştır.Bu yasaya göre halklar kendi siyasi statülerini özgürce kararlaştıracaklar, ekonomik, sosyal, kültürel gelişmelerini özgürce sağlayabileceklerdir.Bizde de İnsan Hakları Danışma Kurulu’nun azınlıklar raporunda bu yasadan mülhem olarak Türkiye’de çok çeşitli halkların bulunduğu, Türklerin diğer gruplar gibi bir alt kimliğe sahipken Cumhuriyetle beraber hakim kimliğe sahip olduğu ve bunun değişmesi gerektiği, Türk kelimesi yerine Türkiyelilik kavramının kullanılmasının doğru olacağı belirtilmiştir.Esasında bu düşünceler 1990’lı yıllarda da dile getirilmişti.O yıllarda‘mozaik’ kavramı ortaya atılmış ‘Türkiye kültürler karışımından oluşmaktadır’ denilmişti.Bunlar ortak kültürleri oluşturan unsurlar değil, farklı etnik gruplar olarak tanıtılmıştır.Bu düşüncelerin milli devleti etnik azınlıklar temelinde bölerek kolay lokmalar haline getirme ve ülkeyi açık bir pazara dönüştürme politikası olduğu açıktır.

Çok kültürlülük kavramı tamamen birbirinden faklı unsurlardan oluşan bir yapı ihtiva eder.Bu da ‘Türkiye bir kültürler mozaiğidir’ tanımlamasını doğurur.Mozaik denilince birbirine eşdeğer farklı kültürler ve medeniyetler anlaşılmaktadır.Ve bu tespitin en vahim sonucu da bu kültürlerin hiçbirinin coğrafyaya damgasını vuramadığının düşünülmesidir.Ancak Türk kültürü Anadolu’ya damgasını vurmuştur.Marco Polo, Anadolu’dan geçerken Anadolu’ya ‘Turcio minor’ (Küçük Türkiye) Orta Asya için ‘Turcia major’(Büyük Türkiye) demiştir.Türkiye, Türklerin oluşturduğu memleket veya Türklerin yurdu demektir.Coğrafya da hakim kültür özelliği varsa oraya damgasını vurarak coğrafyayı vatanlaştırır.Vatanlaşan coğrafyada kavim ve boy kültürleri aşılarak milletleşmeyle beraber milli kültür oluşur.Ortak irade ve mensup olma şuurunun gelişmesiyle kan akrabalığı aşılır.Sosyal akrabalık bağı kuvvetlenir, milli kimlik , tarihsel anılar sonucu oluşan vaziyet alış biçimiyle bir tarz olarak dışa vurulur. Bu tarzların toplamı bir topluluğu kan bağının ötesinde bir millet yapar.

Türkiyeli olmak yüzyıllardır oluşturulmuş olan bu sosyal akrabalık bağını koparmaya yönelik bir tutumdur.Batı, milli devlet serüvenini tamamlamış ve iç yapısı ile ilgili meselelerini büyük bir oranda hallederek ekonomik ve sosyal kalkınma üzerinde yoğunlaşmıştır.Bunun için batıda rejim ve kimlik tartışmalarına pek sık rastlanmaz.Buna da zaten müsaade edilmez.AB’nin azınlıklar raporu ile yumuşak dokunuşuna Fransa’dan sert cevap gelmiş “Azınlık tabirinin kullanılması Fransa için tehdittir.” denilmiştir.Kaldı ki Fransızlar Fransız devletini kurarken o zaman Galya olarak bilinen bölgedeki etnik gruplar karşısında (kelt, flaman alzas, katalan, bask, brotan, norman)azınlıktaydılar.Ve aynı Fransa Korsika halkının hukuki statüsünü belirleyen kanunun 1. maddesinde Korsika halkını tanınırken “Fransız halkını oluşturun Korsika halkı”ifadesini kullanmış ancak bu ifade daha sonra Fransız Anayasa Konseyi tarafından “Fransız halkının tekliği” ilkesine aykırı bulunarak yeniden düzenlenmiştir.

Bizlere masum bir istek gibi gösterilen Türkiyelilik kavramı ne bir kimliği ne de bir insan tipini ifade eder.Türkiyeli diye tarihte bir kültür birikimi yoktur.Türkiyeli tanımı bir devleti ifade etmediği gibi geçmişiyle ortak bir bağı olmayan içi boş bir tanımlamadır.Ve başka niyetlerin beslendiği bir iddiadır.Kendini Türkiyeli hisseden bir kişinin bayrak karşısındaki tavrı, vatan anlayışı, ortak kültüre bakışı farklılaşacak, standart kültürle sosyal ilişkilerini zayıflatacak ve birlikte yaşama iradesini kaybederek bir “karşı kültür” haline gelecektir.Bundan sonra kendini azınlık olarak görmeye başlayan kişi ana parçadan kopma istekleriyle gündeme gelecek ve etnik yapı ön plana çıkacaktır.Azınlık ve etniklik temeline dayalı toplumlarda bir arda yaşama duygusunu devam ettirmek ve azınlıklar üzerinde inşa edilmiş bir devleti yaşatmak mümkün değildir.Bu gün azınlıklar ve etnisite üzerine kurulmaya çalışılan bir devlet modeli Belçika’da vardır.Belçika nüfusunun 5.9 milyonunu Flamanlar, 3.3 milyonunu Fransızca konuşan Valonlar ve 70 binini Almanlar oluşturmaktadır.1970’e kadar üniter (birleştirici) olan yapı, tarihi süreç içinde etnik bölünmelere uğramıştır.Başkent Brüksel bu yapılanmanın en karışık olduğu yer konumundadır.Federal sistemi uygulamaya çalışan Belçika iki temel ayrıma göre şekillendirmektedir.Birincisi, iktisadi ve bölgesel yaklaşım- ki bu Brüksel Valonya ve Flaman bölgesi adında üç birimin kurulmasına yol açmıştır- ikincisi ise kültür ve dil yaklaşımıdır.Burada da Flaman, Fransız ve Alman cemaatleri bulunmaktadır.Bunun sonucunda da Brüksel iki dilli bir şehir haline gelmiştir.Bütün resmi yazışmalar, bütün kamu ilanları, işaretler hem Flamanca hem de Fransızca yazılmaktadır.Şirketler iki dilde reklam yapmaktadırlar.Sokak isimlerinde, ikaz levhalarında iki dil kullanmak zorundadırlar.Ayrıca 1 milyon nüfuslu Brüksel de 19 belediye 4 meclis ve 4 hükümet bulunmaktadır.Bu yapının dünya karşısındaki duruşu, misyonu, demiri çimentosu çalınmış bir bina gibidir.En ufak bir sarsıntıda bir yığın haline gelecektir.

Burada ‘etnik grup’ kavramını da açıklamak gerekir.Etnik grup bütünden sosyal mesafe bakımından uzak ırki veya kültürel olarak teşekkül etmiş sosyal bir gruptur.Ayrı birer etnik grup olmak için bütünden ayrı bir tarihe, ahlak anlayışına sanata, edebiyata, geleneğe, adete sahip olmak gerekir.Etnik grup başka bir kavim kökünden ayrılabilecek millet içinde yer alan ayrı cinsten bir zümredir.Türkiye’de 1990’li yıllarda 26 azınlık ve etnik grup bulunmuşken bugün malum çevrelerce bu sayı 40’a ulaşmıştır.Ve malum çevreler Türk kelimesini de bu coğrafyada azınlık statüsüne dahil etme çabası içindedirler.Oysa Türk kültürü ülkemizde büyük çoğunluğun Türkçe konuşması, Türk kültür ve değerlerinin taşınması nedeniyle ‘Standart Kültürü’ oluşturur.Bu kültür tarihiyle, inançlarıyla, dünyayı yorumlayışıyla kimliğini benimsetmek durumundadır.Hiçbir etnik grup ve azınlık bu hakkı ondan alamaz.Çünkü Türk milleti tarihin seyrini değiştiren etnik unsurları yapısında toplayan kuşatıcı bir misyona sahiptir.Bu AB ve ABD için de böyledir.Ve ABD sosyolojisinde kabul görmüştür.”Uygarlıklar Çatışması ve Yeni Dünya Düzeni” kitabının yazarı Samuel P.Huntıngton, “ Amerika’nın kurucu kültürünün Britanyalı beyaz Anglo- Protestan kültüre dayandığını ve göçmen kültürlerinin -özellikle Meksika ve İspanyol orijinli olan ve iki dilli eğitim isteyen, kimliğinin tanınması İçin girişimlerde bulunan tavırların- Amerika’ya karşı meydan okumaya giriştiklerini, Amerika’nın buna müsaade etmemesi gerektiğini, Meksikalı ve İspanyol Amerikalılarının, Anglo-Protestan bir toplumca yaratılmış bir Amerikan rüyasından ancak İngilizce bir rüya görürlerse pay alabileceklerini” söyler.Kaldı ki Türkiye Cumhuriyetinde azınlıkların durumu ve tanımı belirlenmiştir.Lozanda Ermeniler, Yahudiler ve Rumlar bu tanımlamaya girmişlerdir.Bunların dışındakiler müşterek dinî, tarihî ve kültürel bir mirasa sahiptir ve kimlik değerlerimizin başlıca kaynağı bu mirastır.Ve bu miras standart kültürü oluşturur.Standart kültürde birleşmeyen toplumlar kültürel değişim süreci içinde derin kültürel ayrımlara uğrayabilirler.Küresel güç bu kültürel ayrımları desteklemekte, toplum, farklılıklar üzerine inşa edilmek istenmektedir.Zamanla kendini farklı hisseden, ortak tarih, gelenek, kültür mirasından kopan farklı aidiyet duygusu taşımaya başlayan toplulukları hukuki bir takım tanımlamalarla , ekonomik çıkar ilişkileriyle, siyasi ve kültürel haklar çerçevesinde bir arada tutmak mümkün değildir.Osmanlı meclisinde ‘Osmanlı Bankası ne kadar Osmanlı ise ben de o kadar Osmanlıyım.’ diyen vekil devletin devamı için değil bağlı olduğu aidiyetin bağımsızlığı için çalışacaktır.Oysa farklılıklar önce yerel sonra toplumsal daha sonra da milli değerler sentezine dahil oldukları ölçüde anlam kazanırlar.Her türlü onur ortaklığının, eşit paylaşımın olduğu bu topraklarda farklılıkları gündeme getirmek kışkırtıcılıktan başka bir şey değildir.Bağlılığı sadece bir nüfus kağıdı ile bağlılık ya da anayasal bağlılıkla sınırlandırmak birlik ruhunun üzerine ölü toprağı serpmektir.Burada anayasal vatandaşlık ve etnik kimlik üzerinde de durmak gerekir…

ANAYASAL BAĞ VE VATANDAŞLIK

Toplumları bir arada tutmada etnik kimliğin bir önceliği yoktur.Çünkü belirli etnik kimliğin belirli zamanlar içinde geçerli olan ve değişken bir yapısı vardır.Etnik bağda diğer toplumsal bağlar gibi ekonomik, toplumsal ve siyasal organizasyonlara tabidir.Dolayısıyla değişkendir.Farklı etnik kökenden insanların evlenmesi, yoğun ticaret bağları, dış etkilere açık olma gibi faktörler saf bir etnisiteye sahip olmayı ortadan kaldırır.Artık bu durumda kültürel kimlik köken kimliğinden önce gelir.Oluşan bu durumla beraber topluluğun ortak anıları, sembolleri, gelenekleri, otantik değerleri oluşur.Anavatanın sınırları temel kabul edilerek, sınırların içindeki değerlerin işlenmesi ve gelecek nesillere aktarılması ve o topluluğun tüm üyeleri için geçerli ortak hak ve ödevlerin kullanımı ortaya çıkar.Bununla birlikte tarih ve yerli kültüre dayanan bağları ve sevgiyi içlerinde taşıyan üyeler, topluluğu temsil eden, içlerinde barındıran ve koruyan milli devletin yurttaşlık hakkıyla ve modernliğin faydalarıyla donatılmış olarak ortak yazgı topluluğu olan milleti oluştururlar. Bunun aksi durumunda kuru bir bağla oluşan bir millet eğer yurttaşlık üzerine imar edilmeye çalışılırsa bireylerin sadece kamusal kimlikleri ile bağlı oldukları toplumun ve anavatanın hayatlarındaki öncelik sırası aşağılara inecektir.Yurttaşlık eğer kültürel değerlerle doldurulmazsa, aynı duyguyu paylaşma isteği geliştirilmezse o zaman ruhsuz, kağıt üstünde ve sadece hak ve ödev alımı ile sınırlanır.Ve hatta hak arayışları ödev ve sorumluluklarının önüne geçer.İşte o zaman en ufak bir ayrılıkçı kıvılcımda farklı duygular harekete geçer ve yurttaşlık o zaman bir mozaik unsur olarak karşımıza çıkar.Bunun ileri seviyesi ise yine etnik unsurlara dayalı devletçiklerdir.Ve her ayrılma daha fazla etnik yerleşim bölgesi ve yeni kapana kısılmış azınlıklar yaratır.

SONUÇ

1953 yılında Ankara Demirspor futbol takımı bir dostluk maçı yapmak üzere o zamanki Yugoslavya’nın Üsküp şehrine gider.Oyun ev sahibinin 7-0 lık açık bir farklı galibiyeti ile devam ederken artık oyun çekiciliğini kaybetmiştir.Bu arada 70-75 yaşlarında bir ihtiyar , orta çizginin taç çizgisi ile kesiştiği yerde bağdaş kurmuş gözlerini dikmiştir sahaya.Adeta taş kesilmiştir.Bir grup Makedonyalı genç ihtiyara takılmışlardır ‘Baba sen anlar mısın futboldan?’İhtiyar: ‘Bilmem’der.Gençler niye geldiğini sorduklarında ‘Sevgiliyi görmeye’ diyerek titrek parmağıyla karşıdaki tribünün çatısından aşağıya sarkmış Türk bayrağını göstererek ‘Bakın şuradaki ay-yıldızlı bayrağa, sevgilime.Şu maç dediğiniz hiç bitmese de bir hafta, on gün sürse , ben de doya doya seyretsem. Onun altında mülazimlerimi(teğmen), çavuşlarımı, Çanakkale’deki silah arkadaşlarımı görüyorum.” Bembeyaz sakalı, gözlerinden süzülen yaşlarla ıslanmış , omuzları dikleşmiş, başı yukarılara kalkmıştır yaşlı adamın.Sonra bir hamlede mintarnını kaldırır.Sağ tarafında kavun girecek kadar bir boşluk vardır.Yumruğunu sıkar ve gençlere dönerek: ‘Bakın onun gölgesinde İngiliz geldi ve bu parçamı aldı, götürdü.Feda olsun her şeyim ona.”[5] der.

Bu tavır sınırlar ötesine taşmış bir vatan ve bayrak sevgisinin bir tezahürüdür.Türk devletinin üniter (birleştirici)yapısı, içindeki bütün unsurlar yaşlı adamın duyguları ile beslenir.Kürdü, lazı, çerkezi, boşnağı, alevisi, sünnisi ve diğer unsurları bu vatanın asli unsurlarıdırlar.Ve Türk kimliğini oluştururlar.Batılılar Viyana kuşatmasında Osmanlılar değil ‘Türkler’ geliyor demiştir.Ve Sırp militanları cami minarelerine çıkıp ‘Türkler gelsin sizi kurtarsın.” demişlerdir.Eğer bu duyguları insanlarımız yüreklerinde hissetmezlerse ‘Hakkıdır, hür yaşamış bayrağımın hürriyet;Hakkıdır Hakk’a tapan milletimin İstiklal’ dizelerinin muhatabı kim olacak? Türk milli marşı, Türkiyelilerin millî marşı mı olacak? Kaldı ki Türkiyelik kavramı ile etnik kimlikleri ön plana çıkarmak isteyenlerin milli marşın içeriğine de itirazlarının olmadığını kim söyleyebilir? Bu durumda millî takımımızı kimlerden oluşturacağız ve bu takıma Türk milli takımı değil Türkiyeliler milli takımı mı diyeceğiz?Milli Eğitim, Milli Savunma yerini Türkiyelilerin eğitimi ya da Türkiyelilerin savunmasına mı bırakacak?Yurt dışındaki elçiliklerimize Türk büyükelçiliği değil Türkiyeli büyük elçi mi diyeceğiz?Türk lirasının adı Türkiyeli lirası mı olacak?Türk mimarisi, Türk çinisi, Türk edebiyatı, Türk müziği tarihe mi karışacak?Türkiyeli olan bir toplumda Dede Korkut destanları ile Homeros’un destanları arasında ne fark kalacak?Çocuklarımıza Orhun abidelerini nasıl anlatacağız.?Kürdün, lazın, çerkezin, gürcünün evlenmelerinden doğan çocuklara hangi kimliği verecek ve hangi tarihi öğreteceğiz? Aşık Veysel’in; ‘Birleşiriz biz bayrağın altında-Biz Türklerin ikilik yok aslında/Yanar tutuşuruz vatan aşkında-Hepimiz bu yurdun evlatlarıyız.’ dizelerini nasıl açıklayacağız.?

Bu ülke üzerinde emeli bulunan güç odakları milletin bütünlüğünü hedef alıp ‘parçala yönet’ taktiğini uygulamak istemektedirler.Ve maalesef bu oyuna ortak olan insanlar vardır.Ama bilmeliler ki Türk milleti bu oyunu bozacak birikime sahiptir.Onun kültürel kodları tarihin uzun yılları boyunca şekillenmiş ve sağlamlaşmıştır.Ve millet, tarih süreci içinde insanların ve toplumların varacağı ve bilinen en son durağıdır. Bu ülke, vatan ve milleti ile ayakta duracaktır.Küresel gücün yıkmak istediği milletin ötesinde bir oluşum, vatanın ötesinde bir kavram, devletin ötesinde inandırıcı ve kapsayıcı bir teşkilat henüz icat edilememiştir.’Ve Millet ölüm ve unutulmanın karşısına dikilen yeryüzü ölümsüzlüğüdür.” (Antony Smith

KAYNAKÇA

1.Antony SMITH, Küreselleşme Çağında Milliyetçilik , Çeviri:Derya Kömürcü Everest Yayınları.İstanbul 2002

2.Prof Dr. Aydın Taneri, Türk Devlet Geleneği Dün- Bugün M.E.B Yayınları , İstanbul 1995.

3.Sait BAŞER, Kutadgu Bilig’de Kut veTöre’den Sevgi Toplumuna , Seyran Yayınları.İstanbul 1995

4.Thomas FRİEDMAN, Lexus ve Zeytin Ağacı Küreselleşmenin Geleceği.Çev:Elif ÖZSAYAR, Boyner Holding Yayınları İstanbul 2000.

5.Taner TİMUR, Osmanlı Kimliği, İmge Yayınları.İstanbul 2000

6.Dr. Yusuf SARINAY, Türk Milliyetçiliğinin Tarihi Gelişimi ve Türk Ocakları 1912-1931, Ötüken Yayınları, İstanbul 1994.

7.Prof. Dr. Mustafa E.ERKAL Milli Kültürü Bozma Gayretleri ve Sapmalar, Aydınlar Ocağı Yayınları, İstanbul 1994

8.Veysel BOZKURT(Derleyen)Küreselleşmenin İnsanî Yüzü, Alfa Yayınları, İstanbul 2000

9.Prof. Dr. Nadir MACİT, Küresel Sarkacın Salınım Açısı Ilımlı İslam Misyonerlik ve Terör , 2023 Dergisi Sayı 41

10.Turgut ŞAHİN, Yeni Dünya Düzenine Yeni Bir Din mi? 2023 Dergisi , Cilt:24, sayı:208

Sayı 41

11.Niyazi BERKES, Türkiye’de Çağdaşlaşma, YKY İstanbul 2024

12.Türk Yurdu Dergisi, Türk ‘ün Vatanında Türkiyelilik Hikayesi Üzerine Tartışmalar, Aralık 2004, Cilt:24, sayı:208

-Nevzat KÖSEOĞLU, Bir Rapor Vesilesiyle Arka Plan

-Prof. Dr. Bayram KODOMAN, Milli Devlet, Milli siyaset ve Azınlıklar

-Doç Dr.Murat SEZGİNER, Türklük ve Türk Devleti Üzerine Tartışmalar

-Prof. Dr.Orhan TÜRKDOĞAN , Son Azınlıklar Raporu Üzerine

-Ali Osman GÜNDOĞAN Türkyelilik ve Çok Kültürlülük

-Ali Tayyar ÖNDER, Türk Milleti ve Etnik Mozaik İddiası …

-Yard Doç Dr. Hilmi Demir, Klasik Liberalizmin Acemi Bir Versiyonu:”Türkiyelilik”

-Prof. Dr Abdurrahman Küçük, İthal Bir Proje Türksüz Bir Türkiye

Not:Bu yazının hazırlanmasındaki katkılarından dolayı Turgut Şahin Bey’e teşekkürlerimi sunarım.



[1] Lexus ve Zeytin Ağacı:Küreselleşmenin Geleceği, Çev:Elif özsayar, Boyner Holding Yay.2000 İstanbul

[2] Sedat Demir, George Orwel, Hayvan Çiftliği, Önsöz, Şule Yay. İst.2000

3 Prof Dr Nadim Macit Küresel Sarkacın Salınım Açısı Ilımlı İslam, Misyonerlik ve Terör, 2023 Dergisi , Sayı:41 2004

[4] Sait BAŞER, Kutadgu Bilig’de Kut veTöre’den Sevgi Toplumuna (sayfa136) , Seyran Yay.İstanbul 1995

[5] Prof Dr. Aydın Taneri, Türk Devlet Geleneği Dün- Bugün(sayfa, 127)M.E.B yayınları İstanbul 1995.

 
Toplam blog
: 26
: 1002
Kayıt tarihi
: 01.04.10
 
 

Tokat Erbaa doğumluyum. Okumayı seviyorum. Siyaset, tarih ve edebiyat ilgi alanlarım. Hayatı anla..