Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

11 Şubat '13

 
Kategori
Edebiyat
 

Kürk Mantolu Madonna

Kürk Mantolu Madonna
 

Sabahattin Ali’nin Kürk Mantolu Madonnası’nı uzun yıllardan sonra ikinci kez okumaya başladım. Hani bugün biraz daha otursam roman bitecekti, ama galiba içten içe, hemen de bitirmek istemedim. Sona saklanmış bir lokma tatlı gibi bıraktım son bölümleri.

 
Okurken geçmişte altını çizdiğim satırlara merak ederek baktım, yıllar önceki farklı ben’e baktım biraz da.
 
Anlatıcı romana başlarken işten çıkarıldığını –ona, bunun nedeninin tasarruf olarak belirtildiğini, buna rağmen bir hafta sonra yerine başkasının alındığını belirtiyor.-
 
Kısıtlı parası olan biri için uzun sayılabilecek bir zaman diliminde -iki üç ay- işssiz kalıyor. Tesadüfen yolda bir arabada karşılaştığı okul arkadaşı sayesinde bir kereste firmasında iş buluyor. Buluyor bulmasına ama, burada okul yıllarında eşit düzeyde olan arkadaşıyla, iş, işsizlik konumuna düştüğünde, bu eşitliğin de bozulduğunu görüyoruz. “İnsanları kendi cinslerinden biri üzerinde kudret ve selahiyetlerini denemek kadar tatlı sarhoş eden ne vardır?”
 
İşte bu bölüm; anlatıcının işe girme süreci ve romana konu olacak Raif Efendi’yi dikkatle okuyarak, iş yaşamı ve belki de yaşam hakkında teorik de olsa klavuz olabilir, iş yaşamına yeni gireceklere.
 
Raif Efendi mütercim tercüman -iyi derecede Almanca bilmesine ve bütün tercümeleri yapmasına rağmen, herkes onun Almanca bildiğinden bile  şüphelenmektedirler! Gerek hâl ve hareketleri, gerekse ağzından tek kelime yabancı bir cümle çıkmamıştır. Üstelik aşırı derecede sessiz, sakin, pasif, hayata boşvermiş ve çok yumuşaklı başlı olması yüzünden, iş yaşamında bir adım bile ileriye gidememiştir. Herkese bay bayan diye hitap edildiği bir zamanda daha ziyade kırsal ve eğitimsiz kökenlilere hitap şekli olan Efendi ile hitap edilmektedir.
 
Bu durum aile yaşamında da paralellik göstermektedir. Ankara’nın çok dışında olan iki katlı harap görünen sarı evinde, kayınbiraderleri, baldızı, karısı, dört çocukla birlikte yaşar. Fakat Raif’in ve karısının yatak odaları bile bir yatılı okul yatakhanesi gibidir. Daha sonra ise revire dönüşecektir.
Raif öldükten sonra anlatıcının eline geçen kara kaplı kitaptan onun okul ve Almanya günlerini okumaya başlıyoruz.
 
Şimdi aklıma gelen diğer konu da Raif’in çocukken komşuları olan Fahriye’ye platonik aşık olması, Ahmet Muhip Dranas’ın ünlü  “Fahriye Abla” şiirini bu romandan esinlenerek mi yazdı diye düşündüm ve  netten Dranas’ın şiiri hangi sene yazdığını çözmeye çalıştıysam da bir bilgiye ulaşamadım.
 
Bir süre Türkiye’deyken de Sanayii Nefise Mektebine gidip, resimle ilgilenen Raif, Almanya’da sık sık müzelere, sergileri dolaşır.  –romanın ikinci bölümünde- modern resimlerin sergilendiği bir sergiyi gezerken, Kürk Mantolu Madonna resmine  aşık olur. Bu, resimdeki Maria Puder’in yüz ifadesinden kaynaklanmaktadır.  Bu durum ressam olan Maria Puder’in dikkatini çekip, çoğu zaman onunla beraber resmi izlese de, Raif aşık olduğu kişiyi görmez. Sabahattin Ali’nin Kürk Mantolu Madonna’yı Arpie Madonna’sından etkilenerek tasvir ettiğini belirtiyor.  Arpie Madonna’da, diğer azizeler aşırı safiyane  bir durum söz konusu değildir.
 
 
Maria’nın resimde üzerindeki kürk mantonun, “yabani bir kedi kürkünden” olduğunu belirtmesi, Sabahattin Ali’nin Maria’yı yabani bir kedi olarak sembolize ettiğini görüyoruz.
 
Raif, Maria’nın varlığını keşfettikten sonra cesaretini toplayarak evine kadar takip eder. Bu takibi Maria fark eder fakat buna rağmen asla başını çevirip ardındakinin kimliğini öğrenmeye kalkmaz. Bunun yerine ardındakinin kim olduğunu, onun adım atışından çıkarmaya çalışır. Hızlı, ağır, mütereddit adımlar… böylelikle oyalanarak tehlikeyi de savar ve eve kadar gelir. Bu oyundan da anlaşılacağı gibi Maria dirayetli ve sıkı karakterlidir. Bir kadın kırılganlığından ve naifliğinde çok uzaktır. Maria’nın, Raif’in onu takibinde, onun “yaşlı ve evli” bir adam olduğunu düşündürmesi ise, Raif’in gelecek yaşamına bir gönderme yapıyor yazar.
 
Raif kadın, Maria erkek kimliğindedir. Zıtlıklarında kendi eksikliklerini tamamlıyorlar.  Her ikisinde bir insanı,  insanın içindeki kadın ve erkeklik hallerini, bu zıtlığın birbirini tamamladığını, fakat bu tamamlamanın, tam bir tamlama olmadığını romanın bütününde ve aşağıdaki alıntıdan anlaşılıyor. “İçimde boş kalan bir taraf bulunduğunu ve bu boşluğun bana adeta maddi bir eziklik verdiğini hissediyorum. Bir şey noksandı, fakat bu neydi?  Evden çıktıktan sonra, bir şey unuttuğunu farkederek duraklayan, fakat unuttuğunun ne olduğunu bir türülü bulamıyarak hafızasını ve ceplerini araştıran, nihayet ümidini kesince, aklı geride, ileri gitmek istemeyen adımlarla yoluna devam eden bir insane gibi üzüntülüydüm.”
 
Maria’nın resmi çok sevdiği için meslek olarak yapmaz. Çünkü resimden para kazanmaya kalkarsa, istediği resmi değil, istenilen resmi yapmak zorunda kalacaktır. Bunun yerine sevmediği halde şarkı söyleyerek para kazanır. Bedenini enstürüman olarak kullanır.
 
Şu paragraf da çok hoşuma gitti:” Niçin ilk defa gördüğümüz bir peynirin evsafı hakkında söz söylemekten kaçtığımız halde, ilk rageldiğimiz insan hakkında son kararımızı verip gönül rahatıyle öteye geçiveriyoruz?”
Hakkaten ya, neden?
 
Romandan uzaklaşacağım ama konuya yakınlaşacağım. Neden televizyonlarda peynir mevzuu gibi bin tane gurme programı varken, ne, nerede yenir, hangi et, hangi köfte nerede güzel diye bin bir program yapılırken, dışardan çok sıradan, herkesin herkese benzediği, ama çoğu kişinin bile kendisini tam da tanımadığı, çok farklı halleri olduğu halde kendimizi tanıtan bir tane bile program yok?
 
 
 
Toplam blog
: 246
: 1012
Kayıt tarihi
: 15.02.08
 
 

..