Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

24 Temmuz '11

 
Kategori
Siyaset
 

Kürt meselesinde AKP’nin dünü bugünü - Aynı suda iki kere yıkanılmaz!

Kürt meselesinde AKP’nin dünü bugünü - Aynı suda iki kere yıkanılmaz!
 

AKP iktidarı, gerek kendi sözcüleri gerekse basındaki sözcüleri tarafından kamuoyuna özgürlükçü, demokratik, reformcu, status quo’ya karşı yeniliğin neferi bir iktidar olarak sunuldu. Bu propagandadan liberaller, sol liberaller hatta sosyalistler dahil bir çok kesim önemli oranda etkilendi. Aslında olup bitenin demokrasiyle veya özgürlükle bir ilgisi yoktu, iktidarın egemen sınıfın bir fraksiyonundan öteki fraksiyonuna geçmesi söz konusu idi. AKP’nin devlet ve ordu içerisinde kendi karşısında yer alan mimlenmiş güçleri geriletmesi ve bunu gerçekleştirirken kullanmış olduğu demokrasi söylemi, yaratılan yanılsamanın zeminini oluşturuyordu. Elbette demokrasiden ne anlaşıldığına bağlı olarak AKP’yi demokrat ilan etmek mümkün, ABD bile demokrasi ve özgürlük adına savaşabildiğine göre. 

AKP’nin yukarıda bahsettiğimiz biçimde nitelenmesinde, resmi ideolojinin bir dönem önceki versiyonunun ciddi bir biçimde erozyona uğramasının önemli bir etkisi olduğu söylenebilir. Kürt halkının ulus bilincine ulaşması ve büyük bedeller ödenerek sürdürülen mücadele Kürt sorununda nitelik sıçramasına yol açmıştı. Sorun inkar ve asimilasyon boyutundan çıkmış, çözümü dayatan bir duruma gelmişti. "Kürt yoktur", "Kürtçe diye bir dil yoktur" diyen resmi ideolojinin etkisi ciddi oranda kırılmış, bu cins söylemler gerçekliğin karşısında tuz buz olmuştu. AKP ise yaşanmakta olan bu toplumsal değişim atmosferinde ortaya çıkmıştı. 

Toplum bilimlerinden bihaber olanlar, AKP'nin bu noktaya gelinmesinde önemli bir payı olduğunu düşünebilir, nedenden değil de sonuçtan yola çıkarak, AKP’ye hiç hak etmediği sıfatları yakıştırabilirler. Sonuçtan yola çıkıldığı durumda, önceki dönemden itibaren adım adım kaldırılmakta olan OHAL'i “biz kaldırdık” diyen, Kürt halkının yıllardır büyük bedeller ödeyerek kendisini dayatmasını yok sayarak "asimilasyon ve inkarı biz bitirdik" diyen, Kürt halkına kendi propagandasını yapmak üzere kurduğu Kürtçe televizyonu önemli bir reformmuş gibi sunan AKP iktidarına inanmak elbette mümkün olabilir. 

Ancak bütün bu propaganda aslında gerçekliği ters yüz etmekten başka bir şey değildir. İnsanlık tarihi bize hakların egemenler tarafından bahşedilmediğini, tam tersine uzun mücadeleler sonucunda kazanıldığını öğretir. Bu, Kürt meselesinde de böyledir. İnkar ve asimilasyoncu politikalar geriletildiyse, bunun Kürt halkının mücadelesinden başka bir şeyin eseri olması mümkün değildir. 

Açılım Politikası Status Quo’nun Neresinde Duruyor? 

AKP’nin demokrasi ve özgürlük timsali sayılmasının en önemli nedenlerinden biri de açılım politikasıydı. Kürt sorununun kendisini dayatması ve emperyalizmin Türkiye'ye biçtiği rol, sürecin temel dinamiklerini oluşturuyordu. Bush döneminin ABD dış politikasının temelini oluşturan "önalıcı vuruş" doktrininin çeşitli nedenlerden ötürü sürdürülemez oluşu, yeni bir konsepti gerekli kılıyordu. Özetle "kendi başımıza hallederiz" anlayışı değişmeliydi. Bu konsept değişikliği Obama ile hayata geçecekti. ABD emperyalizminin "stratejik müttefik"lerine başka bir değişle truva atlarına ve tetikçilerine her zamankinden fazla ihtiyaç vardı. Elbette ki bu görevi üstlenecek olanların da, görevlerini layıkıyla yerine getirebilmeleri için kafalarının rahat olması gerekiyordu. Başka bir değişle iç istikrar gerekiyordu. Kendisi istikrarsızlık kaynağı olan bir Türkiye, görevlerini layığı ile yerine getiremezdi. İç istikrarın önündeki engellerden biri ise elbette ki Kürt sorununun çözümsüzlüğü idi. Kürt sorununun çözümünün silahla, sınır ötesi operasyonlarla, Kandil'in bombalanması ile çözüleceği yoktu. Her başarısız girişim durumu daha da sıkıntılı hale getiriyordu. “Örgütün parçalanma aşamasına geldiği”, “dağılmaya başladığı”, “çözülmek üzere olduğu” gibi, batıdaki Türk kamuoyunu maniple etmeye dönük açıklamalar artık inandırıcılıklarını yitirmeye başlamıştı. 

ABD’nin de desteği ile açılım politikaları hayata geçirildi. Emperyalizmin yeni ihtiyaçları, bu çözümsüzlük halinin ortadan kalkmasını gerekli kılıyordu. Aslında burada emperyalizmi çözüm arayışına iten temel dinamik ise Kürt dinamiği idi. Status quo ise, her zamanki gibi yeniye karşı direnecekti. Ancak buradaki temel yanılgı AKP’nin status quo’ya karşı yeniyi temsil ettiği iddiası idi. Aslında eski ilişki tarzının değiştirilmesi söz konusu değildi. Zira Kürt ulusunun boyunduruk altında tutulmasında, sömürge durumunda, Kürt ulusunun kolektif haklarının tanınması noktasında bir değişiklik yapılması söz konusu değildi. Söz konusu olan eski ilişki biçiminin devamı için kitlelerin oyalanması, kandırılması, değiştiriliyormuş gibi yanılsama yaratılarak pasifize edilmesi idi. Birkaç “bireysel” hakkın tanınması, Kürtçe televizyon kurulması, sorunun çözümü için büyük reformlarmış gibi sunuldu. 

Başbakan Erdoğan’ın Kürt sorununu kavrama kronolojisi incelendiğinde AKP’nin sorun karşısındaki “yenilikçi” tavrının daha rahatlıkla anlaşılması mümkündür: 2002 yılında Moskova’da "düşünmezsen Kürt sorunu yoktur" diyen başbakan 2005 yılında Diyarbakır'da "Kürt sorunu vardır ve daha fazla demokrasi ile çözülecektir" diyecekti.. Bir sene sonra söylediklerini bir kez daha inkar ederek, Kürt sorunu ile ilgili bir soruya, "ben Rizeliyim, eşim Siirtli, iyi anlaşıyoruz, sorun yok" diyecek, 2009 yılında ise Kürt açılımı (daha sonra milli birlik ve beraberlik açılımı denilen) sürecini başlatacaktı. 2011'de ise Kürt sorununun kalmadığını kendilerinin bu sorunu ortadan kaldırdığını söyleyecekti. Bu açıklamalara bakarak kimse başbakanın şizofren olduğunu sanmamalı! Sorunun düşününce yaratabileceğini, düşünmezse ortadan kaldırabileceğini düşünen bir başbakan için tüm bu çelişkiler bir tutarsızlık oluşturmaz. Başbakanın o günkü ruh haline göre Kürt sorunu alevlenir, tırmanır, yakıcı hale gelir ertesi gün sönümlenir, kaybolur, biter. Meseleyi bu derece bilimsellikten ve ciddiyetten uzak ele alan bir anlayışın status quo’nun dışına çıkması ve yeniyi temsil etmesi mümkün müdür? 

Açılım sürecinin temel karakteristiğini, Kürt halkının siyasi iradesini tanımama, bu siyasi iradenin içerisindeki çelişkilere oynayarak kendi Kürdünü yaratmaya çalışma anlayışı oluşturdu. Tıpkı “memlekete komünizm gerekiyorsa onu da biz getiririz” anlayışına benzer bir şekilde Kürtsüz Kürt sorununun çözülebileceği yanılgısına düşüldü. Esas olan günü kurtarma, arkadan dolanarak Kürt hareketini tasfiye etme politikasıydı. Bir yandan uzlaşma yapılıyormuş gibi bir hava estirilirken, öte yandan BDP yöneticileri, il meclisi üyeleri, belediye başkanları ardı ardına yapılan operasyonlarla tutuklanıyordu. PKK’nin her defasında giriştiği ateşkes ve eylemsizlik süreci tek taraflı kalmaya devam ediyor, ordu ise operasyonlarına hız kesmeden devam ediyordu. 

Öte yandan AKP hükümetinin batıdaki milliyetçi şovenist dalgayı bertaraf etmek, geriletmek gibi bir derdi hiçbir zaman olmadı. Elinde muazzam bir propaganda aygıtı olmasına, kamuoyunu en olmadık teorilere bile ikna edebilme kabiliyetine rağmen milliyetçi şoven yaklaşımları kırmak için hiç bir çaba göstermedi, tersine bu tür anlayışları besledi, körükledi. İdam tartışmalarında olduğu gibi, milliyetçi cepheden kendine karşı yöneltilen eleştirilere, tersine daha milliyetçi argümanlarla yanıtlar üretti. Günü geldiğinde kullanmak üzere milliyetçi şoven kesim yedekte tutulmaya çalışıldı. Tek başına bu anlayış bile, AKP’nin kafatasçı zihniyete çok uzak olmadığını, status quo’nun karşısında değişimi temsil etmediğini, tam tersine bizzat status quo’yu temsil ettiğini söylemek gerçeklik karşısında uygun düşer. 

Aynı suda iki kere yıkanılmaz! 

Şimdilerde ise Kürt meselesine yaklaşımda, açılım süreci öncesi süreçlerdeki yaklaşımlara geri dönülmüş görünüyor. Kürt sorunu güvenlik sorununa indirgeniyor, egemen söylemle ifade edecek olursak “Kürt sorunu yok, PKK sorunu var” deniliyor. Çözüm olarak da eski stratejiler yeni olarak sunuluyor, “terörle mücadelede polisin etkinliğinin arttırılacağından, iç güvenlikte polisin kullanılmasıyla ilgili çalışma yapıldığından ve hudut birlikleri üzerinde durulacağı”ndan bahsediliyor. Özetle 90’lı yıllarda, çete, işkence, tecavüz, cinayet, katliamla anılan özel harekat yapılanması gibi bir yapılanmanın işareti veriliyor. 

Peki ne oldu da açılım sürecinden bu duruma gelindi? Seçim sonuçları, AKP iktidarının günü kurtarma, sorunları çözermiş gibi yapıp oyalama, kandırma, arkadan dolanarak tasfiye etme politikalarının çıkmaza girdiğini net bir biçimde göstermiş bulunuyor. AKP iktidarının göstermelik değişiklikler yoluyla Kürt halkını boyunduruk altında tutma politikaları iflas etmiş durumda. Oynanan her oyun karşısında Kürt halkı ve onu temsil eden siyasi çizgi tasfiye olmak yerine güçlenmiş, Kürt halkı artık eskisi gibi yönetilmek istemediğini ortaya koymuş bulunuyor. Yani gelinen nokta AKP açısından tam bir çıkmazı ifade ediyor. 

Son dönemde Ortadoğu’da yaşanan örneklerde olduğu gibi totaliter rejimler, başarısız yönetimlerinin her çıkmaz sokağında, şiddeti sorun çözücü olarak görmüşler, insanlık değerlerini hiçe saymak pahasına kendi iktidarlarını korumayı tercih etmişlerdir. Baskı politikalarını hayata geçirerek, sorunları iyice işin içinden çıkılmaz boyutlara taşımışlardır. Son genel seçimlerde oyların %50’sini almayı başaran AKP iktidarı, başarısından kaynaklanan özgüvenle, sonuçları çok tehlikeli olabilecek yönelimlere girmeye eğilimlidir ve bunun işaretlerini fazlasıyla vermektedir. 

Ancak Kürt hareketinin yıllar boyu büyük bedeller ödeyerek ulaştığı kazanımları, kaybetmeye razı olacağını sanmak, artan baskılara karşı geri adım atacağını beklemek süreci okuyamamak demektir. Diyalektik bize aynı suda iki kere yıkanılmayacağını öğretir. Çünkü ilkinden sonra o ırmaktan çok sular akmıştır o artık aynı ırmak değildir. Bununla beraber kişi de artık ilk seferindeki kişi değil; yeni birisidir. Hedefini “terörü ortadan kaldırmak değil, minimize etmek” olarak koyan AKP iktidarı, yeni süreçte eski yöntemlere yönelerek, durumu idare edebileceğini sanmaktadır. Amaç sorunu çözmek değil, sürdürülebilir bir biçimde tutmaktır. Ancak eskisi gibi yönetilmek istemeyen bir halkın varlığı durumunda, bu yönelim tehlikeli bir iç savaşın, dolayısıyla da AKP iktidarının kendi kuyusunu kazmaya başladığının habercisidir.

Kürt sorunu, ulusal bir sorundur ve çözümü Kürt ulusunun, ulus olmaktan kaynaklı kolektif haklarının tanınmasından, sömürge durumunun ortadan kaldırılmasından, özetle boyunduruk altındaki yaşama son verilerek özgür bir ulus olarak kendi kaderini tayin edebilmesinden geçer. Geri kalan ise, var olan durumu sürdürme çabası, oyalama, süründürme, aldatmadan ibarettir. 

24. 07. 2011
Metin Kıyan 

 
Toplam blog
: 7
: 735
Kayıt tarihi
: 14.05.11
 
 

"Filozoflar dünyayı yalnızca çeşitli biçimlerde yorumlamışlardır; oysa sorun onu değiştirmektir" ..