Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

08 Mayıs '14

 
Kategori
TV Programları
 

Kurt Seyit Şura Ortadoğu'da kalplere girmiş; "Peki, biz neden hissetmedik?"

Kurt Seyit Şura Ortadoğu'da kalplere girmiş; "Peki, biz neden hissetmedik?"
 

Televizyon ekranları geçtiğimiz günlerde beklentilerin yüksek olduğu Kurt Seyit Şura dizisiyle tanıştı. Ancak ne var ki beklentilerin geri dönüşü ne izleyici cephesinde karşılık gördü ne de dizinin reyting dönüşünde.

Beklenti çıtası yüksek olunca ister istemez hayal kırıklığı da büyük oldu.

Bu sezon için önemsediğim işlerden biriydi. İlk bölümün sinyallerine rağmen Rusya bölümlerinin tamamını izlemeden, İstanbul bölümlerine başlamadan yazmak istemedim. Haksızlık etmemek adına ama görünen o ki haksızlığa uğrayan izleyici olmuş.

En önemli ayağı olan Rusya çekimlerinden elde var sıfır İstanbul çekimlerinin referansı olmuş.

Özetle dizinin ilk sinyalleri İstanbul’da da çok fazla bir şey değişmeyeceğini, değişmediğini söylüyor. İlk bölüm zaten tüm bunları bağırıyordu. Yine de acaba demeden edemedim. Yapılan eleştirilerin dikkate alınacağı beklentisiyle hikâye üzerinde çalışılacağını umut ettim. Nafileymiş ilk bölüm tüm bölümlerin referansıymış.

Her dizi ilk bölüm üzerinden algılara yerleşerek seyirlik yaratmaz ya da tersi ancak ilk bölümde oturtulan ayrıntılar dizinin ne yönde bir akış içinde olduğunun sinyallerini verir.

İzleyici de aldığı bu sinyallere göre izler ya da izlemez. Kimisi konusuna bakarak seçer, kimisi öylesine izlemek ister, kimisi sevdiği oyuncuları görmek ister. Bunlar çoğalır gider.

Bir dizinin izlenmesi tek bir nedene bağlı olmadığı gibi beğenilmesi de tek bir nedene bağlı değildir. Bu ülke çeşitliliği bol bir ülkedir. Çeşitliliği bol ülkenin de beğeneni olduğu gibi beğenmeyeni de olacaktır. Ancak o kadar sükse yapan bir işin bu kadar ilgisizlikle karşılanmasını da beklenen değildi.

İlk bölüm üzerine yapılan eleştirilerin üzerinden bu kadar zaman geçmesine rağmen değişen çok bir şey olmaması da ayrı bir hayal kırıklığı açıkçası en azından bu eleştiriler dikkate alınıp bir şeyler yapılır beklentisi içindeydim ama öyle olmadı. Sanki izleyici yorumlarını es geçtik eleştirmenler beğendi yeter bakışı içinde bir hava sezinledik ki eleştirmenler cephesinin de öyle alkış tutar bir görüntüsü yoktu.

Önemli televizyon eleştirmenlerinin ortak kanısı da beğendim üzerine kurulu ifadeler değil eksiklikler ve nedenleri üzerine yapılmış yorumlardı.

Yani özetle Rusya’dan selam çakılarak onlar beğendi bizimkiler beğenmese ne olur kibriyle Türk izleyicisini selamlamak denek edebiyatı yapmak, Ortadoğulu kadınlar bayılıyor orada reyting rekorları kırıyor yeterli demek AY Yapım’a yakışan bir tavır olmadı.

Çokça olumsuz eleştirilere karşı bir savunma algısı olarak düşünmeye çalışalım çalışalım ama delip geçtiği eski izleyenlerinin varlığını da unutmamak gerekir ki en çok da onlara haksızlık yapılan bir yaklaşım tarzı oldu bu.

Ayrıca Rus basınına yansıyan haberlerde de beğenen olduğu gibi beğenmeyen de vardı.

O zaman Ruslara da cevap olarak Türk selamı mı verelim?

Ortadoğulu kadınlara gelince onların yaşadığı baskılar içinde bizim dizilerimizle soluk aldığı gerçeğini atlayarak karşılaştırma yapmak da bizim kadınlarımızın özgürlüğünü küçümsemektir. Kaldı ki onlardan da beğenmeyenler olduğunu biliyoruz.

Ekran pırıl pırıl değil tamam, ekran özgür değil tamam, yurt dışı satış kıstasları var tamam, daha pek çok şeye tamam diyebiliriz ama beğeni çıtası yükselmiş, tercihleri değişmiş ya da farklı beğenileri olan izleyiciye başka kültürlerin beğenileri üzerinden selam vereceksek eğer o zaman da buyurun onlara iş yapın denir ki bunu da söylemek istemeyiz.

Kaldı ki bir zamanlar dünya sinemasına yön veren Ruslar şimdi ne verseniz izler izleyici kıvamındalar.

Kıvamları karşılaştırmak yerine hatalar üzerinden gidilseydi, bu eleştirilere kulak tıkanmasaydı çok daha farklı olurdu düşüncesindeyim.

Belki de sektörün çıkmaza girmesinin altında yatan temel neden budur.

Eleştiri kulağının kapalı olması ve eleştirilerin tersten okunması.

Hani deniyor ya Türk izleyicisi anlamaz diye belki de anlamayan izleyici değildir anlatamayan yapımların kendisidir.

İhtişamlı kostümler, gerçekçi dekorlar, ayrıntılı diyaloglar, ticari kaygılardan uzak senaryolar yazıldı da izleyici hayır mı dedi?

Aksine ihtişam dış süse verilip içi dolmamış işlere yüz çevirdi.

Ki haklılarda. Kurt Seyit ve Şura dizisinde olan da biten de budur.

Muhteşem Yüzyıl’ın başarısı ortadayken, Elveda Rumeli tadı hala hafızlarda tazeyken bunları es geçip bizim seyirci anlamaz demek kolaycılığı da bizlere has “ben yaptım oldu” deme kültüründen başka bir şey olmasa gerek.

Yani dizi sıkıcı, akıcı değil yok efendim bizden değilden çok izleyici kandırıldığı için diziye yeterli ilgiyi göstermedi.

Çünkü dış süsten başka bir şey üzerinde çalışılmamış. Bir Kıvanç’ımız var yeter bize denmiş bir de geçmiş işlerin, filmlerin, dizilerin sahneleri kopyalanmış alın size masal denmiş.

İlk bölümden itibaren maalesef ki dizi de hissettirilen de verilende bu.

Örnek balo sahnesi Ava Gardner’ın Mayerling 1968 filminin bire bir aynı sahnesi. Hani deniyor ya Anna Karenina tadında diye bir de Mayerling filminde ki dansa baksınlar. Tabi orda büyülenirken Kurt Seyit Şura Rusya’daki dansa nedir bu derken bulduk kendimizi. Sözde biz o müziklere yabancıyız ya gerçeğini duyunca kendimizden geçiyoruz çakmasında sıkılıyoruz. Anlamaz ya bizim izleyen diyorlar taklit aslını aratır gerçeğini atlayarak.

Ve yine meşhur hamam sahneleri Sıla dizisinin bire bir aynısıydı.

Kurt Seyit’in içine Boran Ağa kaçmış halini izledik. Gömleğine kadar aynı ve adım adım tüm hareketler. Yahu biraz yorum katmak çok mu zor?

Sıla’nın yerine de Şura geçmişti hoş Sıla daha inandırıcıydı Farah Zeynep Abdullah’ın oyunculuğunu Cansu Dere’den daha başarılı bulsam da bu sahne de üzgünüm inandırıcılık yoktu banyo yapmaya hazırlanan iki insan izledik sadece.

Oysa Sıla ve Boran Ağa’nın hamam sahnelerinde banyo yapan insanlar değil tutkulu iki aşık vardı biz onları izlemiştik ve seyirciyi etkileyen özel sahnelerdendi.

Son bölümde Nermin Bezmen’i canlandıran Zerrin Tekindor ile Shura’nın kız kardeşi Tina’yı canlandıran Tijen Par arasında geçen konuşmalara bakarsak seyircinin en çok eleştirdiği “hikaye anlaşılmıyor” eleştirisini böyle kapatacaklar sanırım. “Zira Şura’yla Seyit’in aşkını anlayamadılar” repliği bunu kanıtlar nitelikte. E biz de anlattılar da biz mi anlamadık diyoruz haliyle.

Seymen Ağa’nın Bahar’ı gördüğünde aşkına inandık oysaki hani ilk görüşte aşksa iyi bir örnektir yine Boran ve Sıla aşkında yansıyan enerjiye, tutkuya inandık. Hürrem ile Kanuni’nin halvetini yadırgamadık. Kara Para Aşk’ın Elif ve Ömer ikilisinin başlamamış aşkının olacağına inandık.

Bu kadar zaman geçmesine rağmen peki, neden inanmadık Kurt Seyit ve Şura aşkına?

Hani deniyor ya ikilinin uyumu yok diye sorunun bununla alakası olduğunu düşünmüyorum sorun ikilinin sahnelerinin inandırıcılıktan uzak olmasıdır.

Sonra Farah Zeynep seçim olarak en doğru isim ona yapılan eleştirilerin birçoğunu da haksız ve yersiz buluyorum. Önü fazlasıyla açık bir genç, oyunculuğunu beğendiğim nadir kadın oyunculardandır. Estetiksiz, botokssuz saflığı temsil eden bir kız e zaten Şura karakteri de bunu temsil ediyor.

Kıvanç’ın karşısına başkası konsaymış e sizden birini koyalım derler de demeyelim yine de biz.

Yani ikilinin uyumu değil aşkın yansımasına inanılmadı.

İnanılmadı çünkü aşkın zamanına inemedik bu zamanın metalik aşklarında kaldık. Ne bir masal duyabildik ne de başka bir ses.

Kelebeğin Rüyası’ndaki Kıvanç’ı izlememiş olsaydım tamam derdim döneme giremedi ama öyle değil orada inandık romantik şaire burada ise sevgilisine yazdığı mektuplar bile ruhsuzken aşkına nasıl inanmamız bekleniyor.

Bir Kanuni’nin ağzından dökülen mektubun büyüsüyle Kurt Seyit’in ağzından dökülen mektubun büyüsü aynı değil maalesef.

Görüntü olarak bir Kurt Seyit evet bencil, soğuk, değerlerine bağlı, asker vs…

Ancak konuştuğu anda dökülenler döneme yaklaştırmıyor. Çünkü kullanılan dil bugünün dili. Kast ettiğim Kırım Türkçesiyle konuşsun olayı değil tabii ki. O dönemin masal dilinden uzak bugünün metalik dili.

Bu onun oyunculuğundan kaynaklansa Kelebeğin Rüyası’nda da Kuzey’i görür inanmazdık şair Muzaffer’e.

Ha bu Kıvanç’ın suçu mu hayır ona ne söyleniyorsa onu aktarıyor.

Öte yandan Kırımlı asker ama neden Rus askeri ve onlar için savaşır, isyancıların amacı ne?  Havada sahneler. E pardon da biz nedenlerini bilsek de bilmeyenlerin anlaması anlatılamamasından olsa gerek zira Elveda Rumeli’nin Kara Kalpaklı Tıbbiyeli Mustafa’sının neden Padişah karşıtı olduğunu bilmeyenler hemen anlamıştı oysaki.

Sonra çatışma sahnelerinin yavanlığı okul müsamerelerinin bir tık üstünde olması da ayrı bir başarı tabi.

E bu haliyle görkemli görkemli de kıyafetlerden başka ben görkemli bir şey göremedim üzgünüm.

Kısacası emek sadece dışa harcanmış e zamanında Fatih’te de bu olmuştu yani MED Yapım’ın hatasına düşülmüş. Fatih’in dış süslemesi gibi alt doldurulmamış ortaya da çıkan bu olmuş.

Ve aynı ısrarla devam edilmekte.

Ece ve Melek Hanım uyarlamalarda kendilerini ispatlamış isimler. Bunun tersini söylemek yapılan onca işi görmezden gelmek olduğu gibi emeklerine de saygısızlık olur. Ama şimdiye kadar tarihten günümüze uyarladılar. Belki de sorun buradadır. O zamana ilk kez inmeleri.

Ancak bir ayrıntı daha var ki o da bu bir tarih anlatımı değil bir biyografi. Tek başına tarihi dizi demek hata olur hele klasik eser demek komik oluyor.  Nermin Bezmen’in dedesinin hayatı ön planda ve onun hayatının yaşandığı zamana dair olaylar yansıtılıyor.

Eğer bir kıyaslama yaparsak Ayşe Kulin’in Vedasıyla aynı diyebiliriz. O da malum nedenlerden başarısızlık yaşamıştı.

Biyografileri anlatırken zamana giremiyoruz o zamanın dilini yaşanmışları aktaramıyoruz bu yüzden de biyografiler çok fazla ilgi çekmiyor olabilir.

Şöyle aklıma gelenleri sıralarsam Veda, Adnan Menderes’in hayatını anlatan “Ben Onu Çok Sevdim” yakın tarihli örneklenebilir.

Gerçi Adnan Menderes ve Veda’da olaylar daha çok ön plandaydı ve aktarılırken anlaşılıyordu. Burada dediğim gibi kolaycılığa kaçılmış birçok denenmiş reytingi yüksek sahneler kullanılmış.

Zaten basına da paso haberleri sürülerek bu defalarca onaylandı. Ve Kıvaç’ın ilahlaştırılması da gerek dizi başlamadan önce ve sonra sürekli haberlerle desteklendi.

Zamanında bir dizisinde bir sahnesinde öpüşmüş o öpüşmenin reytingi çok yüksek gelmişmiş. “ Geçiniz”…

Şu ülkenin iş adamları Kıvanç’ın şöförü olmak istiyor. “Geçiniz”…

Kadınlar Kıvanç’ı hayal ediyor. “Geçiniz”…

Cemiyet dilberlerinin yatak odası fantezilerini ergenlerin masum Kıvanç Tatlıtuğ hayranlığıyla kıyaslayacak kadar ileri gidilen haberlerin de diziye zarar verdiğini düşünüyorum.

Yani reklam baskısı ve itici haberler dizi başlamadan ve başladıktan sonra bu kadar çok öne sürülünce izleyicide haliyle iticilik yarattı dizi.

E ortada Kıvanç’tan başka bir şey de olmayınca durum ortada.

Yani alınan reytingler Kıvanç’ın reytingleri inandırıcılığı olmayan, hikâyesiz bir işten de bundan fazlası olmazdı. Kısmen iki haftadır yükselse de bu Çalıkuşu’nun gün değiştirmesi ve Benim İçin Üzülme dizisinin de bitmiş olmasından kaynaklı. Bir de Kıvanç’ın varlığı.

Kanal arkasında durdukça ki durur sanıyorum malum Ortadoğu’nun gözdesiymiş dizi devam eder ama bizim izleyici için tam bir hayal kırıklığı hele de kitabın büyüsünü yakından tatmışlar için.

Özetle ortadaki emek sadece giyim kuşam olmuş üzgünüm hikaye ayağında aşkın A’sı da o dönemin olayları da yok yoksa varda biz mi görmüyoruz zira dikte ediliyor sürekli…

oyatekin@gmail.com                                         

https://twitter.com/#!/oyatekin (@oyatekin)

http://yurthaber.mynet.com/yazarlar/tum/1/o.tekin35

OYA TEKİN / MEDYABEY.COM

Oya Tekin/ Engelliler Haber ve Bilgi Portatalı Yaşadıkça.com köşe yazarı

Not: Burada yazılan tüm yazılarım elektronik imza ve zaman damgası güvencesi altında yasal hakları korunmaktadır. Hiçbir şekilde basılı ya da elektronik bir ortamda (CD, Internet vs.) kaynak gösterilmeksizin izin alınmadan kullanılamaz.

 

 
Toplam blog
: 295
: 3718
Kayıt tarihi
: 01.10.06
 
 

Milliyet Bloğa nasıl geldim ve nasıl yerimi aldım bilmiyorum. Sanırım uzun yıllar okuduğum bölüml..