Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

21 Aralık '09

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Kuş evleri yeniden

Kuş evleri  yeniden
 

ezgi umut


Yaz sıcakları güney kuzey demeden kavurmaya başlarken hep düşünmeye başlarım. Bu sıcakla baş etmenin önemli bir aracı da bol sıvı almak, özellikle de su . Bizler göreceli olarak mutlu canlılarız. Suyu olan, suya kavuşmuş, mahalle çeşmesinden bile olsa, suyun nereden taşınacağını biliyoruz. alıyoruz, taşıyoruz, içip kullanabiliyoruz.

Ama canlıların hepsi insanlar kadar şanslı değil. Bizim gelişmişlik bahanesiyle, doğaya verdiğimiz zarar arttıkça, o pek meşhur ve malum “gizli el” , en el değmedik köşelerine kadar uzanıp doğayı kepçelerle, buldozerlerle hallaç pamuğu gibi atmaya başladığından beridir, canlılara rahat yok. Hem zehirli atıklarla toprağı ve suyu kirletiyoruz, hem de su kaynaklarını bilinçsiz bir açgözlülükle harcıyoruz, benden sonrası tufan dercesine.

Şimdi kuşları düşünüyorum. Bir arkadaşımız söylemişti, Aliağa'daki Kuş Cenneti de çoktan bitti diye ve ben bir zamanlar İzmir Kuş Cenneti diye bir yazmıştım. Yazık ki yazın yangınla binlerce canlı telef oldu ağaçların yanısıra.

Kars'taki Kuyucuk Gölü için de yazmaya devam ediyorum, orası da kuşların yaşadığı ve Kuzey Doğa Derneği ile Kafkas Üniversitesi'nin yerel halkı ikna etmek ve bürokrasinin zorluklarını aşmak için çeşitli mücadeleleri sonunda korumaya alınmış bir doğal sulak alan.

Öylesine sevindim ki, sonunda Kuyucuk Gölü'nün RAMSAR alanı olarak seçildiğini Kuzey Doğa Derneği sorumlusu Önder Cırık arkadaşımızın iletisinden öğrendiğimde, yaşasııın diye bağırmıştım. RAMSAR ALANI seçilen o sulak bölge, uluslarası sözleşme ile koruma altına alınmış demektir. Hani nasıl insan hakları varsa, bu da sulak doğal alanların korunma hakkı.

Darısı Bafa Gölü'müzün başına diyelim. Kuşkusuz bunu gerçekleştirmek öncelikle doğa gönüllülerine düşüyor ki EKODOSD 'nin doğa ve tarihi eserler konusundaki ilgisi ve yaklaşımlarıyla bölgenin sesi olması bana umut veriyor, kuşkusuz bu ses sadece bir başlangıçtır, bir impuls verir, insanların eylemsizliğini kırar, ve yerel halk canı gönülden bu işe inanıp , doğanın korunmasına inanıp, elini taşın altına koyduğu zaman, işte o tam da zaman mücadele, doğayı kazanma mücadelesi kazanılacak demektir. Yerel halkın katkıları olmaksızn , STK'ların çağrıları sadece hoş ezgiler olup kalır. Ayrıca Didim ve Menderes Deltası'ndaki yerleşim birimlerini, belediyelerini kapsayan Meandros Festivallerinin tarihi mekanların yaşatılması , doğanın korunması açısından bilinçlerin açılmasını sağlayıp, algıları geliştirdiğini de sevinerek gözlemliyoruz.

Kuşlar sadece kuş cennetlerinde sulak alanlarda olanlar değil kuşkusuz. Kentlerde de de kuşlar var. İstanbul'da martılar vardı eskiden tertemizdi, şimdi kargalarla beraber çöpçülük yapıyorlar. Çocukluğumda kentteki bostanlarda gördüğüm pek çok kuş çeşidi ise yok olup gitti. Kentteki kuşları bekleyen susuzluk dışında iki tehlike var desem neler olduğunu tahmin edebilir miydiniz?

Bunlardan ilki kent topoğrafyasını kuşlar için yanıltıcı şekilde bozan, cam kaplı gökdelenler. Kuşlar Amerika'daki büyük metropollerde bu gökdelenlere çarpıp ölüyorlarmış. İkincisi de hem gökdelenlerin, hem de kentlerin geceleri aşırı aydınlatılmasından kaynaklanan biyolojik değişimler, kuşların yaşamını değiştirmiş. Kuşlar ışık yüzünden doğru dürüst uyuyamıyorlarmış. Bu da çoğalmalarından tutunuz da ötüşlerine kadar pek çok davranışlarını değiştirmiş. Şöyle bir savda bulunsam ve belki de ışıklar yüzünden iyi dinlenemeyen, yorgun uçan kuşlar camlara vurmaya daha yatkın hale gelmiştir desem uzmanlar ne der acaba?

İstanbul kanatlarımın altındayken yani Mercan Yokuşundaki tarihi bir kervansarayın Valide Han 'ın çatısından ki, gökdelen kadar yüksek değil sadece 4 kata eşdeğer sayılabilir, evet çatısından bakınırken ve kuş evlerinin fotoğrafını çekmeye çalışırken gördüm, bir martı geldi bir çatıya, önceden bırakılmış olan kutuyu didikledi, ters çevirdi vudu,vurdu, vurdu... sonra anladım ki su arıyor.

Daha önce Marmara Üniversitesi Endüstriyel Tasarım Bölümünün açtığı İstanbul İçin Kuş Evleri ve Yemlikleri Sergisi'ndeki kuş evleri tasarım maketlerini sergi kapandıktan sonra, rica ile görme şansım oldu da tasarımı yapan 19 öğrenciyle konuşma olanağını kaçırmış oldum. Kuşlar için öyle güzel ve özenli kuş evleri tasarlamışlar ki bayılırsınız. Bununla ilgi Arkitera.com 'da bir makale de var

Pr Dr Şermin Alyanak kuş evleri tasarımı konusunu anlatıyor. Kuş evleri ve yemliklerin konacağı yerlerin kedilerin ulaşamayacağı kadar da yüksekte olması gerektiğini de vurgulamış ki kuşkusuz buna çok dikkat etmek gerek.

Zamanım kısıtlı olduğundan hızlıca bakabildim maketlere. Parklara konulsa bu kuş evleri , diye yazmışlar, çocukların zihinsel gelişimini de destekleyebilir. Gerçekten çok hoş şekilleri var, çocuklar hiç bıkmadan hayaller üretebilirler o kuş evlerine bakarak, giren, çıkan, ötüşen kuşları gözlemleyerek. Kuşkusuz o rengarenk evlerin içinde yaşayan kuşlara olan ilgileri de doğayı daha iyi kavrama ve sevmelerine yardımcı olacaktır. Bu bağlamda nefret de sevgi de öğrenilen kavramlar olmuyor mu? Ama çocuklar öğrenmiş öğrenmemiş kimin umurunda. Minicik yavruların beyinleri artık sadece ezberletilen, çünkü yazılar delil oluyor, sevgisizlikle doldurulsun yeter. Bölgemizde örneğin adı üstünde, Kuşadası'ndaki kuş evleri arttırılsa, Bafa Gölü çevresine de konsalar ve bu doğasever tasarımcı gençlerimizin eserlerine belediyelerimiz sahip çıkabilseler ne güzel bir dayanışma olurdu.

Tasarımcı gençlere sorularım kaldı, soramadım. Örneğin kuş evlerinin tasarımında ayrıca, kuşların su içmelerini kolaylaştıracak, bir düzenleme de var mıydı? Aslında belki başka bir yazımda daha detaylı bahsedebilirim. Ama doğa konusunda ne denli bilinçsiz ve eğitimsiz bir toplum olduğumuzu da görelim artık. Bakın 144 kişilik kalabalık bir heyetle giden Türkiye'nin İklim Konferansı'nda verdiği bildirilerle bile kısık bir ses olmaktan öteye gidemediğini de bugünkü gazetelerden okuyoruz. O zaman niye gitti bu kadar kalabalık diyesim geldi. Biz çok zengin bir ülkeyiz de benim haberim mi yok?

Orada konferansta bağırmışlar bazı çevreci guruplarımız. “Türkiye ilk defa konuştu ama hedefle ilgili bir şey yok. 12 bin nüfuslu küçük ada devleti Tuvalu burada bağırdı. Türkiye ne yaptı?”* diyen çevrecilerimiz, olay anlatıldığı gişbi geliştiyse tepkilerinde haklı değiller mi?

Gelelim kuş evleri tasarımını yapan gençlerimize yeniden. Bir yanda gencecik yüreklerin, beyinlerin, ellerin onca zaman harcayarak yarattıkları tasarımlar, öte yanda utandıracak derecede aymazlığın ve cehaletin yer aldığı gerçek yaşam, ne olacak o güzel çocukların, üniversiteli tasarımcıların emeklerine? Depolarda kapalı mı kalacak tasarımlar? Yoksa birileri ilgilenecek ve parklar bahçeler o güzelim kuş evleriyle mi donanacak. Neden böyle diyorum bakınız:

Baharda bir sabah kalkıp camdan baktığımda bahçemizdeki tüm ağaçların insafsızca “budanmak” diyemiyorum, evet diyemiyorum resmen yarı yarıya kesilmiş, hepsinin tepe tomurcuklarının uçurulmuş olduğunu gördüm. Üzerindeki kırmızı tohumlarıyla kuşlara bol besin sağlayan çalı türünden dikenli bitkiler de payını almış. O güzelim ağaçlarımızın ana gövde boylarını bile testereyle yarıya indirmişler, öyle ki gövde ucu açık kalmış, yaş halkaları sayılıyor. Anlayacağınız ağacın en tepesindeki sürgün yeri de giyotinle kesilen bir baş gibi uçurulmuş.

Böyle bir budama olabilir mi?

Neymiş efendim eskisinden gür çıkarmış. Sakal mı bu kardeşim. İyi ki bir sakal menkıbesi var, herşeyin yıkılan, kırılan, dökülen herşeyin açıklamasını bununla yaparlar. Sanki kırılan, döküleni tamir etmek hele de kalpler olursa tamiri çok kolaymışçasına...

Çıkmadı sürgünler, çıkamaz da zaten. Ağaçlar cılız bir kaç dal vermekle kaldılar, doğru dürüst yaprak bile veremediler. Ve bilirsiniz şu ahşap çardakları,gölgelik olarak onlardan bir kaç tane ısmarlandı bahçeye. Meğer dertleri başkaymış. Ağaç istemiyorlar arabaları kuş pisliği olur, ya da güzün yaprak dökülür aman ha araçların, ciplerin boyası bozulur. İşte şimdi bu adamlara ya da bu görüşte kişilere, kuşlar için bahçeye belli yerlere su tasları ya da kuş evleri konmasını nasıl önerip de nasıl kabul ettireceksin?

Kuşlarla ilgili acıklı olmayan, gönül okşayan güzellikler de yaşadım. Unkapanından aksaray'a doğru giderken, Saraçhanebaşı'ndaki Bozdoğan Su Kemerleri'nin bilirsiniz. Kemerlere bitişik tarihi binalar da vardır orada. Biri de Karikatür Müzesi''dir. Yemyeşil ağaçlarla bezeli avludaki kuşların cıvıltısı ve mutluluğu görülmeye değerdi.

Herhalde Bursa'da Zaman şiirini Ahmet Hamdi Tanpınar böylesi bir ortamda yazmıştır diye düşündüm. Böylesine güzel; yeşili, yaprağı, gölgesi, güneşi bol ve suların fıskiyelerden aktığı yerdeki kuşlar pek mutlu gözüktüler, ağaçların arasında saklanıp müthiş serenatlar verdiler, bülbül sesi bile duydum aralarında, zaman da gerçekten durmuş gibiydi, darısı tüm kuşların başına ve olabilirse kuşkusuz bizim insanlarımızın, sonra da tüm dünyalıların başına.

Bir de iki söz etmeden duramayacağım aslında bir haber hakkında. Hani çok popüler olmuş diye bir zamanlar maillerimize kadar düşen hani minareden hoparlörle konuşup halka “suyu idareli kullanın” diye bağıran bir muhtara kabalığından dolayı kızdılar ya ben adama hak verdim. Kargışları ( bedduaları) olmasaydı daha etkili olurdu ama adamcağızın tepesini de attırmışlar işte. Ne yazık ki kimse muhtarın su kıtlığı ile ilgili kaygılarını önemsemdi de olayın absürdlüğüne takıldı.

Kullanılan suyu tasarruflu kullanmak gerektiğinin ve o su üzerinde herkesin kullanma hakkı olduğunun bilincine erememişiz ne yazık ki. İnsan olmak için sanırım öncelikle temiz vicdan sahibi olmak ön koşul. Sonra geliyor, dinler ve ideolojiler. Ben bunu anlıyorum. Muhtara gelince, ne var ki görüyoruz işte, doğru söyleyen de dokuz köyden kovulurmuş. Muhtarı şikayet etmişler de İnternetlerdeydi videosu.

Kuş evleri serçe, sığırcık, kırlangıç gibi küçük ve korunmaya muhtaç kuşlar için yapılırmış. Okuduğum bi kaynaktaki serzenişi de alayım buraya istedim. "Atalarımız, ince duygularının ve sanat zevklerinin nişanesi olarak sadece kuş evleri, kuş sarayları yapmakla kalmamış, leylek, kurt gibi evcil olmayan diğer hayvanlar için de vakıflar ve hastahaneler kurmuşlardır. Öyle ki, soğuk kış günlerinde kurtların aç kalmamaları için kar-tipi demeden ıssız dağ başlarında et dağıtmışlardır."

Ebubekir Hâzım TEPEYRAN 'ın Hatıralar adıyla yayınlanmış anılarında Kastomonu' ya gittiği ilk yılın baharında Vali Paşa' nın adamlarının hükümet konağının bahçesinde “Hopoya ciğer, hopoya ciğer! bağırışlarıyla uyanır. Adamlar hem sesler çıkarmakta, hem de havaya bakmaktadır. “İşte geliyolar” deyince adamlar , ziyafet için çağırılanların kuşları görür. 15 dakika sonra avludaki çimenler kaz sürüleri gibi yüzlerce akbaba ile dolmuştur bile. Bazıları yerdeki ciğerleri yerken, bazıları da adamların yanına kadar gelip yerdeki tepsilerden alıyormuş.

Bu gün insanları muhtaç duruma düşüren sadaka ekonomilerinin, bir zamanlar hayvalara bile uygulanmadığını göstermesi bakımından da aktardığım anının çok önemli olduğunu düşünüyorum.

Siz bırakın kurtlara kuşlara et dağıtmayı, dağlarda bir damla su bile kalmayacak bu gidişle , kaynaklarında bile...

ezgiumut 16 12 2009

Kopenhag'da Türkiye Stratejisine Tepki var. Radikal İnternet :

http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetay&ArticleID=969545&ref=itu

Ebubekir Hâzım TEPEYRAN , Hatıralar , Pera Turizm ve Tic. AŞ.- İstanbul 1998 (2. basım)

EKODOSD : Ekosistemi Koruma ve Doğa Sevenler Derneği, KUŞADASI

 
Toplam blog
: 566
: 1338
Kayıt tarihi
: 11.07.06
 
 

Edebiyatla ilgileniyorum. Ayrıca amatörce belgesel film çalışmaları yapıyorum ve kültürel etkinlikle..