Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

10 Ekim '10

 
Kategori
Siyaset
 

Kusturica Sahası’nda fanatizmin cehaletle maçı

Kusturica Sahası’nda fanatizmin cehaletle maçı
 

Gülsem mi, ağlasam mı bilemiyorum.

Bir kenara çekilip şu cehaletinizden, şu saplantılı hallerinizden, abartma huyunuzdan ders notları hazırlayıp gelecek nesillere ibret-i alem için miras bıraksam hayatımın en anlamlı işini yapmış olurum.

Hiç olmazsa, gelecek nesiller insanı merkeze alan bir siyaset oluştururken bu mirastan yararlanır, neyi yapmayacaklarını öğrenirler.

Okumazsanız…

Olayları sadece medyanın size lütfettiği bilgi kırıntıları ile yorumlarsanız…

Şöyle biraz geri çekilip olaylara küresel açıdan bakmazsanız, bu coğrafyada olan biteni tarihi derinliğinden kavrayamazsanız…

Sadece bilgiyi araştırmak yerine, ‘öteki’nize çakmak için malzeme aramayı tercih ederseniz, tepki ve karşı tepki bu kadar basit, bu kadar çocukça, bu kadar ufuksuz, bu kadar sidik yarışı gibi olur…

Biriniz mal bulmuş mağribi gibi saldırır; ötekiniz ‘ama siz de şöyle yapmıştınız… Böyle yapmıştınız… Siz getirince oluyor, biz getirince neden olmuyor…’ diyerek anlamsız bir kör dövüşünde, aklınız sıra ‘yüksek siyaset’ yapar.

Biriniz getirir Balkanlarda 100 yıldır yaşanan trajediyi, bir sinema sanatçısının ağzından çıkmış birkaç cümleye sığdırır, ötekiniz bu cahilane saptamaya karşı abuk sabuk bir savunma geliştirir…

Bize de, bu cehalet ile şok yaşamak düşer.

Hiç birinizin aklına Yugoslavya’yı yıkan, halkları birbirine düşüren, her bir parçasını sindire sindire yutan vahşi kapitalist sistemi sorgulamak gelmedi mi kardeşim?

Yüzlerce yıl bir arada yaşayan insanlar bir gece istihareye yattı, ertesi sabah eline silahı alan Boşnak, Sırp, Hırvat boğazlamaya koştu, öyle mi?

Tarihin en kurnaz projelerinden birisi olan AB’nin, NATO’nun, ABD’nin, parçalanmış ve açık pazar haline gelmiş bir Yugoslavya’ya ihtiyacını nasıl çözemezsiniz?

Parçalanma sürecinin çok eski bir geçmişe giden bölümünü, parçalanmayı, iç savaşı, iç savaş sonrasındaki pazarlıkları, aleni/gizli numaraları nasıl ıskalarsınız? O coğrafyadaki küresel güçlerin bilek güreşini nasıl göremezsiniz?

Eh, okumaz, anlamaz, araştırmazsanız, koskoca bir oyunu getirip bir sanatçının üç beş cümlesi ile açıkladığınızı düşünür, vicdanınızı rahatlatırsınız.

Öteki taraf da bunları bilmediği, kapasitesi olmadığı için, kendisinin bile anlamakta zorlandığı bir savunma ile konuyu getirir, AKP, CHP ikilemine sıkıştırıverir.

Kopan yaygaraya bakan birisi, eğer Balkanlardaki küresel oyunlar hakkında doğru bilgiye sahip değilse, Kusturica’yı Sırp, Boşnak, Hırvat boğazlaşmasının planlayıcısı, uygulayıcısı sanabilir.

Ne alaka?

Din değiştirmiş… Size ne kardeşim?

Adını değiştirmiş… Yasak mı?

Adamı bir Çetnik yaptınız…

Ama dedim ya, gözlerinizin iki tarafında dolap beygirlerinin bağları olsa gerek, bu konuda bile doğruyu görecek geniş bir bakış açısına sahip değilsiniz.

Bakın neler yapmış neredeyse Çetnik olmakla suçladığınız Kusturica;

1993’te Vojislav Seselj’i Belgrad’ın kalbinde, dolunayda düelloya davet etti. Silahları Seselj seçecekti. Seselj kim mi? Sırp Ultramilliyetçi Hareketi Lideri. Vojislav Seselj korktu ve bir sanatçının katili olarak suçlanmak istemem, diyerek reddetti.

1995 Belgrad Uluslar arası Film Festivalinde Nebojsa Pajkic’i bir yumrukta yere serdi. Pajkic kim peki? Yeni Sırp Sağ Hareketi’nin lideri. İlginç bir tesadüf, Bayan Pajkic elindeki çanta ile Kusturica’ya vurarak kocasını korumaya çalıştı. İlginçlik nerede? Çanta Bosna’lı Sırpların lideri Radovan Karadzic’in hediyesi idi.

Kusturica’yı neredeyse Türk düşmanı ilan edecekler…

Şu sözleri söyleyen insan mı Türk düşmanı?

"Gelecekte de Türk oyuncularla çalışmayı çok isterim. Çünkü kendini yarı Asyalı yarı Avrupalı hissetmenin yarattığı melankolinin ne demek olduğunu çok iyi biliyorum. Bu bakımdan çok ortak noktamız var. Yıllardan beri Türk kültürünü tanımaya çalışıyorum. Orhan Pamuk’un kitaplarını okuyorum. Bir gün bu kültürün bir parçası olacağıma eminim."

“O sırada birkaç kez Türkiye’ye gittim. Teknemle de geldim. Ama iltica talebinde bulunmadım. O yıllarda Paris ve New York’ta yaşamasaydım İstanbul’da yaşardım. Çünkü İstanbul’daki yaşam anlayışını seviyorum. Bireysel hareket etme imkanı bulmak güzel. Politik konulardaki tavrım her zaman kişisel oldu. Sadece inandığım kişileri destekliyorum. Hiçbir siyasal örgüt ya da partinin üyesi değilim.”

“Gazze'de yaşananlar, ambargo, gemiye saldırı gibi olaylar İsrail'den çok Batı Avrupa'yla ilgili problem. İsrail'deki bir sorundan bahsederseniz, suçu Yahudi devletinden çok Batı Avrupa'da aramanız gerekir. Çözümü de öyle. Gemide öldürülen insanlara gelince... Elbette o insanların ölümü sonucu yaşanan acıyı paylaşıyorum.”

“Mesela öğrenciyken, benim için en büyük ve iyi filmlerden biri bir Kürt yönetmen tarafından çekilmişti. Sizin Yılmaz Güney'iniz benim kahramanlarımdan biriydi. İlk filmini seyrettiğim zaman aslında onun Kürt değil, Türk olduğunu sanıyordum. Kürt olduğunu daha sonra öğrendim. O dönemler politik nedenlerden ötürü Fransa'da Türk sinemasından bahsettiğimde, Türk sinemasını çok sevdiğimi söylediğimde tepki görüyordum. Balkan bölgesinde, benzersiz bir coğrafyadaki Türk, Kürt, Sırp, Boşnak, Romanyalı hepsi benim için çok yakın ve özel. Kültürünüze dair isimler verebildiğim için de ayrıca çok mutluyum.”

Artık şu ırk, etnisite, egemen kültür gibi yüklerinizi sırtınızdan boşaltın, meseleye biraz da İNSAN açısından bakmayı deneyin…

Afrika’daki, Asya’daki, Latin Amerika’daki, Sibirya’daki sıradan, sessiz, mahzun, masum, yoksul, aç, bitik insanlara yakın bir tavır geliştirmeyi deneyin.

Toprağın iki metre derini milyonlarca iskelet ile dolu. Açın bakın bakalım hangisi Türk, hangisi İngiliz, hangisi Arap, hangisi Rus?

Bir dönemler, bir kısmı da gururla Lidyalı, Romalı, İskit, Viking, Pers olduklarını haykırıyordu.

Şimdi?..

Ama, kabahat sizde değil…

Sizi uçurmaya dünden hazır mürit benzeri halkta! ( ben hariç)

 
Toplam blog
: 34
: 682
Kayıt tarihi
: 01.07.06
 
 

Hiç bir şey göründüğü gibi değildir. Olmamalı da. Biraz beynimizi yormalıyız. Dayatılan hiç bir dogm..