Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

17 Ocak '11

 
Kategori
Kitap
 

Kuyucaklı Yusuf / Sabahattin Ali

Kuyucaklı Yusuf / Sabahattin Ali
 

Kuyucaklı Yusuf / Sabahattin Ali


Kitapla ilgili düşüncelerimi paylaşmadan önce, Sabahattin Ali’yi sevenler ve kitaplarını okuyanlar için, önemli gördüğüm bir konuyu belirtmek istedim. 

Sabahattin Ali’nin, Kürk Mantolu Madonna’sını okuyanlar, Ali’nin diğer tüm romanlarını ve öykülerini bu roman ile kıyaslar ve tamamına yakını da, yazarın Kürk Mantolu Madonna adlı romanının daha güzel olduğunu söylerler. 

Başlarda ben de yaptım bu hatayı, ancak çok pişmanım. Şu anda, bu düşünce ile yazara büyük haksızlık yapıldığı kanaatindeyim. 

Zira, Sabahattin Ali’nin tüm öykülerinin, tüm romanlarının rengi ve tadı çok farklı, her birinin zihinlerimizde bıraktığı izler bambaşka. Hepsi de birbirinden özel ve değerli. Her bir öykünün ve romanın topluma vermek istediği mesaj bambaşka. 

<><><><> 

Evet, gelelim, Kuyucaklı Yusuf’a… 

Yusuf, Selahattin Bey, Şahinde Hanım ve güzeller güzeli Muazzez… 

Romanımızın başkahramanları. 

1903 yılı sonbaharında eşkıyalar bir evi basıp bir karı kocayı öldürürler. Cinayeti, yani anne ve babasının öldürüldüğünü gören 9 yaşındaki Yusuf’u, kaymakam evlatlık alır. 

Kaymakam Selahattin Bey’in, Şahinde adında bir karısı ve Muazzez adında bir kızı vardır. Mutsuz bir evliliktir bu. Yusuf’un gelmesiyle birlikte bu durumdan fazlasıyla rahatsız olan Şahinde Hanım çaresiz, olayı kabul etmek zorunda kalır ve Yusuf bu ailenin yanında büyür. 

Evet, romanın çok özet olmak kaydıyla konusu budur. 

Daha fazla anlatmak, detaya girmek, romanın büyüsünü bozacak düşüncesi ile, özeti bir paragraf ile sınırlandırdım. 

Bu arada kitabı okumak isteyenler, - mümkünse - YKY (Yapı Kredi Yayınları) tarafından yayınlanan bu kitabın, ÖN SÖZÜNÜ ve arka kapaktaki TANITIM yazısını özellikle okumamalıdırlar. 

<><><><> 

Kitaptan bazı alıntılar; 

“Bizim küçük Anadolu şehirlerimizde bu müzmin evlenme hastalığı daima hüküm sürmektedir. En kuvvetliler bile bir iki sene dayanabildikten sonra bu umarsız mikroptan yakalarını kurtaramazlar ve kör gibi, önlerine ilk çıkanla evleniverirler. 

Tabii bu evlenmede herhangi bir müşterek hayattan ziyade, erkek için evde bir kadın bulunması; kız için de "münasipçe bir kısmet" varken kaçırılmaması, düşünülmüştür. Bu izdivaç mikrobu, evlendikten sonra faaliyetine baslar: Evvelce birtakım emelleri olan, yükselmek, kendini göstermek, eser vermek isteyen adamlara bir kalenderlik, bir lakaytlık gelir. Evde meram anlatmaya asla imkân olmayan, seviyesi, ahlak telakkisi, dünya görüsü ve ihtiyatları büsbütün ayrı olan bir mahlûkla daimi bir beraberlik insani dış hayatta da bedbin yapar ve bütün insanlardan şüpheye düşürür." 

"işte böyle Yusuf, ömür bu, geçip gidiyor!" diye mırıldandı. İhtiyarlara mahsus bir eda ile söylenen bu sözler Yusuf’u güldüreceği yerde düşündürdü. Çayiçi'nden Bayramyeri'ne sapan yolun köşesine gelince durup birbirlerinin yüzüne baktılar ve ayrıldılar. İkisinin içinde de hem uzun zaman sonra tekrar görüşmenin verdiği bir memnuniyet, hem de belki bir daha görüşmeyeceklerini sezmekten doğan bir hüzün vardı. Hayat, birbirinden ayırdıklarını, kısa bir müddet için tekrar yaklaştırır gibi olsa bile, uzun zaman yan yana bırakmıyordu. Geçen günleri bir daha geri getirmek mümkün değildi ve sadece hatıralar, iki insanı birbirine bağlayacak kadar kuvvetli değildi.” 

“Hayat, birbirinden ayırdıklarını, kısa bir müddet için tekrar yaklaştırır gibi olsa bile, uzun zaman yan yana bırakmıyordu. Geçen günleri bir daha geri getirmek mümkün değildi ve sadece hatıralar, iki insanı birbirine bağlayacak kadar kuvvetli değildi.” 

''içindeki bütün yıkıntılara bütün kederlere rağmen başını yere eğmek istemiyordu. Matemini ortaya vurmadan tek başına yüklenecek ve yeni bir hayata doğru yürüyecekti.'' 

“Yeniden başlamak için gerekli olan umutla biter. Nice umut da işkenceyi uzatır, ama Yusuf’un işkencesi umudunu elleriyle gömmektir zaten.” 

"Bu sefer ay sol taraftan vuruyor ve Yusuf’un dizginleri tutan ellerini aydınlatıyordu. Hayvanların koşumlarındaki, pirinç kısımlar, kıymetli birer mücevher gibi temiz parıltılar saçıyordu. Arabanın ağzını yarı yarıya kapayan Yusuf başını biraz sağa eğmişti. Muazzez bu şekilde onun yüzünü adamakıllı görüyordu: Kulağı ve saçları karanlıkta kalmış, sol yanağı, alnının bir kısmı ve burnu mermer gibi beyaz bir ışığa bürünmüştü. Ancak ucunu görebildiği kaşlar hafif ürpermelerle kımıldıyordu. Muazzez onu hiç bu kadar güzel görmemişti. Uzun uzun baktı ve sonra sessiz sessiz ağlamaya başladı. Elini yüzüne kapatıyor ve yaşlarını avuçlarına akıtıyordu. Yusuf onun ağladığını görmemeliydi. Bu kadar büyük bir saadeti onu verene göstermek doğru değildi. Bunu, kendine izah edemeyerek, hissediyordu." 

<><><><> 

Ölümsüz yazar Sabahattin Ali’nin Kuyucaklı Yusuf adlı romanı zihnimde – okuduğum diğer bütün romanları ve öyküleri gibi – benzersiz tatlar ve izler bıraktı. Betimlemelerdeki kusursuzluk, psikolojik çözümlemeler her zamanki gibi muhteşemdi. 

Empoze edilmeye çalışıldığı gibi – bence – kitap bir “aşk” romanı değil. Yazar dönemin sosyal ve toplumsal olaylarını, bir kurgu eşliğinde, okuyana göstermeyi hedeflemiş ve son derece başarılı olmuş. 

Kitap biterken, bir tamamlanmama duygusu hâkim oluyor. Nedeni, Sabahattin Ali, bu kitabı bir üçleme olarak düşünmüş, ancak çok erken yaşta öldürüldüğü için, kitap yarım kalmış. 

Zevkle okuyacağınıza eminim, muhteşem bir Sabahattin Ali kitabı. 

 
Toplam blog
: 563
: 8587
Kayıt tarihi
: 30.03.10
 
 

Kişisel gelişim uzmanıyım. Yaşam Koçu, İlişki Koçu, NLP Uzmanı ve Eğitmeni, Kuantum Yaşam Koç..