Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

04 Aralık '10

 
Kategori
Siyaset
 

Lider arayışı ve Kılıçdaroğlu'nun liderliği -I

Lider arayışı ve Kılıçdaroğlu'nun liderliği -I
 

LİDER NEDİR?


HEM LİDER ARAYIŞI TAKINTIMIZDAN KURTULALIM DİYORUZ, HEM KILIÇDAROĞLU’NUN LİDERLİĞİNİ SORGULUYORUZ -I

Toplum olarak “lider arayışı” meselesini masaya yatırmamızın vakti geldi.

Artık liderler sultası bitsin istiyoruz ama öte yandan dediklerimizle arayışlarımız birbiriyle çelişmeye devam ediyor.

Bu vesile ile, “Lider” kavramına farklı bir bakış geliştirerek konuyu tartışmaya açmak istiyorum:

Liderlere neden oy veririz?

Bana göre, “bizim sesimiz” oldukları için.

Bu cevaba uygun bir zeminde düşünmeye devam edelim..

TRAVMALARIMIZ, BEKLENTİLERİMİZ VE LİDERLER

Hepimiz için, bir dönem gelir, yıllar içinde biriktirdiğimiz travmalarımız önümüzü tıkar.

Bu travmaları anlamadan, bilincimize çıkarıp yüksek sesle seslendirmeden ve onları iyileştirmeden, daha fazla bir yere gidemeyeceğimizi görürüz.

Gelişmek ve ilerlemek isteyen bir insanın gerçeğidir bu.

Ancak bu hem sancılı hem tehlikeli bir sağaltım süreci içerir.

Burada dikkatinizi çekmek istediğim bir nokta var:

Bu tehlikeye veya riske neyin sebep olduğunu düşünürsek, karşımıza “akıl” çıkar!

O izin verdiği sürece ve izin verdiği noktaya kadar psikolojimizi deşip, travmalarımızı bilince çıkarıp temizleyebiliriz ancak.

Şayet aklı ezer, onu yok sayarsak, akıl sağlığının bozulması riski ile karşı karşıya kalırız.

Özetle; aklımızın yüzleşmeye yanaştığı veya kabul etmeye hazır olduğu bir olay veya durumu bilinçte sorgular, çözeriz, ondan dersler çıkarır ve olgunlaşma yolunda bir yol kat ederiz ve sonra onu geride bırakır yolumuza devam ederiz. Ancak, aklın kabul etmediği/edemediği ve yüzleşmeye hazır olmadığı veya razı olmadığı bir olay, durum veya yargıyı bilinçaltına atarız. Bastırırız.

Bu noktada, şöyle diyebiliriz:

Aklımız iki yönlüdür: bastıran akıl ve sağlıklı akıl.

Burada bir şeyi iyi anlamak gerekir:

Travmaları bastıran da akıldır, açığa çıkmasına izin veren de.

Hatta şifa bulmamızı sağlayan da akıldır.

Gelelim işin diğer boyutuna…

Peki, bilinçaltındaki travmaları kusmak isteyen ve isyan eden yanımız nedir: ego!

İşte, egoyu bastır bastır nereye kadar? Bir gün gelir patlar.

Şimdi…

Yukarıda değindiğim bu psikolojiyi temizleme ve şifa bulma sürecini ülkemize ve halk olarak bize aktaralım…

Çünkü bugün geldiğimiz nokta önemli; geçmişle yüzleşmek kaçınılmaz oldu!

Geldik makalenin en heyecanlı bölümüne...

Ülke olarak, bize iyileşme getirecek sağlıklı bir patlama/kusma yaşamamız için öncelikle güvenli ve huzurlu bir sessizlik ortamı gerekiyordu.

Tıpkı bir psikoloğun sessiz ve sakin odasında oturmak gibi..

Bunun için, eski gürültücü partileri Meclisten silip yerine “huzur ve güveni” sağlayacağını söyleyen Lideri tek başına iktidar ettik.

Erdoğan’ı sağduyunun ve huzurun, yani “sağlıklı aklımızın” sesi yaptık.

Ama Erdoğan giderek başka bir görevi misyon edinmeye başladı.

Başka bir yanımızın sesi olmaya başladı. Haklıydı da.

Erdoğan bizim egomuzun sesi idi!

Patlamak isteyen, kusmak isteyen, hesaplaşmak isteyen egomuzun sesi.

Öte yandan, o gün bir şey daha yaptık; yüzde 20 ile CHP’yi ikinci güçlü parti yaptık.

Taşlar yerine oturmaya başlamıştı.

Erdoğan egomuz, Baykal aklımızdı.

Olaya şöyle de bakabiliriz:

Yüzleşmeye hazır akıl egosuna izin verdi!

Hatırlayın, Deniz Baykal değil miydi, Erdoğan’a liderlik yolunu açan kişi.

Tabii burada konuyu liderler bazında çözümlediğim için, ordu, yasalar, cemaatlere hiç değinmiyorum.

Büyük yüzleşme ve kusma başladı nihayetinde…

Erdoğan bir travmaya parmak bastı, kustu, Baykal dinledi bir yere kadar, sonra frene bastı, orada dur, dedi.

Öyle ya, halk bir nefes alsın, bu kadar ağır travmaları, ağır acı gerçekleri veya olayları bir anda kaldırması zordur. Bir nefes alsın, şoku atlatsın, sonra sakinleşip sağduyu ile tahlil etsin, herkes buradan kendine düşen dersleri çıkarsın, sonra sağaltıma devam edelim.

Bu böyle gitti bir süre. Erdoğan kustu, Baykal dinledi, frene bastı.

Ortada, bir de BDP gerçeği vardı; en büyük travmamızın sembolü. Kusmayı en çok isteyen egomuzun bir parçası da o.

Burada, egomuzu da ikiye ayırabiliriz, tıpkı aklı ikiye ayırdığımız gibi:

Erdoğan ve AKP zaman zaman saldırganlaşsa da, sağaltımı aklın rehberliğini kabul ederek sürdürmekten yana egomuz, BDP ise sabırsız ve öfkeli, gerekirse aklı ezerek, isyan etmekten yana egomuzdu diyebiliriz.

Erdoğan aklın önemini Habur ve Marmara Gemisi olayında anladı.

BDP de geç de olsa anladı; Mersin olaylarında falan.

Devam edelim…

Öte yandan, baskıcı akıl frene fazla bastıkça, çok da yol kat edilemezdi.

Bize daha sağlıklı, daha olgun, gerçeklerle yüzleşmeye daha açık “sağlıklı bir akıl” gerekiyordu.

Bu da yetmezdi; bu sağlıklı aklın yüzleşmeden sonra, yaralı yere şifalı merhem sürmesi, yani yerine pozitif, sağlıklı ve umut verici yargılar koymamıza yardım etmesi gerekiyordu.

İşte, bu noktada Kılıçdaroğlu siyaset sahnesine girdi.

Adına, kimimiz “Gandi” dedik, kimimiz “sakin güç” dedik.

Barışçıl ve sağlıklı bir akıl gücünün sesi yaptık onu.

Tabii “sağlıklı akıl”ın işi kolay değildi.

Kılıçdaroğlu, “Kürt sorununu ben çözerim, ” “türban sorununu da ben çözerim” derken, demek istediği, “evet, sen yüzleşmek istiyorsun ve ben de bu yüzleşmeyi yapmaya ve yüzleşmeyi yönetmeye ve iyileştirmeye talibim, ” idi.

Baskıcı akılla kavga etmeye alışmış ego (Erdoğan-Baykal ikilisi) karşısında kendini dinleyen, yüzleşmeye hazır bir akıl görünce, şaşırdı.

Psikolojiyi bilen bilir, egonun iki amacı vardır; biri iyi biri kötü.

1.Sağlıklı amacı; travmaları kusmak, rahatlamak ve onaylanmak, yola mutlu devam etmektir.

2.Sağlıksız ego içinde gizli bir öfke ve intikam barındırır. Ve çok kurnazdır. Gücü ele geçirdi mi otoritesini ilan eder. Zaferini ilan eder!

Bundan sonra, travmayı iyileştirmek hak getire. Travma mravma iyileşmez, iyileşmediği gibi, ego kontrolden çıkar, benliğimizin her yanını yayılır. Ve benliğimizde canının istediği gibi at koşturur.

Ben bu durumu, toplumda ünü yakalamış kişilerde gözlemliyorum. Bakıyorsunuz, sanatı vs muhteşem. Ama özeline indiğinizde, görmek istemediğiniz bir özel hayat tarzı ve kişilik buluyorsunuz.

Eğer, egoyu iyileştirmeden zafer elde edilirse, olan bu oluyor.

Konumuza devam edelim…

Erdoğan şaşırdı önce Kılıçdaroğlu’nu karşısında bulunca.

Türban olayıyla Kılıçdaroğlu’nu sınadı. Kamu ve liseler konusunda seslenmeyip, olabileceğini ima etti.

Kılıçdaroğlu’ndan önce, baskıcı aklın temsilcileri çıktı ortaya. Baykal gitse de, varlığı ortada idi. Erdoğan’nın, “gizli gündemi” devreye koyacağından şüphelendiler.

Öyle ya, Erdoğan yer yer benliğimizi ele geçirebilecek sağlıksız egonun sesi de oldu. Bu da, şüphe uyandırdı haliyle.

Peki, bu duruma sağlıklı akıl ne diyordu; o ne yapacaktı. Onun tavrı önemliydi.

Kılıçdaroğlu bir an tökezledi. Kenara çekildi, kendini topladı. Sakin ve sağlıklı bir güç olmanın gereğini yaptı. Bu arada kendi bilgisi ve fikri ile yetinmedi. Toplumun kanaat önderleriyle bir araya geldi. Yani, profesyonel kişilerin bilgisine danıştı.

Bu iş, ne baskıcı aklın ezberiyle ne egoya otoriteyi telsim etmekle çözülmez idi.

Çıktı, “biz türban üniversitede serbest olsun, dedim ama Başbakan kamu ve liselere hayır diyemedi, ” dedi.

Yani, demek istediği: Benim ona iyi niyetimi gasp etmeye çalıştı. Ben onu dinlemeye ve sağlıklı bir çözüm bulmaya hazırdım ama bu anlayışımı o bir güçsüzlük, zayıflık olarak algıladı. Halbuki ben güçsüz değilim, ben “sağlıklı aklım.”

Bunun üzerine, Erdoğan da, yani egomuzun sesi de, şimdilik iyileşmek istediği yönde mesajlar vermeye başladı. Hoşuna gitti bu sağlıklı tedavi ve çözüm ortamı, hem zafer ilan etmek o kadar kolay değildi, Kürt sorunu, vs vs sağlıklı bir aklın otoritesi veya işbirliği ile çözülebilir, şifa bulabilirdi ancak.

CHP’siz Kürt sorunu, yasalar vs çözülmez, seslerinin yükselmesi bu yüzdendi.

(Devamı II. Bölümde)

 
Toplam blog
: 103
: 8825
Kayıt tarihi
: 18.10.08
 
 

İngilizce Öğretmeniyim. Ek olarak makale, kitap çevirisi yapıyorum. Antalyanın bir yerel gazetesinde..