Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

11 Mayıs '12

 
Kategori
Öykü
 

Loş Köşe

Loş Köşe
 

 Bir köşk, tarihten günümüze tanıklık eder gibi ağırlıyor yorgun bedenleri. Çevresi çiçeklerle bezenmiş, pek alımlı duruyor yeşilliklerin içerisinde. Ahşap bir mimarisi ile soğuk betan binalara inat dim dik duruyor kendine ayrılan bu nadide yerde. Yükseğe inşa edilişinin sebebi, konukları kahvelerini yudumlarken çevredeki güzelliklere seyre dalsın… Özenle tasarlanmış mimarisinde, her yanı camlarla donatıldığından olsa gerek; adına” Camlı Köşk” denmiş…Dün akşamüstü uğramıştım ilk kez camlı köşke... Mevsim bahar ya! Doğanın rengârenk güzelliklerle bezenmiş caddeleri ve sokakları gezmiştim… Baharın güzelliklerine sevdalı ben… Özelikle rengârenk çiçeklere… Bakar ve sohbet etmeye başlarım çiçeklerle. Anlaşıp varmışsak derinliklerine muhabbetin, artık somutlaştırmaktır görüneni makineme. Fotoğraf makinem, gözüm, gözüm yüreğim olur… Buluşurlar renk cümbüşünde… Camlı köşkte bir nefeslenip makinemdeki fotoğraflara bakarken kahve içmeli… Günün sonu mu? Başlangıcımı diye söylenmeli…Yeni oturmuştum ki gözüm ilişti size... Sizi gördüğüm anda başka bir şey düşünemez oldum. Elimdeki makinemi unutup daldım… Gözlerden uzak loş ışıklı bir yerde oturuyordunuz. Her girdiğim mekânda bakınırım, rahatsız etmeden tararım simaları… Size de, rahatsızlık vermemek için uzun bakamadım. Garsona bir kahve ısmarlarken, hissetim elimdeki makineyi, baktım makinemin belleği rengârenk çiçeklerle dolmuş… Arada göz ucu ile bakınırken size ince hatlı yüzünüzde, pırıl pırıl, narin begonyaların kırılganlığını... İnce dudaklarınızdaki ağlama hareketliliğini görür gibi oldum…Tüm gün sizi düşündüm.

Geçekle hayal arasında gidip geldim. Gerçekten sizi görmüş müydüm? En önemlisi sizi tekrar görebilecek miydim? Utanmasaydım o an fotoğrafınızı çekecektim. Her aklıma geldiğinizde bakıp sizi sizle anımsardım. Gizli fotoğraf çekmeyi doğru bulmadığımdan olsa gerek çekemedim.Çok istememe rağmen işlerimin yoğunluğundan dolayı üç günlük aradan sonra tekrar gelebildim. İçeri girince heyecanla bakındım… Telaşla otururken masaya… Evet, oradaydınız. Loş bir ışığın aydınlattığı köşe size ayrılmış olmalı. Aynı asil, mahzun tavrınızla aynı köşede, yine tek başınıza... Bu kez biraz daha yakınınızdaki bir masaya oturdum. Kahvemi ısmarladıktan sonra, bir süre kendimi zorlayarak sizden tarafa bakmamaya çalıştım. Yanlış anlaşılma korkusu ile kahvemi yudumlarken gözlerim sanki tesadüfen görmüş gibi size takıldı…Ahşap koltuğa kımıldamadan zarifçe oturuşunuza baktım. Oturduğunuz koltuk salondaki diğer koltuklardan farklı… Elleriniz, tırnaklarınız uzun ve bakımlı... O kadar narinler ki uzun süre gün ışığı görmemiş gibi. Oldukça rahat bir yaşantınız olmalı diye düşünemeden edemedim. Öyle ise neden bu kadar yalnız ve üzgün duruyorsunuz, gözlerinizi ileri bir noktaya bakarken kımıldamayan çehrenizdeki bu hüzün neden? Asil ve vakur duşunuzdaki bu hüzün…Derin bir hüzün içindesiniz. Bilinir ki her baharda insanlar daha bir canlı ve heyecanlı olur. İstemese de dudağında bir gülümseme asılı kalır. Duruşunuzda her şeye razı olmuş insanın kabullenilmişliğin çaresizliği seziliyor... Gözlerinizin altındaki halkalar! Yoksa tüm gece hüznünüze sebebe mi ağladınız. Nedir sizi bu kadar hüzünlü bir duruşa sabitleyen. Sabit oturuşunuzu tamamlayan bakışlarınızdaki acı figan… Bir tebessüm, olmadı, bir ani hareketle baksaydınız bana… İnanınız dünyalar benim olurdu, sizinle göz göze gelebilseydim…Siz, günümüzün her konuda erkeklerle yarışmayı görev sayarken farkında olmadan git gide kabalaşan kadınlarından olamazdınız... Sanki tarihin derinliklerinden, geçmiş zamanların asiliğini ve ıstırabını yüklenip gelmiş gibisiniz...Başınızı kaderci bir tavırla hafif yana eğmiş, gür siyah ve uzun saçlarınız yanağınızı bir kısmını kapatmış olsa da boynunuzu kapatamamış. Siyah elbisenizin üzerine taktığınız kolye… Evet, zarif bir kelebek takılı zincirin ucunda… Teninizin beyazlığı, siyah elbisenizin etkisiyle daha bir belirginleşmiş. Loş köşede güzelliğinizi tamamlayan bir ışık süzmesi var üstünüzde. Ayrılırken o akşam camlı köşkten vakur duruşunuzla öyle oturuyordunuz kımıldamadan…Her akşamüstü iş çıkışı makinem elimde çekerken fotoğrafları… Çiçeklere anlatır oldum seni…Mevsim bahar her taraf renk ışıltısı… Her akşam camlı köşke uğramak karşınıza oturup bir kahve içmek, kahve içerken makinemdeki renklerle buluşmamın yanı sıra size bakmam, sanırım camlı köşk garsonun da dikkatini çekmiş. Siparişimi alırken bana bıyık altından gülüşünü yakaladım. Uzaklaştığında ise daha coşkulu ağız dolusu kahkaha attığına da camlı köşk müşterileri tanıktı…Kendimi gülünç duruma düşürdüğümün farkındayım ama elimde değil ki, sizden etkilenmemek elde değil... İşte gene karşınızdayım, size yakın olmak, kaçamak gözlerle de olsa sizi seyretmek ne mutluluk...Gençsiniz, yüzünüz pırıl pırıl en fazla otuz beş olmalısınız. Güzelsiniz, sıradan bir güzellik değil oturmuş bir güzellik, asil bir zenginlik sergiliyorsunuz...O halde gözlerinizdeki değişmeyen bu hüzün, bu yalnızlık neden? Neden dalgın bakışlarınız uzaklara dalmış, bu köşede yapayalnız, kımıldamadan öylece oturuyorsunuz?Siz bu bahar mevsiminde dışarı çıkmalı, rengârenk bahçelerde eğlenmeli, olabildiğine mutlu olmalısınız. Bakın diğer masalara yaşıtlarınızın kahkahalarına da mı tanık değilsiniz. Yüzünüzde gülücükler olmalı, gözleriniz parlamalı, kendinizden geçercesine kahkahalar atmalısınız... Çıkıp yeşillikler içinde uzun ama yavaş adımlarla yürümelisiniz parklarda… Kuş seslerine eşlik edercesine şarkılar mırıldanmalısınız… Sizi bu köşeye mahkûm eden duygularınızı bilmek isterdim. Bu mutsuzluğunuzun sebebi ne? Hep o köşede ve o koltukta, sessiz, bir başınıza otururken kalbinizin sesini susturmaya çalışıyorsunuz.Kalbinizi ve gözlerinizi bahara, başka sevgilere kapatıp camlı köşkün bu loş köşesinde bir yalnızlığı yeğlemeniz…Birkaç günlüğüne bu şehir bensiz olacaktı. Camlı köşkte kahve içmekten mahrum kalacaktım! İşim gereği İl dışına çıkmam gerekiyordu… Öyle de oldu…Eminin camlı köşkün haylaz garsonu yokluğumu fak etmiş ve size dönüm muzip gülümsemeyle içinden ”senin ki yok”  demiştir. Hakikaten siz de benim yokluğumu fark ettiniz mi? Her akşamüstü gelip karşınızda oturan... Utangaç liseliler gibi belli etmemeye çalışarak göz ucuyla, kaçamak bakışlarla sizi izleyen beni... Benim yokluğumu hissettiniz mi?Sizden uzakta bu farklı şehirde sizi düşünürken içimi kuşkular kaplıyor. Ya dönüşte sizi her zamanki yerinizde bulamazsam… Ya yanınızda başka bir erkek olursa... O hüzünlü yüzünüzü benden başka birisi güldürürse... Gerçi bende bırak güldürmeyi hala isminizi dahi bilmiyorum. Artık her günüm sizinle geçiyor, sizli anları hayal ediyorum. Kimi zaman dalgın halimi görenler "Hayrola âşık mısın, nesin? " demeye başladılar. “Evet, âşığım, âşığınızım. Ben yıllarca sizi beklemişim meğer. Sizden önce her şey yarım, her şey eksikti benim için. Beni siz tamamladınız, ben ancak sizinle bir mutlu olabilirim” demek isterdim.

Günler sizsiz lakin sizle ve makineme aldığım birçok güzelliğin eşliğinde sürdü… Gezdiğim ve gördüğüm her yerde siz vardınız. Tarihi güzellikleri deklanşöre basıp makineme alırken size gösterebilme heyecanını da yaşıyordum… Size anlatmalı bu tarihi yerlerin efsanelerini. Belki habersiz yaşanmış tarihi aşk hikâyelerini… Size nasıl hitap edecektim? İsminizi dahi bilmiyorum... Hakikatten neydi sizin isminiz? Begonya, Nilüfer, Yasemin, Gül, Lale, Mimoza, Kır Çiçeği…Süre dolmuş camlı köşk şehrine dönmüştüm. Özlem dolu bir kararlılık içindeydim.Bugün size duyduğum hislerimi açıklamakta kesin kararlıyım. Kalbinizin de en az yüzünüz kadar güzel ve şefkat dolu olduğunu tahmin edebiliyordum. En azından sizi bu denli seven bir insanı hor görüp kırmayacağınıza, derinden yaralamayacağınıza inanıyorum.Tüm gün sizinle yapacağım konuşmanın tekrarı ile geçti.Dilimde Cahit Sıtkı Tarancı’nın; “Haydi Abbas, vakit tamam;Aksam diyordun işte oldu akşam.” Dizeleri ile uzun adımlarla koyuldum camlı köşkün yoluna…Camlı köşk kapısında kısa bir an durup soluklanıyor, üstüme çeki düzen veriyor sonra içeri adımımı atıyorum... Ama o da ne? Loş ışıklı köşe apaydınlık… Siz yoksunuz...Her zamanki yeriniz bugün bomboş... Telaşla salonda arıyor sizi gözlerim. Belki bugün salonun başka bir yerinde oturduğunuz düşüncesine inanmak istiyorum. Yoksunuz... Yok, yok yokluğun adı oldu camlı köşk…Her geldiğimde bıyık altından gülümseyerek kahve servisi yapan garson yanımdan geçerken koluna yapışıyor ve sizi soruyorum. Alaycı bir tavırla, bana açıkça gülmesi bile artık umurumda değil. Her şeye razıyım, yeter ki sizin nerede olduğunuzu söylesin bana. Gözlerinin içine bakarak dönüyorum loş ışıkların aydınlattığı fakat bu gün ap aydınlık olan köşeye…Oysa garson umursamaz bir tavırla omuz silkiyor "Ha! o mu?..." diyor, "Dün akşam bir kavga çıktı ortalık perişan oldu. Sabahtan beri temizleniyor oralar..."Birden sendeliyorum, tüm bedenim titriyor, camlı köşk çevremde dönüyor, olduğum yere yıkılmamak için tüm gücümle direniyorum. Kendimin bile zor duyduğu bir sesle "Kavga mı olmuş?.." diyorum."Evet, sandalyeyi yerinden kapan o hiddetle indiriverdi... Yere düşerken de eşyalara çarpıp paramparça oldu koca resim!!! Zaten çok uyarmıştım patronu bu resme nazar değer diye. Buraya konduğundan ve ışık oyunlarından dolayı uzaktan kaç aşığı oldu… Sanırım patronumuzda vurgundu bu resme. Ne de olsa onun eseriydi… Duyduğunda kavgayı, hışımla girdi içeri. Eski haline eser kalmayan resmi alınca yerinden süzülüp akıverdi katre katre gözyaşları yanaklarından...”Ben, beni alıp çıkarken camlı köşkün kapısından. Omuzumda Fotoğraf makinem, yüreğimde tarifsiz bir sızı, dilimde “Haydi Abbas, vakit tamam ;Aksam diyordun işte oldu akşam…

”Hasan DEDE08.05.2012

 
Toplam blog
: 46
: 1265
Kayıt tarihi
: 30.01.12
 
 

1967 Muş - Varto Doğumluyum. Kişinin kendini anlatması zordur aslında. Ne yazarsam yazayım, ne be..