Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

13 Ağustos '10

 
Kategori
Öykü
 

Mağaranın Kamburu-10

Mağaranın Kamburu-10
 

Karısını çıldırtmak isteyen bir adam...


-Merhaba. 

-Merhaba da, araya o kadar çok zaman girdi ki neredeyse seni tanıyamayacaktım. Altı aydan bile fazla oldu görüşmeyeli. 

-Böyle gerekti. Bazı problemlerimi halletmeden gelemedim. 

-Karını öldürme planların vardı. Uygulayabildin mi? 

-Hepsini anlatacağım. Önce geçen defaki konuşmamızda sözünü ettiğin okült bilgilerle ilgili cevabını almak istediğim sorular var. Bu konuda biraz çalışma da yaptım. Konuşmamız gereken çok konu var. O nedenle bu güne mahsus burada kalma süremi uzatabilir misin? 

-Hayır, olmaz. Süre belli, ortalık ağarana kadar. Ben anlatırken okült bilgileri küçümsüyor gibiydin, şimdi ise bu konuda bazı şeyler öğrenmek niyetindesin. Yoksa kendi mağaranı kurma fikri mi seni bu yola sevk etti? Sor bakalım! 

- İnatçı bunak! Biraz fazla zaman ayıracaksın diye ödün kopuyor. 

-Hakareti bırak ve konuya gel. 

-Peki, soruyorum: Hipnoz, psikokinezi, parapsikoloji (psikoloji ötesi) gibi kavramlar da bu konu ile mi ilgili? 

-Öyle sayılabilir. Çünkü onlar da bazı gizli bilgiler içermektedir. Ayrıca bunlara duyum ötesi algı’yı, Taoculuk’u, yogayı da ekleyebilirsin. 

-Peki, bütün mürşitler aynı gizli bilgilere mi sahiptirler. Müritlerine aktardıkları birbirinin benzeri bilgiler midir? 

-Bir tane öğreti yok ki, aktarılan sabit, belli bir bilgi olsun. Çok sayıda öğreti var; bu geçmişte de böyle idi bu gün de… Müritlere aktarılan bilgi, diğer insanlardan gizlenen bilgi ya da ezoterizm dediğimiz zaman daha kapsamlı bir konunun içinde buluruz kendimizi. O takdirde mesela bir Yahudi gizemciliği olaral kabul edilen Kabbala’yı , Eski Türkler’deki Şamanizm inancını hatta Masonluk’u bile bu kapsamda düşünebiliriz. 

-Ya büyü? 

- Evet, büyü veya sihir; diğer deyişle maji de okült bilgidir. Kahinler, medyumlar bu bilgileri kullanmışlardır. 

-Hangi amaçla kullanıyorlar ve uyguladıkları yöntem nedir? 

-Sorunu sondan başlayarak cevaplayayım: Anlaşılması kolay, ama uygulanması çok zor; daha doğrusu bazı koşullara bağlı bir yöntem var burada: Birtakım araçlar kullanarak değil, düşünce yolu ile evrendeki olaylara müdahale edebilme amaçlanıyor. 

-Yani esas amaç evrendeki olaylara müdahale edebilmek mi? 

-Evet. 

-Bu mümkün mü? Hani her şey bir düzen içinde ve kurallara uygun olarak gerçekleşiyordu? O zaman bir baldırı çıplak büyücü, kahin ya da mürşit nasıl oluyor da evrendeki olaylara müdahale edebiliyor? 

-O insanları küçümseme, bir gün bu yaptığından pişmanlık duyabilirsin. Buradaki müdahale mesela, yaydan çıkmış olan bir okun varacağı yer, hedefin tam ortası ise; oku hedefin dışına yönlendirme şeklinde anlaşılmamalı. Bu gerçekleşmemiş, başlamamış eylemlerle ilgili bir yönlendirme. İlahi düzenin bazı gerçeklerini görebilme yetisi. 

-Anlamadım, ama dediğin gibi olsun. 

-O zaman doğa ile konuşmayı bir dene. Bakalım sana neler anlatacak? Gerçek dost doğa’dır; bize her şeyi karşılık beklemeden verir. Bilgi de bunlardan bir tanesidir. 

-Doğayı inceleyecek zamanım mı var? Senin gibi bu mağaraya kurulup, ahkâm kesmiyorum; işim gücüm var benim. 

-Öyleyse zaman bulduğunda otur bilgisayarın başına Mistisizm, Panteizm, Metafizik, Spritualizm, Teofizi, Antropozofi, Ufoloji konularını bir incele. Okült bilgiyi kavramak, anlamak istiyorsan tabii. Çünkü bunlar da ezoterizm ile benzeşen yanları olan ama aynı olmayan kavramlardır. İstersen bu konuyu burada kapatalım ve gündelik yaşam olaylarına dönelim. 

-Evet, kayınpederlerin bizde olduğunu söylemiştim son görüşmemizde. Misafirlikleri biraz uzun sürdü. Gitmeden önceki gece yemekte, her sene yaptıkları gibi çocukları götürmeyi teklif ettiler. Her defasında olumlu görüş bildiren karım bu sefer karşı çıktı. Ben ne olumlu ne de olumsuz bir görüş beyan etmedim. Bu konuda en akıllıca davraniş susmaktı. Öyle de yaptım. Çocuklar da gitme konusunda ısrarcı davranınca karım, sonunda kabul etmek zorunda kaldı. 

-Beklediğin ortam gerçekleşti demek ki. 

-Öyle oldu. Ertesi gün kayınpederleri ve çocukları araba ile otobüs terminaline götürüp yolcu ettim. Sevinç içindeydim. İşteki arkadaşların bile bu sevinçli halim dikkatlerini çekmişti. Hatta espri olsun diye bir arkadaş “Kaynanasının gitmesine bu kadar sevinen bir damada da ilk defa rastlıyorum.” dedi. Ben işte iken planımı bir kez daha gözden geçirdim: Karım uyuduğunda arabadaki malzemeleri eve çıkaracaktım. Odasına girecek, başına balta ile vurup bayılttıktan sonra ellerini ve ayaklarını bağlayıp, ağzını sıkı sıkıya bantlayacaktım. Bu işlem bittikten sonra bedenini sürükleyerek banyo küvetinin içine taşıyacak, bıçakla kafasını kesecek ve bedenini parçalayıp siyah, kalın, büyük çöp poşetlerinin içine dolduracaktım. Geriye bu poşetleri aşağıya arabaya taşıyıp gömmek kalıyordu. Tam burada, daha önce kazdığım mezar aklıma geldi. Oraya birisi gömülmüş veya başka bir nedenle mezar kapanmış olabilirdi. Bu düşünce ile hemen işten çıkıp mezar yerine gidip kontrolümü yaptım. Herhangi bir değişiklik yoktu. 

-Her işinde böyle sağlamcı mısındır? 

-Her işimde olmayabilirim, ancak bunda en ufak bir yanlışlık yapma şansına sahip olmadığımı biliyordum. Eve geldim. Karım bana karşı son derece iyi davrandı.Yemek yedik. Ben de ona kırıcı bir davranışda bulunmadım. Televizyon izledik. Derken onun yatma saati geldi, “iyi geceler” dileyip odasına gitti. İyice uykuya dalmasını bekledim. İki saat sonra kapısına gidip içerdeki sesleri dinledim. Horlamasını duyunca, hemen aşağıya inip arabadaki malzemeleri getirdim. Baltayı alıp kapısının koluna abandım. 

-İstersen teferruatı anlatma. Çünkü eylemin oluş şeklini az önce de senden dinlemiştim. Hem böylece zamandan da kazanmış oluruz. 

-Sen ne diyorsun aptal bunak! Bir şey olduğu filan yok ki sana teferruatı anlatayım! Çünkü kapı kilitliydi. Başımdan aşağıya kaynar sular döküldü, sinirden kıpkırmızı kesildi yüzüm, elim ayağım titremeye başladı. Şok, şok, şok… İşte budur şok! Bu şaşkınlığım ne kadar sürdü bilemiyorum. Kendi kendime olumlu telkinler vermeye çalıştım. Bir yandan da içimden bir ses “kır kapıyı, gir içeri ve gebert mendebur karıyı!” diyordu. Zor tuttum kendimi. İyi ki öyle yapmışım; yoksa her şey mahvolabilirdi. Kendimi toparladıktan sonra ilk işim malzemeleri tekrar arabaya götürmek oldu. 

-Geçmişi defalarca yaşamak zorunda değilsin. Biraz sakin ol. Sesin çok rahatsız edici. 

-Kısa ve iyi bir yol seçmiştim. Olmadı. 

-Hedefe götürmeyen yol, kısa olsa ne yazar? 

-Zekama güvenir, kendimi çok zeki bulurdum. 

-Çok zeki olman bütün problemleri çözeceğin, bütün sorunların üstesinden geleceğin garantisini vermez. 

-Nerede yanlış yaptığımı düşünmeliydim. Bu yüzden kendime öfkeleniyordum. 

-Üzülme, her insanın yanlışlarının sayısı, doğrularının sayısının karesi kadardır. Planda değişiklikler yaparak gene istediğin sonuca ulaşabilirsin. 

-Ben de zaten öyle yaptım. Bundan sonra da odasını kilitleyerek yatacağı ihtimalinden hareketle, başka yollar aramaya başladım. Bunun için çok düşünmem gerekmedi; buluverdim: Karımı çıldırtacaktım. 

-Bu da önceki planına benzemesin! 

-Fırsat bu fırsat, vur sen de kambur! Lafların kırbaç gibi. 

-Uyarmaktı amacım. 

-Bu olaydan üç-dört gün sonra karım mutfakta iş yaparken odasına girip yorganının altına bir kertenkele koydum. Uzatmayayım, yatmaya gittikten beş dakika sonra faltaşı gibi açılmış gözlerle dışarı fırladı. Bu sırada bağırmak istemesine rağmen, sesi hiç çıkmıyordu, yani bağıramıyordu. Birkaç dakika sonra attığı çığlıkla zaten bunu telafi etmişti. Sesini apartmanda duymayan kalmadı, herkes camlara kapılara fırladı. Sakinleştikten bir saat kadar sonra yatmak için odama giderken o, salondaki kanepede oturmuş, şaşkın şaşkın bakınıyordu. Sabahleyin kalktığımda da aynı yerdeydi. Demek ki bütün gece uyumayıp orada pineklemişti. Bu olaydan on gün sonra araba ile birlikte alışverişten dönerken onun bulunduğu taraftan bir sokak lambasına bindirdim. 

-Kaza oldu yani. Dalgınlıktan mı? 

-Hayır, bilerek çarptım. Fazla hızlı olmadığım için bu çarpmadan bana bir zarar gelmeyeceğini tahmin ediyordum. Gene bastı çığlığı… Tabii titremeler, ağlamalar v.s.. Kaza nedeniyle alnında da küçük bir yara oluştu. Ön cama kafasını vurmuş olmalı. O günden beri benimle birlikte arabaya binmiyor. Şansa bak ki, daha sonra da kendiliğinden bir olay meydana geldi. Bunda benim herhangi bir katkım olmadı. Evin sokağında bir gaspçı çantasını almak için saldırmış. Karım çantayı vermemek için direnmiş, gaspçı da almak için bütün gücüyle çekelemiş. Sonuçta metrelerce sürüklenmiş, çanta da gaspçıda kalmış. Vucudu yara bere içindeydi. 

-Özetlersen iyi olur. 

-Kısa kes mi demek istiyorsun? Tamam özetliyorum, şu anda bir psikiyatristin tedavisi altında. Bir torba sinir ilacı var. Robot gibi dolaşıyor evde. Konuşmuyor bile. Bu arada önemli bir noktayı unutmadan söyleyeyim: Tedavisini yapan doktor, benimle de ayrıca konuştu ve bana “Çok dikkatli olmalısınız. Çünkü eşiniz çok ağır bir hastalık geçiriyor. Tıpta psikoz olarak tanımladığımız bir ruhsal bozukluk. Bu tip hastalar hem kendilerine hem de etraflarındaki insanlara zarar verebilirler. Açıkçası intihar edebilirler ya da birisini öldürebilirler. Tehlike sezdiğinizde lütfen, derhal bizi haberdar edin.” dedi. 

-Bir cümle ile ortaklık işinden de bahset de görüşmeyi bununla noktalayalım. 

-O iş tamam. Yeni işimde çalışmaya başladım bile. Şimdiden büyük paralar kazanıyorum. Bu işin kıymetini bileceğim. Nereden nereye geldim? Geçmişte yaşadığım maddi sıkıntıları düşünerek inşaat işine dört elle sarılıyorum. 

-Çiviyi dişinle söktüysen kerpetenin değerini daha iyi anlarsın. 

-Doğru. Arada sırada senden de güzel bir söz duymak ne güzel! Yarın gelebilir miyim? 

-Yarın olmaz. Öbür gün gel. Güle güle. 

-Hoşça kal. 

 
Toplam blog
: 1081
: 980
Kayıt tarihi
: 30.07.10
 
 

Uzun yıllar çeşitli sitelerde Oruç Yıldırım adı ile yazı yazdım. Dört tane romanım ve çokca da de..