Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

02 Ağustos '15

 
Kategori
Blog
 

Manda yuva yapmış söğüt dalına...

Manda yuva yapmış söğüt dalına...
 

Şarkı, türkü ve atasözlerinde “absürt” olur da, yazı uğraşında olmaz mı?


Elbette olur! Yeter ki çaba gösterin!


“Bir Alman zorda kalınca iğnenin deliğinden bile geçer!”


Söylem “absürt” ama oldukça anlamlı, değil mi?


Bazen bilinçli olarak saçmalamak iyi gelir insana! Kimileri de saçmaladığının farkında bile değildir! Ciddi ciddi zırvalar ve bu konuda anlayış ve hatta takdir bekler! Yazıda “gülümseten” tek bir satır yoktur ama yazarı mizahın öznesi haline gelmiştir! Ciddi ve tutarlı olmaya çalıştıkça güldürür!  Ama sadece güldürür!


 Öte yandan (Tam aksi istikametten)  arı kovanına çomak sokmak, yangına körükle gitmek yazarı rahatlatır! Tırmalanmak isteyeni tırmalamak sevaptır! Yazarlığın başat görevlerinden biri de kaşımaktır! Anton Çehov da bunu yapmıştır, Aziz Nesin de, Jaraslav Haşek de…


Ama pek bilinmez bu…


Klavyenin başına oturup “yemek tarifi” de yazsanız bu kural değişmez!


İlle de işin içine kendinizden bir şeyler katmanız gerekir!(Yazının içinde siz yoksanız bu hayat çekilmez; üzgünüm ama imzanız da bir işe yaramaz!) “Eğri ve yanlış” olanı fark edemeyen “doğru ve düzgün” olana ulaşamaz!


Yemek tariflerine güvenerek önlük kuşananlar her bi daim sükûtu hayale uğramışlardır!(Matematik ve mutfak birbirleriyle pek bağdaşmaz!)


Aşçılık zor zanaat! Eh; yaratıcılık ister! Salçayı yağda kavuruveriyorum, üstüne iki bardak su ilave edince domates çorbası oluyor, demeye benzemez bu iş!


Ölçüler “kesin” olması gerekirken muğlaktır zira! “Bir çorba kaşığı”, “iki su bardağı” ve “bir fincan” söylemleri sadece kafa karıştırmaya yarar!


Oysa her yemeğin bir öyküsü vardır! Yeter ki ölçülere dikkat edin!


Bi “gıdımık” tuz…


Bi “çimçik” karabiber…


“Azıcık” kimyon...


“Bi tutam” maydanoz dediniz mi yoğrulmuş kıymalar “köfte olur!


E afiyet olsun!(Ölçülerdeki kesinliği fark ettiniz, değil mi?)


Ama bütün bunlar ayrıntıdır!


Mesela:


İsimlerini gayet iyi bildiğiniz ünlü köşe yazarları, hafta sonlarını “bayanlara” ayırırlar! Kadınların ruh dünyalarına girdiler mi bir daha da çıkmak bilmezler. Hafta boyu süren politik didişmelerin verdiği yorgunluğu yeryüzü tanrıçalarını irdeleyerek gidermeye çalışırlar. Bir nevi dinlenmedir bu! Ufak tefek kaçamaklar dışında “tek eşli” bir yaşam sürmeleri konu hakkında “ahkâm” kesmelerine mani değildir.


“Absürt” dediğimiz de budur zaten!


Kimse de çıkıp “Ne gördün ki yazıyorsun? ”demez! İnsan en çok “bilmediği” konularda yazar.  Merakından efendim, merakından!


“Bir çorba kaşığı”, “Yarım fincan dolusu” ölçüleri havada uçuşur!


Hani sanki… Yeryüzü tanrıçaları ölçüye gelirlermiş gibi!


İnanın; hanımlar da “bıyık altından” gülebilirler bu duruma; e tabii çaktırmadan!


Kadınlar ne isterler?


Elinin körünü isterler!


Bu kadar basittir bu iş!


Kuru fasulyenin bile bir öyküsü vardır!


Tarifini yiyeyim sen onu anlat!


Mesele neyi anlattığınız değil be dostlar!


Nasıl anlattığınız önemli!


Doğru, dosdoğru “görüneyim” ve “vitrini parlatayım” derken…


Ortaya bir “absürt” çıkıyor ki anlatılır gibi değil!


Tıpkı “Yavrusunu sinek kapmış gördün mü?” der gibi!


Elbette yolun karşı yakasına geçerken önce sola, sonra sağa ve sonra yine sola bakacağız! Kırmızı ışıkta durup, yeşil ışıkta da geçeceğiz!


Ama bunu yazmak!(Okurken insanın içi bayılıyor ve çekilir nane değil.)


Yazmak bir itiraz!


Yazmak bir isyan!


Yazmak, “doğru bilinenleri mıncıklamak”…


Arı kovanına çomak sokmak…


Yangına körükle gitmektir!


Dostların “hoş tutulması gereken gönüllerine” gelince…


Yalanın, sahteliğin dostluklara ilaç olduğu nerede görülmüş?

 
Toplam blog
: 312
: 1658
Kayıt tarihi
: 10.02.07
 
 

Önceleri konuşurdu insanlar, "yazmak", sonraların işi... Duygu ve düşüncelerimizin yanı sıra gözl..