Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 
 

perihan reyhan ALKAN

http://blog.milliyet.com.tr/pra

19 Haziran '10

 
Kategori
Kültürler
 

Masal dinler gibi!!!

Masal dinler gibi!!!
 

(Günümüz çocuğundan mektup)

Annem Anlatır sıklıkla ve de özlemle, zaman zaman da babam…

Masal dinler gibi dinlerim hayranlıkla ve hiç bilmediğim, hiç yaşamadığım bu yaşanılasıları özlemle düşlerim kendimden bir şeylerle de bezeyerek.

Her ikisi de bana özense de bazen, yine de o yoksunluklarla daha mutlu olduklarını dile getirerek acırlar bana ve arkadaşlarıma. Acıyışları da daha bir özlemli kılar düşlediklerimi.

Yürüyerek gidilir mesafedeymiş okulları, bizler gibi itiş kakış servislere binmez, kaçıracağız diye telaş yaşamazlarmış. Okul yolu oyun yoluymuş da aynı zamanda, oyunlarla, şarkılar, türkülerle şakalaşarak giderlermiş. Hele de kar yağmışsa, doyum olmazmış okul yoluna kartopu oyunlarıyla.

Tek gayeleri öğrenmek, öğrendikleri oranınca da sınıf geçip daha o yaşta belirledikleri hedeflere ulaşmakmış, o yaşlarda belirirmiş gelecekteki meslekleri ve de çoklukla da ulaşırlarmış o hedefe. Böyle neredeyse okuldan çok olan dershaneler yokmuş o zamanlar. Her adımında eğitimin girilen sınavlar… Bitirme sınavları varmış sadece ilkokuldan başlayarak. Giriş sınavı sadece üniversite içinmiş ve dershaneye gitmeksizin, özel dersler, kurslar almaksızın girilirmiş sınava ve de çoklukla da kazanılırmış. Hatta şimdiki gibi ekmek elden, su gölden değilmiş pek çoğunun eğitim süreci, çalışırlarmış da bir yandan, yük olmayı aileye, harçlık istemeyi zül addederlermiş!

Kavgalar, çete savaşları, gruplaşmalar, birbirinin neredeyse gözünü oymalar da yokmuş; yardımlaşırlar, severler, hoş görürlermiş birbirlerini.

Edinimleriyle değil övünüp hava atmak, gizlerlermiş, göstermezlermiş, özenir, canı çeker üzülür diye edinemeyen arkadaşları. O nedenle de yiyeceklerini bile, okulun gizli saklı bir köşesinde yerlermiş görmesin diye hiç biri, ya da bölüşürlermiş bölüşebilecek kadarsa ellerindeki.

Bir sonraki sınıftakiler, bir önceki abla, ağabeylerinin kitaplarını kullanır, kalan defterleri düzenleyip kullanırlarmış yeniden.

Öğretmenleri geçim kaygısıyla değil, sevdikleri için tercih edermiş o mesleği; o nedenle de demezmiş hiçbiri; “Devlet bana ne veriyor ki ben de öğrenciye vereyim” ve de daha bir bilgili, daha donanımlı olurmuş öğrenciler ve gereksinim duymazlarmış dershanelere, her şey okulda öğrenilirmiş. O nedenle ki o günün lise mezunları bu günün pek çok üniversite mezunundan daha yetkinmiş!

Şimdiki gibi, hamburgerler, içeriğinde ne olduğu belirsiz içeceklerin envaı yokmuş o zaman. Anneler yaparmış evde her çeşit yiyeceği, gerekirse sandviçi de ve de mis gibi, kızılcık, vişne, gül, hatta gelincik şerbetleri. Kimileri ise tükenmez hazırlarmış her daim hazır olsun ve her meyveyi de içersin diye. Musluklu büyük küplere kat kat akla gelen her meyveyi yerleştirir, içine gül, gelincik yaprakları serper, birkaç çubuk da tarçın atar, suyla doldurup bir müddet bekledikten sonra, arzu ettikçe musluktan doldurup bardak bardak içer, eksildikçe üzerine su ilave ederlermiş. Küp serin tuttuğu için de, hele de buzdolabı olmamasına rağmen yazın pek bir ferahlık verirmiş o tükenmez.

Okul dönüşlerinde mis gibi yemekler bulurlarmış evde, hiçbiri hazır gıdalardan, hele de hormonlulardan olmayan. Çok çeşit olurmuş sofrada, çünkü komşular birbirlerine, kokmuştur, ya da bir tadına bakın siz de diye birer tabak verirlermiş her pişirdiklerinden. Evde, oyun aralarında yenilen kurabiye, börek, çörekler de çok çeşitliymiş, onlar da ikramıymış birbirlerine komşuların.

Herkes birbirinin evladını evladı görür, korur kollar, çocuklar da komşu teyze ve amcaları anne baba bilir, saygıda kusur etmezmiş. Büyükler de öyle bilirmiş birbirlerini, kardeş kabul ederler, üzmemek, incitmemek için gayret sarf eder, her derdine koşarlarmış birbirlerinin.

Televizyon yokmuş, bilmezlermiş nasıl bir şey, hele de bilgisunar, cep telefonu aklın ucundan geçer şeyler değilmiş, hatta evlerin bile pek çoğunda yokmuş telefon.

Nasıl yaşarlarmış, ne yaparlarmış bunlar olmaksızın diye şaşar dururum sıklıkla, hele de bilgisunarsız ve cep telefonsuz. Annem ise, “O nedenle ki belki de insanlar daha saygılı ve duyarlıydı birbirlerine” diye yanıtlar bu şaşkınlığımı ve açıklar uzun uzun iki devrin karşılaştırmasını yaparak.

Onlar bizim gibi tüm günü bilgisunar başında değil, çocuk bahçeleri, yoksa kendi bahçeleri ve sokaklarında geçirirmiş. Göz alabildiğine yeşil alanmış etraf, toz toprak değil.

Kızlar ip atlar, seksek, beş taş, evcilik oynar, hulahop çevirir, kendilerine bezden bebekler yaparlarmış, onlara elbiseler, yatak, yorgan, yastık dikerlermiş. Erkek çocuklar; çember, topaç çevirir, telden, tahtadan arabalar, tornetler yapar, yarışırlarmış. Top oynarlarmış o yeşil alanlarda. Misket, ceviz… Ortak oynanan oyunlar da varmış, saklambaç, kör ebe, istop, yakan top, altılı, yedili kuka, uzuneşek…

Mutluymuşlar, mutlu bir yorgunlukla dönerlermiş evlerine akşamları. Belki de bu uğraşları sayesinde şimdikilerden daha becerikli olmuşlar, daha bir zanaatkâr… Kadınlıklarında her biri kız çocuklarının kendi dikişini, söküğünü dikebilir olmuş. Erkekler eve tamirci getirme gereği duymamış her bozulanı kendisi tamir eder olmuş. Belki de ondan şimdinin kadınları bir düğmesini bile dikemeyip terziye götürür olmuş, erkekler ise bir tornavida bile tutmayı beceremez durumda!

Şimdiki gibi maddi yoksunluk yokmuş; aslında daha da çokmuş ama insanlar kanaatkâr, tutumlu ve gösterişten uzak yaşadıklarından, para bile biriktirip mal mülk edinebiliyorlarmış. Eskidi ya da modası geçti diye ertesi yıl daha giysilerini, hatta ev eşyalarını atmaz, yamar, model değiştirir, onarır, giyer ve kullanırlarmış.

Soba varmış evlerde, sucuk, kestane pişirirler, sürekli üzerinde duran çaydanlığın cızırtısı musiki gibi gelirmiş kulaklarına. Ev oyunları oynarlarmış o sobanın başında, tombala kızmabirader, amiral battı, isim-şehir…

Bayram demek sadece tatil demek değilmiş, herkes bu bayram da nereye kaçsam kaygısında değil, bu bayram daha çok kişi gelse temennisiyle, günler öncesinden telaşlanır, daha ne hazırlıklar yapabilirim, neler ikram edebilirim telaşına düşermiş. Günler öncesinden, gidilecek yakınlara götürülecek çikolata, lokumlar, hediyeler hazırlanır, çocuklara verilecek harçlıklar, mendil ve çorap hediyelerinin arasına yerleştirilip güzelce paket edilirmiş. Bazen de en güzel oyuncaklar eşliğinde. Evler, sofralar şenlenir, her evde gerçek bir bayram havası esermiş.

Kandiller de çok görkemliymiş, şimdi haberimiz bile olmuyor oysa. Anneler gündüzden yaparmış hazırlıklarını. Helvalar kavrulur, çörekler yapılır komşulara dağıtılırmış, akşam için şerbetler hazır edilirmiş. Babalar evlerine kandil simitleriyle gelir; akşam yemeğinden sonra ailece namazlar kılınır, kuranlar okunur, huşu içinde mevlit dinlenir, dualar edilir, büyüklerin elleri öpülürmüş. Ayrı evde olan büyüklere el öpmek üzere ziyarete gidilir, mevlit ardından, annelerin hazırladığı çörekler, babaların getirdiği kandil simitleri, yine annelerin hazırladığı şerbetler eşliğinde yenilirmiş, ardından da helvalar. Tütsüler yakılırmış, gümüş ya da pirinç buhurdanlıklar içerisinde. Evin her yanına gül suları serpilirmiş.

Çocuklar akşamüzeri evlerinin önlerinde kandil binaları inşa ederlermiş, hangimizinki daha güzel ve görkemli olacak telaş ve merakıyla. Tuğla ya da taşları ıslak kumla pekiştirerek üst üste dizerler, çakıllarla süsler, denize yakınsalar, topladıkları midyeleri yanlarına iliştirip içlerine gazlı pamuklar koyar, hava kararınca da yakarlarmış.

Gündüzden ise kandil fenerlerini hazırlamış olurlarmış, sopaların ucuna boş konserve kutuları çakıp, içlerini kullanılmış üstübü ya da gazlı pamukla doldurur, minyatür kandil binalarının ışıklarından sonra onları da yakıp, fener alayına çıkarlarmış. Anneler hazırlıklıymış gündüzden. “Yağ parası, mum parası kandil geldi kandil parası” diye hep bir ağızdan avaz avaz bağırarak kapı kapı dolaşır, her evden, yiyecekler verilir, en son gidilen evin bahçesinde, evin annesinin ikramı şerbetler eşliğinde yenir, verilen harçlıklar pay edilir, yazsa doğru dondurmacıya gidilirmiş.

Her zaman oyunla geçirilmezmiş okuldan arta kalan zaman, hele de tatil ayları. Şimdiki kadar bol kitap yokmuş, alınamıyormuş da. Alınabildiğince, her gün birinin evinin bahçesinde toplanılır, herkes kitaplarını getirir, birbirleriyle değişerek okurlar, anneler de ikramlarda bulunurmuş bu davranışlarından da hoşlanarak. Kimi gün de çocuk kütüphanesine gidilir, dönüşte mutlaka pastaneye uğranılırmış, ardından çocuk bahçesine, ellerinde pamuk ya da, kâğıt helvalar, horoz, düdük şekerleri, macunlar…

Hafta sonları çocuk sinema ya da tiyatrolarına gidilir, radyodan dinlenirmiş masallar, düşlerle bezeyerek…

Şimdiki gibi, bilgisunar başında tüketilmezmiş velhasıl çocukluk!..

p.r.alkan

 
Toplam blog
: 290
: 553
Kayıt tarihi
: 11.03.08
 
 

İlk ve orta öğrenimimi Gölcük/ Kocaeli, lise ve üniversite öğrenimimi Ankarada gördüm. İlk okuldan..