Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

26 Kasım '12

 
Kategori
Güncel
 

Maslak 1543, La Minör Tuzla Konçertosu !

Maslak 1543, La Minör Tuzla Konçertosu !
 

Doktorum bir yakalarsa, eminim canıma okur! Çünkü bana demiştir ki sen bir robot değil, insansın ve normal insanlar günde 25 km yürümezler! Hayatta tanıdığım en şanssız eklemler seninkiler! Takıcam yakında platin protezi, anlayacaksın olayın ciddiyetini !

Gel de tırsma da bende tırsacak göz nerde:)

Ya doktor, her gün Glucosamine+Chondroitin takviyesi alıyorum ya, korkma 90 yaşıma kadar yürürüm ben savunmalarıma da acı acı güler. Aramızdaki anlaşmazlığın nedeni: Bana göre, eklemler yürümekle aşınmaz. O’na göre ise, yollar yürümekle aşınmaz:) Zaman hangimizin haklı olduğunu gösterecek!

Laf aramızda, aslında haklı. Ama jogging benim için bir hayat biçimi. Haftada üç sabah 05’te 7 km yürüyorum. Ayda bir de hafta sonları -benim gibi kaçık üç arkadaşımla- Caddebostan-Tuzla arasını sahilden yürüyoruz. 25 kilometrelik parkur yazın daha da keyifli oluyor. Çünkü sıcaktan her bunaldığımızda kendimizi denize atıp serinliyoruz. Saat 13’e doğru Tuzla’ya varıp, kendimizi köfte-piyaz’la ödüllendiriyoruz. Tabii ki -dönüş için- birimizin arabasını Tuzla’ya memnuniyetle getirip köfte şölenine ortak olacak biri bulunuyor:)

Bu hesaba göre yılda 1300 km yürüyorum. Yani, İstanbul’dan Diyarbakır’a !!

Bilirsiniz, yalnız yürüyüşlerimde çevre ve insanlarla pek ilgiliyimdir, onları izlerim; ama arkadaşlarımla maraton yürüyüşlerimizde daha çok birbirimizle ilgiliyizdir. Memleketin hali, iş durumları, çocukların okulu, yeni alınan araba, cep telefonu vs derken köfte kokuları Tuzla’ya yaklaştığımızı haber verir!

Cumartesi de -pedometrelerimize göre- tempomuz iyiydi ve Maltepe’ye yaklaşıyorduk. 50 mt kadar önümde bir simitçi vardı. Beyaz önlüklü yaşlıca simitçi fırından yeni geldiği anlaşılan büyükçe bir sepetten simitleri camlı küçük arabasına boşaltıyordu. Bu işi yaşından beklenmeyecek bir hızla ve çıplak elleriyle yapıyordu! Bir müddet yanında durarak onu izledim! Huyumu bilen arkadaşlarım gülüşmeye, yandı adamcağız demeye başladılar!

“Selâmün aleyküm amca!”

“Ve aleyküme selâm evlat. Simit mi istiirsen?”

“Yok, ben bir ıslak hamburger bir de sosisli-Amerikanlı alayım!”

Amcamın bana bakışlarındaki çaresizlikle arkadaşlarımın uğraşma adamcağızla, terimiz soğuyor bakışları karşısında şaka yaptım be amca, ver bir simit dedim.

Maşayı aldı ve sepetten eli yüzü düzgün bir simit seçti. Tam torbaya koymak üzereyken; ya amca, sen az önce simitleri ellerinle diziyordun, şimdi bana maşayla veriyorsun! Anlamadım ben bu işten bir şey! Senin işinde temizlik esas değil mi dedim.

“Biz haci adamiz!”

“Ee, ne oluyor hacı olunca?”

“Bu eller kutsal yerlere dokunmiş, zemzemle yıkanmiş eller! Kazanç bol olsin, okunmiş olsin diyem ellirim simitleri !”

“Haa, şimdi anladım! Peki, bu maşa ne o zaman?”

“Valla, şimdinin asontirik insanları maşayla ver diye tutturii.”

“Bir de arabaya nasıl dizdiğini görseler!!”

“He valla, görsinler; hacca gitmiş kadar olirlar!”

“Ver öpeyim o zaman zemzemli ellerinden amca!”

“El öpenlerin çok olsin oğlim. Al simidini de afiyetle yiyesin.”

Simit filan yemeye niyetim yoktu tabii de Jon ve arkadaşları bayram etti.

“İslâm Temizliktir" denmiş ya ben henüz buna hiçbir İslam ülkesinde şahit olamadım!! Güne erken başlıyorum ve fırınların sabah ekmeğini hazırlayışlarına şahit oluyorum bazen! Sanıyor musunuz ki eldiven kullanılıyor! Sanıyor musunuz ki yere düşen ekmek kenara ayrılıyor! Size satarken giydikleri eldiven, tuttukları maşa ellerinde ne kadar eğreti duruyor, fark etmiyor musunuz? O, eldivenli elle para da alınıyor, sağ sol da tutuluyor, mıç da kaşınıyor! Maksat, dostlar alışverişte görsün!

Bu parkurun manzarası deniz ve Adalar’dan öte değildir de bugün insanlar bana çarpıyordu! Tempoyu yükselttik. Burnumuza da köfte kokuları gelmeye başlamıştı. Oysa daha Pendik’e yaklaşıyorduk. Az ötemizde yine bir tekerlekli tezgâh ve başında da insanlar vardı. Bacasından dumanlar tüten arabanın tepesindeki tabela dikkatimi çekti !

“İşte Deniz =>”

Evet, yazının sonunda -hemen birkaç mt ötesindeki denizi gösteren- bir de ok vardı !

Gel de anla! Zekasına hayran olduğum Türk insanı yine bir mesaj veriyordu da neydi !

Arabanın yanına yaklaşınca ne sattığı da verdiği mesaj da anlaşıldı espritüel Türk insanının !

Köfte satıyordu!

“Geel vatandaş, geell !! Ben insanlar mutlu olsun, onu istiyorum! Köftenizi yerken hemen yanınızda böyle bir deniz olsun istemez misiniz! İşte deniz !!”

Ağzım kulaklarımda, sarılasım geldi köfteciye ve hatta alnından öpesim:) Arkadaşlarım anladı yine olacakları ve biz yürüyoruz, sen yetiş arkamızdan deyip devam ettiler!

Kim tutardı bizim köfteciyi ! “Maslak 1543 Köftecisi. Hayal ettim ve yaptım, gurur duyuyorum!” diye bağırırken, millete köfte yetiştiriyordu!

Ee, bu zeka küpüyle atışmazsam olmazdı yani:)

“Birader köfte yiyecektim. Yarım ekmek yapsana!”

Tam maşayı köftelerden birine değdirmişti ki başladım şovuma!

“Bu değil.”

Diğerini alacaktı ki,

“Bu da değil. Ben farklı bir şey istiyorum.”

Bana bakan gözlerde tebessüm belirmeye başladı.

“Bunlar sıradan. Sen anlamıyorsun beni. Daha güzel bir köfte istiyorum ben.”

“Vayyyy, abisiii. Çaktın sen benim numarayı:) Ama haksız mıyım be abi. Adam çıkmış, insanlar mutlu olsun istiyorum diyor, 1+1 daire 500 bin lira! Hangi halk hangi insanlarmış bu!!”

“İşte bu!! Ne kadar benim borcum birader?”

“5 lira abi.”

“Oo, işte şimdi olmadı. İnsanlar mutlu olsun diye çalışıyorsan, yarım ekmek en az 20 lira olmalı.”

Günümü gülünür kılan zeki gence 20 lira verdim ve köftemi de alıp uzaklaşırken sesi geliyordu!

“Hayal etme vatandaş, ye de tarih seni yazsın!”

Elimde yarım ekmek köfteyle -tarihe geçmiş olarak- Tuzla’ya köfte yemeye gidiyordum! Arkadaşlarımla arayı kapatmak için hızlandım ve elimdeki paketi görmemeliydiler! Yoksa saatlerce çenelerini kapatamazdım! Tanrı dileğimi duymuştu ve az ötede -küçük tahta sandığıyla- boyanacak ayakkabı bekleyen ufaklığa uzatınca paketi, çok mutlu oldu.

Benim manzara merakım yüzünden yarım saat rötarlı girdik köfteciye. Yıllardır biz delileri sabır ve ilgiyle bekleyen Hasan Abi de “yaşlanıyorsunuz galiba, bugün geciktiniz.” deyince bizimkiler üzerime çullandı.

Ayda yediğim kırmızı et miktarı yarım kiloyu bulmaz. Ben tavukçul ve de balıkçılım:) Ama 5 saatlik yürüyüşten sonra 1.5 porsiyon köfte ve piyaz çok iyi gelir. İrmik Helvası için de diğer tabaklara yeşillenirim:) “Onlar da az yesin”dir maksadım!

Kahvelerimizi höpürdetirken, “Fazıl Say halka bir mektup yazmış, okudunuz mu?” dedi Taner!

Ben okumuştum! Geçen hafta dostlarımdan biri iletmişti. Ve böylece kahve sohbetinin konusu da belli olmuştu. Sazı ilk ben aldım elime!

Ben Fazıl Say’ı çok sevenlerden ve tepkisini de bir yere kadar anlayanlardanım. Anlayamadığım tek nokta: Ne yaşıyla ne sosyal konumuyla ne de dünya vatandaşlığıyla örtüştüremediğim sert üslûbu! O’nu mahkemelere taşıyan sözleri neydi, hatırlayalım;

“Arabesk denilen iğrenç şeyi sevmemek vatanseverlik, sevmek ise vatan hainliğidir.”

Yer yerinde oynamıştı tabii.

“Sana Mektup” başlıklı son mektubunda da geçmişte hatalı bir laf ettiğini kabul ediyor; ama özür dilemektense onu bu sözü etmeye iten nedenleri açıklamayı yeğliyordu! Bana hep öteki, kafir, elitist dedin; yaptığım besteleri, dünya birinciliklerimi, Anadolu turnelerimi görmedin. Bunlar hep sana uzanışlarımdı. Itri'yi, Veysel'i, Dede Efendi'yi ve evrenselliği savunup, iğrenç ticari müzikleri sana zararlı bulduğumu tekrarlıyorsam ve sen yine de kaldığın yerde sayıklıyorsan; ilerlemek, keşfetmek, öğrenmek yerine ölüm kültüründen ayrılmak istemiyorsan, e o zaman Nazım Hikmet haklıymış, ‘suçun tamamı değilse de çoğu sende’ diyerek halka sitemde bulunuyordu!

Ve mektubunu, 1000 tane köşe yazarı 10.000 tane "Anti-Fazıl Say" köşe yazısı yazsa ne olacak? Mezopotamya Senfonisi mi daha değersiz bir eser olacak? Ne olacak? Lütfen bir adım at, uzlaşabil benimle. Ben sana elimi hep uzattım. Hiçbir zaman görmedin. Görmek istemedin sözleriyle bitiriyordu.

Mektup iyi hoştu da kendi durulmuyordu ki ! Geçenlerde de CNN’deki bir programda halk dediğin üç beş it kopuk deyiverdi !

Şimdi, Fazıl Say’ın -bence- nerelerde hatalı davrandığını ve halkla nasıl uzlaşabileceğini konuşalım.

- Ülkemizde bir arabesk gerçeği var ve sevenlerinin sayısı da herhalde klasik müzik/piyanoseverlerden fazladır. Farklı müzik türlerini sevenlerin birbirlerini hakaretengiz sözlerle yermesi doğru değil. Hele ki bu, göz önünde olan ünlü bir sanatçı tarafından yapılırsa tepkiler katlanarak artıyor! Üslûbun sertliği konuşmalardaki anlaşılabilirliği engelliyor! Ben de arabeski sevmiyorum ve dinlemiyorum; ama düşüncemi de kendime saklıyorum. İstesem bu konuda bloglar yazamaz mıyım! Ve lütfen dürüst olalım, bir Orhan Gencebay eseri olan “Hatasız”ı Tarkan’ın yorumlaması kötü mü olmuş? Eminim ki Orhan Baba da çok beğenmiştir. Peki, PopKral Tarkan’ın karizması mı çizildi bu durumda?

- Ben Say’ı çok seviyorum, başarılarıyla da gurur duyuyorum. Piyanist, bestekar kimliklerinin yanında yazar kimliği de var. Resmi web sitesindeki konser programına bakın da ülkemizi dünyada başarıyla temsil eden bu insanın ne zaman uyuyabildiğini düşünün! Dünyanın ayakta alkışladığı ne eserleri var: Hezarfen Ney Konçertosu, İpek Yolu Konçertosu, İstanbul Senfonisi, Nasreddin Hoca’nın dansları, Nazım Oratoryosu aklıma gelenlerden birkaçı. Ve mektubunda da bu eserleri halkı için yaptığını söylüyor! Çıktığı Anadolu turnelerini de halkla kucaklaşma olarak niteliyor! Oysa bu onun gözünden halka bakış ve nihayetinde de -kendi bakışının yarattığı yanılsamayla- kırıcı ve sitemkâr demeçleri geliyor!

Halkla kucaklaşmak başka bir şey! Çoğunluğun beğenilerine ya ortak olacaksın ya da sessizce uzakta duracaksın. Hele ki o beğenileri yerip de ben sana Mezopotamya Senfonisi ile elimi uzattım, sen tutmadın hiç demeyeceksin! Senin halka gidişin, camları kapkara bir limuzinle Sultanbeyli’de bir tur attıktan sonra Etiler'e dönmeye benziyor!

Gerçekten de halka gitmek ve uzlaşı istiyorsan birkaç tüyo vereyim sana.

- Bir kere, senin başarılarını, ülke sevgini görmezden gelmek de vatan hainliğidir. Halkımız da emin ol ki seni seviyor, başarılarınla gurur duyuyor. Sadece -sert üslûbun nedeniyle- biraz kırgın.

- Bak ne konçertolar, senfoniler yazmışsın; Nazım’ı, Nasreddin Hoca’yı, Aşık Veysel'i Say'ca yorumlayıp bize yeniden yaşatmışsın; Cem Adrian, Sertab Erener ve Burhan Öçal’la çalmışsın; Orhan Baba’nın, Müslüm Baba’nın da bir eserini yorumlasana. Hatta aynı sahneyi paylaşsana! Müslüm Baba, Kenan Doğulu'nun Tutamıyorum Zamanı adlı parçasını, Teoman'ın Paramparça'sını ne güzel okudu; Kuruçeşme Arena ve Al Jamal'de düet de yaptılar. Ajda Pekkan, Sezen Aksu ve Nilüfer dahi Orhan Gencebay eserleri okurken, sen niye karalar bağlayıp ilgi bekliyorsun! Karışsana aralarına! Bu arada, müzisyenin kılcal damarı bile olamaz dediğin Müslüm Baba’ya geçmiş olsun mesajı göndermişsin, ne iyi etmişsin; gidip hastanede de ziyaret etsene, elini öpsene. Orhan Baba'yı da ziyaret et, o da -bypass geçirmiş- yetmişine merdiven dayamış bir sanatçı büyüğün. Gerçi onun için de üçüncü sınıf müzisyendir dedin; ama seni karşısında görse eminim gözleri dolar, affeder! Halkı arabesk üzerinden kırdın ya ve artık seni sevsinler istiyorsun ya, ondan diyorum!

Yanılmıyorsam yıl 94’tü ve Stuttgart’ta iki yıldızlı bir otelde kalıyordum. Küçücük salonunda kahvaltı ediyordum ki içeri Müslüm Gürses ve Muhterem Nur girdi. Çok şaşırmıştım. Hadi bizim paramız kıttı da öyle ünlü sanatçıların o ucuz otelde ne işi vardı !

“Günaydın abi” dedim heyecanla, “Günaydın gardaş.” deyip masama oturdular! Bir ara Muhterem Hn yumurta almak için kalkınca, “Muhterem, Ata gardaşım da yumurta almayı unutmuş, ona da getiriver.” dedi.

Ve ben de arabeski sevmiyorum; ama halkın içinden çıkan bu mütevazı insanları seviyorum. Halka el uzatmak, senfoni ya da konçerto bestelemekle, Anadolu’ya gidip konser vermekle olmuyor ne yazık ki! Halk sana nasıl adım atsın Fazıl kardeşim! Arabeski mi sevmekten vazgeçsin yoksa senin sert söylemlerini mi sineye çeksin? “Size çikolata parçacıklı pasta gönderdim, beni neden sevmiyorsunuz?” demek gibi bir şey senin mektubun! Eğer ki bu halkın seni sevmesi önemliyse mektup da yazmana gerek yoktu! Çoğunluğun tercihine saygı gösterip Müslüm Baba’yla Orhan Baba’yı ziyaret ederdin ki senin kaç yaş büyüklerin, Anadolu’da sahneden inip mahalle kahvesinde kıtlama şekerle bir çay içer, Neşet Ertaş dinlerdin, gör bak bu koca yürekli halk seni nasıl kucaklardı! Tabii, kara kara inciler saçmaya da son verirdin! Hani uzlaşı istiyorsun ya -eminim ki yanında akil danışmanların vardır; ama- ben de bir sevenin olarak halk sıcaklığı kıvamında düşüncelerimi paylaşayım istedim seninle !

Saat dörde geliyordu ve sohbetin sıcaklığıyla içimizde çay-kahve ağacı çıkmak üzereydi.

Ya geçen sene de Sertab Erener’e, 'Amy Winehouse'un beyninin binde biri sende olsaydı...’ gibi bir şeyler söylemişti galiba dedi Sorgun giderayak!

Yoksa arabeskten sonra pop da mı nasibini alacaktı. Sezen Aksu da kompozisyon öğrencisiydi ya ona göre!

Beş saatlik maraton ve üç saatlik istirahatten sonra artık 25 yaşında değilsiniz bayım diyen eklemlerime kulaklarımı tıkadım; ama -ayaklarımı uzatabileceğim- arabanın ön koltuğuna oturmayı da ihmal etmedim!

 

 
Toplam blog
: 462
: 1159
Kayıt tarihi
: 07.03.09
 
 

Ne güzel bloglar yazdık, ne muhteşem dostluklar kurduk; onlar kaldı baki... ..