Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

03 Ekim '08

 
Kategori
Kitap
 

Masumiyet müzesi ve taşınma 3

Masumiyet müzesi ve taşınma 3
 

http://www.turkiye-resimleri.com/r-istanbul-38-istanbul-vapuru-3808.htm


Kitabın yarısını geçmeyi başardım. Taşınma hazırlıklarının ve hastalıkların, kısalan günlerin yoğunluğuna rağmen, hiç olmazsa sabahları kızımı okula bırakıp döndükten sonra (dönüşte çabucak alışverişimi de yapıyorum), kahvemi özel köşemde içerken kitabı da okuyorum. İyi ki üstü kapalı geniş bir terasımız var. Bu sene terası Akdenizli yaptım; pembeden kırmızıya çeşit çeşit sardunyalar ektim saksılara. Arada bir kafamı kitaptan kaldırdığımda içimi neşeyle dolduruyorlar. Hava soğuduğu halde hâlâ dışarıda oturulabiliyorum. Kitabın içine girdiğim zaman bütün şehir gürültüleri bitiveriyor. Ancak büyük fincandaki kahvem bittiğinde (ki bitirmem epey uzun sürüyor) toplanma işine koyulmam gerektiği için, rahatsız biçimde birkaç cümle okuyup da okuduklarımı anlayamayınca, kitabı kapatıp işe koyuluyorum. Ama iş yaparken kafamda roman devam ediyor, tekrar okuduklarımı izlerken yakalıyorum kendimi.

Roman için her ne kadar “aşk romanı” dense de, ben “aşk” ile beraber öyle çok incelik yakalıyorum ki içimden “insan” romanı demek geliyor, veya daha bilgiç bir sözcük: “birey” romanı. Yazılmamış sosyal kanunların baskısı, insanın kendine dürüst olmasını bile engelleyecek kadar çelişkilere sürüklüyor. Bu durumda takıntıların olması normal değil mi? Çoğumuz kafamızın içinde, hayallerimizde, birisinin bizi çok etkileyen sözleri karşısında o anda sessiz kaldığımız halde, sonradan, sessizce, kendi kendimize o insanla tartışıp, bütün söylemek istediklerimizi söyleyip, hesaplaştıktan sonra kendimizi haklı çıkarmışızdır. Ve aslında bütün içimizden geçenlerin hiç farkında bile olmayan o insanın, hiç olmamış gibi yaşamı sürdürmesine içerleyip kendimizi değersiz de görmüşüzdür.

Eşyaları koklama ve tatma kısımlarını okurken, geçenlerde okuduğum, Nobel ödüllü fizikçi Feynman’ın “Eminim Şaka Yapıyorsunuz Bay Feynman” (Evrim Yayınevi, Mayıs 2000) adlı kitabını hatırlayıp gülümsedim. Feynman, köpeklerin koklayarak iz sürmesini merak edip kendisi de deniyor. Örneğin; karısının altı kokakola şişesineden birini yarım dakika kadar elinde tutup bırakmasını sonra kendisini çağırmasını söyleyerek odanın dışına çıkıyor. İçeri girdiğinde koklayarak şişeyi buluyor. İnsanlar üzerinde merak edip hiç denemedim (gerçi aynı parfümün her tende ayrı duruşu, karakteri olduğu bilinir) ama şehirlerin kendine özel kokuları, sesleri olduğunu çok iyi ve derinden biliyorum.

Orhan Gencebay’ın şarkılarını ve Türk filmlerini okurken benim anılarım kitaba karışıyor: O şarkılar ünlü olduğunda Erzincan Lisesinde öğrenciydim. Sonra Üniversiteyi kazanıp Ankara’ya gittiğimde o filmler ve şarkılar benim yol arkadaşım oldu. Her tatilde veya her büyük olayın ardından okullar kapandığında yollara düşerdim. Ankara Garında otobüsü beklerken mutlaka o filmlerden biri videodan yayınlanırdı. Otobüste yol boyunca (az yol değildir Ankara-Erzincan arası) o şarkılarla gecenin karanlığına veya değişip duran gündüz manzarasına bakardım. İlle de “bayan” yanı olurdu yerim veya hiç kimseyi oturtmazlardı yanıma. Özellikle gece yolculuklarında şoförlerin koruması altında olurdum, molalarda bana çay yollarlardı. Yıllar sonra, İstanbul’da oturduğumuz sırada “Orhan Gencebay Klasikleri” adlı CDyi görür görmez aldım. Bana o yılları hatırlatan (hüzünlü, her açıdan baskılı, acılı gençlik geçirmemize rağmen, romantik bir mutluluk da var o yıllarımda) şarkıları dinlerken Orhan Gencebay’ı bu kez oldukça başarılı bulmuştum. Romanda Orhan Gencebay’la tekrar karşılaşınca, uzundur dinlemediğim CDyi bulup tekrar aynı zevkle dinledim.

Dinlerken de salondaki bütün çekmeceleri boşaltıp kutulara yerleştirdim. Yüksek dolabın en altındaki gezi kitapları ve ülke rehberleri, şehir planları, yol haritaları hariç hemen hepsi kutulara girdi. Ağır kitaplar için başka kutular gelecek. Ancak o zaman kitapları kutulara koyacağım ama kitapları kutulara koymak kolay. Esas sorun yerleştirirken çıkıyor. Her seferinde hangi kitabı nereye koyacağımı ayarlamaya çalışırken bir bakıyorum ki okumaya başlamışım. Onun için kitapları yerleştirmeyi en sona bırakıyorum. Neredeyse ayin gibi birşey oluyor.

Okuduğum yere kadar olan kısımda beni en derinden etkileyen bölüm; görmediği ama sabaha karşı seslerini duyduğu balıkçı ve oğlunun konuşmalarını anlattığı bölüm oldu. O bölümü okurken okuduğumu unutup yaşamaya başladım. Çok bildik, çok tanıdık çocukluk anılarım, çocuk ben ile beraberdim, ve onunla o huzuru seyrettim. Bunu anlatabilmek için Orhan Pamuk kadar usta olmak gerekiyor. Mistik bir deneyimdi, andı, yaşamaydı.

 
Toplam blog
: 10
: 1123
Kayıt tarihi
: 22.06.07
 
 

Çok gördüm, çok gezdim, çok yaşadım. Bir arpa yoldan, evvel zaman içinden, ne kaldıysa... Üç sonsuz ..