Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

25 Ekim '10

 
Kategori
Anılar
 

Mektuplaşmak

Mektuplaşmak
 

Yıl 1998… Ortaokul 2. sınıf öğrencisi olduğum zamanlar. Kim olduğundan bir haber, aldığım bir adres… Ama bugünün adresleri gibi mail adresi, facebook adresi değil, açık adres… Hiç tanışmadığın, yüzünü bile görmediğin bir insana ilk hangi kelimeyle başlanır bilmeden, en az 7-8 dosya kâğıdını tek cümlelik kirlenmelerle çöpe attığım mektup arkadaşlığı başlangıcı… İlk mektubumun, -tüm saçmalamalarımı da içine koyup gönderdikten sonra- geri dönüşünü beklemek zulüm gibiydi. Gelip gelmeyeceğini bilmediğim, nasıl bir dönüşü olur tahmin dahi etmediğim bir mektup… Ve beklenen zarf iki hafta sonra elime geldiğinde yaşadığım heyecanı keşke büyüyünce de bir şeylerde (hiç değilse bir yerlerde) hissedebilseydim… Ne yazmıştı ki bana, hatta ben ne yazmıştım ki ona? Unutmuştum sanırım… Defalarca yazdım sonrasında, o da bana aynı “defa”da karşılık verdi. Haftada bir, çok nadiren de iki kere yazıyordum. O da her mektubuma ayrı ayrı cevap veriyordu. (O zamanlar, ‘ne kadar çok anlatacak şeylerimiz’in olduğu zamanlardı.)

Beni hiç tanımayan birine, hiç içinde olmadığı hayatımı anlatıyordum ve karşılığında o da kendi hayatını benimle paylaşıyordu. Birkaç ay sonra sırlarımızı vermeye bile başlamıştık. (Zamane sırları da o zamanki sırlarımız gibi midir acaba? O kadar kenetlenmiş sır tutan çocuklar hala yetişiyor mu?) Bizim o zamanki mektuplarımız, şimdilerin msn yazışmalarına benzemiyordu. Facebook sahteliğindeki gibi, “beğen” butonuna tıklamadan anlatırdık sevdiğimiz-(şey)leri; yorumlarımızı okumak bir tıklama uzağımızda değil, bir postacı yakınımızdaydı… (ki bu yüzden manalıydı.) Zarfın ağzını yapıştırdığım zamana kadar benimdi mektup, postane dönüşü onun oluyordu artık anlattıklarım. Sadece mektuplaşmada başarır sanırım insan, kendi yazdığından daha çok onun yazdıklarını akılda tutmayı; onun yazdıklarını daha çok benimserken, kendininkileri onda unutabilmeyi… Yaklaşık 7-8 ay birbirimize hayatlarımızı anlattık. Sadece yaşadıklarımızı, hayallerimizi, en iyi arkadaşlarımızı, ailemizi anlattık. Ama hiç kendimizi tarif etmedik. Şimdilerde düşündüğümde, “sanırım hiç ihtiyaç da duymadık” diyorum. Gereksiz ayrıntılarla kirletmedik kâğıdımızı. Neye benzediğini hiç merak etmedim; çünkü bu, benim beynimde yarattığım O’na ihanet olurdu. Hiç ailelerimizin maddi durumu merak edip, öğrenmek için hile hurdalı alacalı laf almacalı soruları kullanmadık mesela ikimiz de.

Şimdilerdeki gibi, ilk, ayakkabısının markasını sormak (bakmak) gelmedi mesela içimden. Evinin deniz görüp görmemesinin alakadarı olanlardan değildik hiç. Sonra 99 depremi oldu… (Sessizlik) Pozisyonumu bozmadan saatlerce ölüleri nasıl çıkardıklarını izledim, yerin en nefessiz yerinden. Nereye gittiyse kamera, an an, kanal kanal izledim. Günlerce feryatlar bitmedi, haftalarca kanadı aynı yerleri, yıllarca acıları dinmedi… Sonrasında, defalarca, zedelenip zedelenmediğini bilmeden aynı adrese mektup yağdırdım. Ama kimse geri dönmedi… O depremden kurtulup kurtulamadığını hiç bilemedim. Evini yıkmış mıydı o soytarı fay hattı, hiç haberdar olamadım… Zalim bir sıkıntıyla aylarca kanallarda, -televizyonda görsem sanki tanırmışım da gibi- 13 yaşındaki çocukları taradım. İsminin Hakan olduğunu, İzmit’li olduğu hatırlıyorum; bir de hayalimde yarattığım o 13 yaşındaki çocuğu… Kaç kardeşti, annesinin-babasının adı neydi, neyi severdi hiç hatırlamıyorum. Geçen gün “ne olmak istediğimi” yazdığım bir kâğıt buldum, yıllardır elime almadığım bir kitabımın arasında: “Hakan sınıf birincisi olacak” yazmışım; “Hakan doktor olacak”, “Hakan mühendis olacak” yazar gibi, ilginçti… Bu benim onda bulduğum muydu, yoksa onun bana fısıldadığı zekâ sıralaması mıydı bilmiyorum ama ne olduysa mutlu olmuştur umarım… Sadece yaklaşık 7-8 ay süren mektup arkadaşlığım, zannımca hayatımın dönüm noktalarından biri olmuş ki, ben, aradan 12 sene geçmesine rağmen o zamanların tadını damağıma hapsetmişim… Mektup yazmayı özlüyorum… Elektronik olmayan postalar almalar çok mu geride kaldılar? Karşılıksız, sadece ne hissettiklerinle, ne yaşadıklarınla dolu bir zarf bekleme hayali bu kadar mı uzak artık hayatlarımıza? (Kendime soruyorum: Bence artık mektup yazmayı herkes unuttu mu acaba?)

 
Toplam blog
: 57
: 877
Kayıt tarihi
: 24.10.10
 
 

1985 doğumluyum ve geçmişte yaptığım işlerle ilgili her bilgiyi önceki adımlarda sizlerle paylaşt..