Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

29 Aralık '08

 
Kategori
Basın Yayın / Medya
 

Milliyet Blog ve demokrat zihniyet

Milliyet Blog ve demokrat zihniyet
 

Demokrat bir zihniyet, sahip olduğu fikrin yanlış veya geçersiz olabileceği ihtimalini en baştan kabul eder. Bu nedenle bu zihniyet sahipleri, hiç katılmasalar da karşıdaki fikre saygı duyarlar.

Ancak bu durum demokrat zihniyetin, fikirlerinden kolaylıkla vazgeçeceği anlamına gelmez. Aksine fikri sabit denilecek bir niteliğe de sahip olabilir. Her insan fikirlerine güvenir, doğruluğuna inanır. Hatta içten içe, konu hakkında yeterli bilgiye sahip olmadığını fark etse dahi, insanlar genellikle içgüdüsel olarak doğruya ulaştıklarına inanırlar. Bu nedenledir ki, tartışmalardan bir tarafın diğer tarafı ikna etmesi sonucu çıkmaz/çıkmama olasılığı çok yüksektir.

Peki, sonucunda bir ikna süreci yaşanmayacaksa, tartışmalar, fikir kavgaları anlamsız mıdır? Elbette ki, hayır. Tartışma süreci, ilgi çekici olabildiği, insanları dikkatine mazhar olabildiği ölçüde bir kamuoyu yaratır. Tartışmanın sonucunu/eğilimini genellikle bir tarafın diğer tarafı ikna etmesi ya da fikirsel olarak mağlup etmesi değil, kamuoyunun fikirlerden birisine daha yatkın olması belirler. Ancak bu bile tartışmayı sonlandırmaz. Çünkü kamuoyu da neticede bir bilirkişi değildir.

Aslında parlamenter demokrasinin de mantığı basitçe budur. Örneğin bir seçimin sonucu, kimin kimden daha doğru, dürüst, başarılı, bilgili olduğunu belirlemez. Yalnızca kamuoyunun, o dönem için kendisini taraflardan birisine daha yakın hissetmesidir. Bu ya galip gelenin ikna kabiliyetinin daha yüksek olduğuna, ya da konjenktürün onun lehine geliştiği anlamına gelir. Örneğin kamuoyunda ülke ile ilgili bir tehdidin var olması milliyetçi politika sahiplerini, eşitlik ve adalet kaygısı sol, ekonomik kalkınma ve büyüme beklentileri liberal, toplumun sosyal yapısı ile ilgili kaygılar muhafazakâr politika sahiplerini iktidara taşır. Bu nedenle herhangi bir seçimin sonucu diğer partilerin fikirlerinin yanlışlığını değil, daha çok konjenktürle kurduğu ilişkinin yetersizliğini ve ikna etme gücünün zayıflığını gösterir.

Demokrat zihniyete ulaşmanın ilk adımı, düşüncülerinin doğruluğunun mutlak olmadığı bilincine sahip olunması ise ikinci adımı kişinin, kamuoyunun/toplumun sahip olduğu fikirlere itibar etmemesine, görüşlerini paylaşmamasına saygı göstermesidir.

Milliyet Blog ortamı, onunla tanıştığım andan itibaren kişisel ürün sergilenmesi işlevi kadar, fikir paylaşım ve tartışma ortamı niteliğine sahip oldu.

Hatta blog ortamı ile ilk tanıştığımda karşılaştığım tartışma konusu ile geçen hafta yaşanılan tartışma konusu birbirine oldukça benzerdi. 23 Ocak 2007 tarihinde Hrant Dink’in cenazesinde atılan “Hepimiz Hrant’ız, Hepimiz Ermeni” sloganı da, blogda benzer bir tartışma yaratmış, ateşli atışmalar yaşanmıştı. Yine bundan henüz 3 ay önce Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Ermenistan ziyareti de bugün dile getirilen söylemleri içeren tartışmalara neden olmuştu.

Milliyet Blogda yaşanan giriş çıkışları hesaba katmazsak, söz konusu tartışmalarda neredeyse aynı başat isimler benzer noktalarda yer aldılar. Bu ne 2007 yılında yapılan tartışmanın neticelendiği, ne de henüz 3 ay önce yaşanan bir başka benzer tartışmanın bugünkü tartışmayı engellemediğini gösteriyor. Yani bu tartışmalardan bir sonuç beklemek, bir futbol maçı keskinliğinde skor beklentisinde bulunmak mümkün değil.

Ancak elbette ki kamuoyunun iki sene önceki dağılımı ile şimdiki dağılımı arasındaki fark bir gelişmeyi ifade edebilir. Ancak ne yazık ki bu ülkedeki kamuoyu araştırmaları bu kadar hassas faaliyet göstermiyor.

Bu tip tartışmaları sağlıklı bulan ve içinde bulunmaktan da keyif alan birisiyim. Fikrimi sınamaktan, inandırıcılığını test etmekten, ikna edici olduğunu fark ettiğimde onu geliştirmekten, ikna edici olmadığını fark ettiğimde ise fikirsel altyapımı, donanımlarımı daha da güçlendirmekten hoşlanırım.

Milliyet Blogdaki tartışma süreçlerinde iyimserliğimi korumaya devam ediyorum. Her geçen gün tartışma kültürü gelişiyor. Ancak buna karşın son yaşadığımız tartışma sürecinde yine olumsuz noktaları üzülerek fark ettim.

Tartışma konusu hakkında, aynı fikirde olmadığım bazı blog yazarları ile, fikir ayrılığının gerektirdiği düzeyi kurmakta zorlanmadım. Hatta birçok konuda ortak fikir paylaştığım sevgili Matilla ve Başak Altın’la bu kez kısmen de olsa ayrı noktalara düştüğümü gördüm ama fikirlerine saygı duydum. Onlar imza kampanyasını anlamlı bir çaba olarak görmüyorlardı. “Tehcir”, “Acı”, “Toplumlar arası samimi ilişkiler” konularında paydalarımız olsa da, “Aydın” kavramı üzerine görüşleri, “özür” tanımları ve çözümü bu noktada, bu çabada görmemeleri tartışmaya açık gördüğüm ama ayrı düştüğüm noktalardı. Ancak onlarında fikirlerinin doğru olma olasılığı oldukça yüksekti.

Bunun bir adım ötesinde “Tehciri” ve “Acı”yı dönemin ve anın şartları gereği zorunlu gören ve bunun bir özrü gerekli kılmadığı çünkü bir hata veya suç olmadığı fikirlerini öne süren arkadaşlar oldu. Yine “aydın” kavramının bu ülkedeki anlamı ya da anlamsızlığı konusunda neredeyse hiç anlaşamadım fikirleri olan blog yazarları da vardı. Burada Uzay Gökerman ismini vermek mümkün. Onunla da fikirlerimi paylaşırken önemli bir sorun yaşamadım. Yine aynı görüşleri paylaşmasam da yazılarına yorum gönderdiğim ve fikirlerimi olgunlukla karşılayan insanlarda oldu.

Ancak daha da ötede karşılaştığım duruşla paylaşımda bulunmayı tercih etmedim, çünkü samimi bir diyalog olacağı kanaatini taşımadım. Öncelikle bu imza kampanyasını “dış odaklı”, emperyalizmin planının yeni bir parçası olarak gören ve dolayısı ile imza kampanyasını başlatanları kukla, maşa olmaktan vatan haini olmaya kadar varan suçlamalarla tanımlayan fikirler, tartışma yürütemeyeceğim iddialardı. Çünkü bu görüşün durduğu nokta, sahip olduğu fikri tartışmak değil, karşıda var olan düşmanı yok etmek ya da teşir etmek üzere şekilleniyor. Zaten bu sürecin sonunda imza kampanyasını başlatan ve tartışmaya katkı sağlayan 30- 40 kişiye konuşma ve yazma yasağı konulmasını önermeye kadar vardı iş.

Bu durumda sizi en başta elemine etmeye çalışan ve fikirlerinizin yönü ve derinliği ile işi olmayan, doğrudan sizi de o vatan hainlerinin kandırdığı bir zavallı ya da oldukça bilinçli ve bu ortama kadar sızmış bir vatan haini olarak gören birisi ile bir tartışma yürütmekte anlamsız hale geliyor.

Milliyet Blogda da demokrat zihniyetin, karşıdaki fikrinde doğru olma olasılığını kabul eden bireylerin artmasının tartışmaları da daha düzeyli hale getireceğine inanıyorum.

* Bu yazıda son tartışmaya dair doğru ya da yanlışı bulmaya yönelik bir çabam yok. Ama bu ülkede isimleri oldukça ön planda olan Murat Belge, Ali Nesin, Oral Çalışlar, Yücel Sayman, Ufuk Uras, Tarhan Erdem, Tanıl Bora, Perihan Mağden, Ömer Laçiner, Murathan Mungan, Cezmi Ersöz, Ertuğrul Kürkçü, Enis Batur, Doğu Ergil, Derya Sazak, Deniz Türkali, Ece Temelkuran, Adalet Ağaoğlu, Ahmet İnsel gibi düşün insanlarının giriştiği çabanın yanlış olma olasılığı, hatalı bir tercih olduğunu tartışmak mümkün. Ama bu isimlerin Türkiye'deki emperyalizmin maşası olduğunu iddia eden bir fikirle tartışmak benim için oldukça zor.

Ayrıca bu iddianın ucu Cumhuriyet Gazetesi'nden Semih Poroy'a kadar gider ki, o zaman paranoyaya sınır tanımak mümkün olmaz. Sayın yeşilsoğan'ın uyarısı üzerine son dönemlerin en ön planda olan ulusalcılarından Mine G. Kırıkkanat'ında bu bildiriye imza attığını ekleme ihtiyacı duydum. Beni en çok şaşırtan imzada buydu açıkcası. Bu noktada, Sayın Mine Kırıkkanat'ın uzun yıllar görev yaptığı Paris'in havasından ve suyundan, bir nebzede o ülkede oldukça etkin olan Ermeni dostlarından etkilenerek, aslen durduğu ana yörüngeden bu noktada saptığını düşünüyorum.

 
Toplam blog
: 453
: 1826
Kayıt tarihi
: 14.11.06
 
 

36 güneş yılı. 27 yıl G.antep, 9 yıl İstanbul. İstanbul, 90’lı yıllarda yaşandı, bitti.  Hep şe..